Project adamları onlar hep...

Başka şehirlerde hatta başka ülkelerde -kısıtlı olacağını bildiğim bi süre dahi olsa- yaşamama rağmen , hayattaki bazı enstrümanlara geç kalınmışlığın verdiği bozuk süt tadı veren hissiyatlarla beraber , ilk defa ciddi bir sayfanın açılması eşiğinde hissettiğim şu son birkaç günün soundtrack'i : Gotan Project 'in gecikmeli canlı kaydıdır "adsız mamacı"lar. Debutları ile ana akım içerisinde de hatırı sayılır bir sarsıntı yaratan ve "abi bu albüm de hiç eskimedi be!" klasörüne giren bir işe imza atan Gotan Projecileri , geride bırakmaya can attığımız 2008 senesinde nihayet çift CD'den oluşan albümlerini raflara koydular; biz de mama kıvamına getirmeden duramadık tabi. Steril , pastörize günlük AOÇ sütü gibi bu nihayetinde : ister kahvenize katın , ister sek için , ister uykudan evvel ister uyanınca..Hiç fark etmez. Süt bu. Başka bir hayat söz konusu olan. Başlayacak olan. Gotan Project bu.
db0f9c735cbfce6ec758f61c0b7adb78_full

Cep'te.

Yaşadığım şehrin 1990’lı yılların başlarından itibaren oluşturulmaya başlanmış “çeper” uydu kentlernden birinde oturmam; ve toplu taşım araçlarında uzun müddetler seyahat etmek zorunda olmam sebebiyle “taşınabilir müzik” kavramını birinci elden deneyimlemek mümkün oldu.
Yolculuk esnasındaki müziğin, durağan “pasif” dinleyişten bazı farkları olduğu bir gerçek ama belki de hiçbiri o geceki “son otobüs”ün arka tarafında olanlar kadar belirleyici olmamıştır.
“son otobüs” genelde safi masküler ve saf alkol dolu. Yolun nispeten engebe ve virajsız oluşu , uzunluğundan kaynaklı kurtarmıyor mide bulantılarını. Onlardan biri; şarkı aralarında arka koltuktan gelen konuşmaya kulak misafiri olmamla başladı. Dış görünüşü ile Olabildiğine “tahmin edilebilir” bir adam, paltosunun sağ iç cebinde snickers , sol iç cebinde ise bir cep kanyağı ile yolculuk ediyor. Dinlediğim müziğe anca “insan konuşması sesi” sample’ı olabilecek derecede işitebildiğim bir muhabbet de var tabi yanındakiyle. Bir snickers’ın hışırtılı açılışını , ardından cep kanyağı kapağının dönüş sesini duyuyorum , bir kulağımdaki müziği. Hepsi karışıyor, hepsine karışıyoum. Yol bitmiyor.

Snickers ve cep kanyağı.

Bazı müzikler cep kanyağının yanındaki snickers bu hayatta ; bazıları ise snickers’ın yanındaki cep kanyağı.

from wroclaw, with love and squalor

wroclaw güzel, rahat, hijyenik bir polonya kenti.. kenti vakt-i zamanında ardı ardına istila etmiş ruslardan ve almanlardan nefret eden insanlar, lüzumundan fazla sayıda katedral, saat gibi işleyen altyapı hizmetleri ve komünist dönem kalıntısı "kasvetli modernist mimari" örneği toplu konutlarla; şahane biralarla, manyana'daki zubrowka (jubrufka diye okunur bir votka çeşidi) + apple juice kafasıyla, deri ürünlerin bizdeki dösim muadili devlet teşebbüsü mağazalardaki ucuzluğuyla hatırladığımız kentten meğer bir nu-jazz ikilisi de çıkmış. hatta öyle bir çıkmış ki; kendilerini demodur, ep'dir bir iki işten sonra ninja tunes'un uzattığı bir sözleşmeyi kanlarıyla imzalarken bulmuşlar. biz gittiğimizde onları orada bulamamıştık, herhalde patron yemeğe filan çağırmıştı.


skalpel


skalpel, geçen yüzyılın ikinci yarısında polonya jazz klüplerinde olan bitenleri koklatan düzenlemeleri ile wroclaw'dan bildiriyor. biz de f.e.'ye teşekkürlerimizi iletiyoruz.

Harikalar Diyarı'nın Alice'i.

Alice Russell ile ilk olarak Tru-Thoughts etiketli bazı mühim kayıtlarda , mesela Quantic ve Quantic Soul Orchestra projelerinde konuk sanatçı olarak tanışmıştık 3-5 sene evvel. Klasik Jazz ve daha da mühimi Soul kökenli olduğu her türlü dokunuşundan belli olan bu "beyaz kadın"ın kendi ağzından söylediği etkilenimler de hatırı sayılır hani : Minnie Ripperton, Eva Cassidy, Stevie Wonder, Chaka Khan, Aretha Franklin ve Jill Scott.






Ana akımın ilgisini solo albümlerinden evvel Nostalgia 77 ile kaydettiği White Stripes güzelliği "Seven Nation Army" ile çeken Alice , 2004 yılında Under The Munka Moon , 2005'te My Favourite Letters , 2006'da ilk plaktan arta kalanlar ve remixlerden oluşmuş Under The Munka Moon II ile gönül raflarımızdaki yerini patır patır almıştı. Şimdi de sırada uzun müddettir beklenen yeni solo albümü Pot of Gold. Bu ay içerisinde çıkan albümün prodüktör koltuğunda da yakından tanıdığımız güçlü bir referans TM Juke oturmakta ki , bu da bize cuk oturmakta.
folder1
Her ne kadar her türlü müzikte masturbatif enstrümantalizm ( lö virtüözite) den şiddetle kaçınıp , olayın "sound"una ve daha da önemlisi "ruh"una bakmak seçimimizse, bu vokal performansları için de geçerli tabi ki. Açık söylemek gerekirse Russell 'ın bu tuzağa düşmediği zamanlar en keyifli zamanları. Ha burdan arada sırada bu tuzağa düştüğü sonucu da çıkar ki , bu da rastlarsak eğer , kendisine ileteceğimiz en samimi meram olur diyelim.

Alice Russell 'ı seviyoruz , arada kaçan kaybolan ama eninde sonunda geri gelen kediyi sever gibi.

kara panterler'in anası sizlere ömür!

miriam makeba.. geçende italya'da mafyanın tehdit ettiği bir gazeteciye destek konserinden sonra öte yana göçmüş.

mama_africa


1968'de (o sene gerçekleşen onca şenlikli olaya mum diker gibi) panterlerden stokely carmichael ile herşeye rağmen (o herşeye kısaca blaxploitation deniyor) izdivaç eylemiş olan mama africa'ya sonsuzlukta hoşça vakit diliyor; kara panterler'e haklı bir hürmeti olan ev sahibimiz sputnik'e taziyelerimizi sunuyoruz.

kübalı gonzales ve iki arkadaşı bir gün...

dün gece beş üyeli bir caz grubunu canlı dinlerken farkettim: trio en iyisi. solo için sıraya girme derdi yok, parçaların birinin üzerine kalması sıkıntısı yok; iletişim tam kararında sürdürülebiliyor, balans gayet sağlam yönetilebiliyor.. üç kişiden daha fazlası, bırakınız müziği, eş dost hasbıhalinde dahi oldum olası fazla gelir bana. neden bilmem, üç kişi iyidir - gerçi denemediğim biçimleri de var; yalancı çıkartır mı, bilinmez...

aslında işi biraz daha yokuşa sürüp tom waits'in asi minimalizmine de koşulabilir: "birden fazla kişinin yaptığı işlerden kuşku duyarım" diyordu usta; ben de ne zaman bu laf aklıma gelse, kaçınılamayacak eylemleri anarak "hadi olsun olsun, iki olsun en fazla" diyordum.. tamam işte, cazda üçü aşma...

trio deyince akıllara ziyan bir listeyle karşılaşılıyor bittabi. gönül telimize dokunanların sayısı da kabarık ya, bugün zirvedekilerden birini anıp kısa keseceğim, sabırsız mamaseverler. havana doğumlu piyanist gonzalo rubalcaba (susam sokağı kalitesindeki kelime esprilerinizi duyar gibiyim) önderliğindeki trio'da, davul dennis chambers'a, bas ise brian bromberg'e emanet edilmiş. çok isabetli emanetler olmuş.

2utkal3

1997 tarihli albümleri the trio'yu özellikle 'caravan' yorumuna dikiz uyarısıyla, görüşlerinize arz ediyorum.. saygılarımla.

İçimizi görenler var!

Bir alt girideki MR tecrübesinin akıllarda nasıl izler bıraktığını sözle,yazıyla anlatabilmek benim için oldukça güç. Yüzyıl başlarında bilhassa da kuzey ülkelerindeki fütüristlerin (sibernetik masturbasyon desek mi? sonuçta eller de bir nevi alet.) söz, görüntü ve seslerle anlatmak istediği pesimist (ve pesimizmin "default" hareket noktası halini almasıyla mazoşit) estetik; benim çağıma ve kanıma Autechre ile, insana o MR denilen alete girmeden evvel damarları genişlesin, ve böylelikle daha rahat bir görüntü alınabilsin diye kollarından enjekte ettikleri soğuk sıvı gibi enjetke oldu. Daha alete girmeden evvel başlayan o amonyak kokulu steril sessizlikle beraber hissedilen tuhaf radyasyon kokusu , alet çalışmaya başladıktan sonra gelen ve aşağıda etkileri anlatılan seslerle birleşince ortaya tarifi zor bir durum çıkmakta. Bu nesneyi sağlık sektöründe kullanmak gayet mantıklı gelmekte , çünkü takdir edersiniz ki "sağlıklı" bir insanın onun içinde işi ne olabiilir? sorusu bir tokat gibi.

Albüm kulaklarıma bir kez daha değerken , yazılabilecek en mantıklı şey şu sanırım : Hani o kollarınıza enjekte olan soğuk sıvı var ya...İşte ben onun şişesinin üzerine " Tri Repetae ++ " yazarım. Linkini de koyarım.

tri

1996 yılında çıkan bu albümden sonra, 2000'lerin başlarında Autechre elemanlarından birisi bir plak dükkanına girer. O saatlerde kısmen boş olan dükkanın bir köşesinde bir adam heyecanla Autechre CD ve plaklarını incelemektedir. Yanına yaklaşır ve kendisini tanımadığını (haliyle) fark ettikten sonra adama şu soruyu sorar :
- Neden Autechre dinliyorsun?
- .....

Digresif yorum : Nedeni mi var ulan allahsız , damarlar şişsin de içimiz daha iyi görünsün diye işte. Piç.

url
Rob Brown ve Sean Booth...Nam-ı Diğer Autechre.

mr ve fütüristler

1900lerin ilk çeyreğinde bir kısım insan (bir kısım derken öyle az buz değil, kalabalıktılar da hani..) makineden hakkatten medet umdu. ondan çıkan sesleri, onun hareketlerini kutsadıkları manifestolar, filmler gırla gidiyordu. bolşevizm, konstrüktivizm, erken modernizm filan derken en ciddi ve hazmedilemez lafları fütüristler ettiler. bombaların düşmesiyle savaş alanında açan çiçeklerden, silahın, tankın, başka makinelerin kendine has ve fakat evrensel müziğinden dem vurdular.

"mazoşist bir estetik" dediğim zamanlar oldu, bu tuhaflıklar için; ama bugün birdenbire aydınlandım: MR makinesinin içine, üzerimde boxer'ım ve pembe bir önlükten başka hiçbir şey olmaksızın tıkıldıktan kısa süre sonra mükemmel bir müzik başladı. hem ambians açısından hem ritm, mükemmeldi diyebilirim. "makineler varken insana gerek yok" derse birileri bu aralar, eyvallah derim. squarepusher olsun, autechre olsun halt etmiş. olay MR'dadır. girin, görün. hem, akan ritmler arasına melodi yazmak için de geniş bir vaktiniz oluyor tabutun içinde. zihin açıcı.. deneyin.

mri

MR deneyimimin anısına siz kıymetli marmarseverlere mr projectile öneriyorum, sadece isim benzerliğinden.. o olmazsa da (yine de autechre iyidir) tri repatae. en hakiki mekanik hislerimle..

p.s. (hakkatten post scriptum; zira ertesi gün yazıyorum) bu mevzuua en uygun olan şarkıyı buldum: phonem'den syntax...

bu ses.. bu ses.. olamaz, git.. git buradan!

Tanrim öyle bedbahtız ki sizlere bugün Kalan Müzik etiketli Yeşilçam Şarkıları ile Belkıs Özener'i takdim ediyoruz saygıdeğer mamacılar. Bu albümü ne size anlatmaya , ne hissiyatını bir kez daha hatırlatmaya , ne de ehemmiyetini vurgulamaya lüzum var aslında : "bana yillar önce çılgıncasına sevdigim bir kadını hatırlattınız..." der ya , işte bu albüm de o düsturla derlenmiş olsa gerek. Gümüş Gerdanlık 'ın kalbimizde ilelebet müstesna bir yeri olacağı, gönül telimizi inceden titreteceği aşikar.

images

uluslararası durumcular, durumcu uluslararasıcılar, kebap durum ve yanında parizyen şalgam

merhaba pek kıymetli mamaseverler.
aşağıda sunduğum linkte yaklaşık bir hafta kadar önce yayın dünyamıza duhul eden bir yeniliği tatma fırsatı var: fransız entelijansiyasının gururu, mimarlık ve kent planlama ile ilgili yıkıcı fikirlerin membaı sitüasyonistler' le ilgili bir metinler toplamı, tuhaf yayınevlerimizden 6.45 tarafından basılı materyal olarak yayınlandı. ne var ki mevzu burada nihayete ermedi: sitüasyonistlerin (ruhları şaadolsun, hala hayatta kalanlar varsa tanrı onlara çok sevdikleri sanat sepet alemlerinde başarılar ihsan eylesin) fikirlerine uygun olarak kitap internet üzerinde de kullanıma sunuldu, üstelik bedava!

debordpsychogeo

evet, inanmak güç ama (jean genet gibi hırsız değilseniz, yahut "kütüphanede var, neden alayım"cılardan değilseniz) bu çağda deneyimlemenizin neredeyse imkansız olduğu bir "situation" ile karşı karşıyayız: beleş kitap. hem de misyonerlikle, islamla, budizmle falan da alakası yok: copyleft ile alakası var. dünyada zaten uygulanan "özgür metin", "mülkiyet bağlarından kurtulmuş düşünce" akımı bir yerlerden bize de sızıyor demek ki. (bunun erken örnekleri için bkz. internetteki körotonomedya arşivi) neyse; bu kadar teşrifat yeter. çok umutlanmaya da lüzum yok, zira umut, sanılanın aksine (sitüasyonistlerin de hak vereceği gibi) insanı uyuşturuyor (bir daha bkz. bob marley ) buyrun buradan yakın.

madem "iyi müzik neşriyatı", madem sırf yazılı materyal kuru gelecek, ve madem sübjektif, o halde aynı yıllardan bir başka yıkıcı adamı da konuk edelim, aklımıza ilk geleni: serge gainsbourg. belki leo ferre daha çok uyardı kitapta bahsi geçen abilere ama, jane birkin'le (ve kimbilir başka hangi hanımlarla) hasbıhali, serge efendiyi sıkı bir 'psychogeographist' yapmaya yeter sanırım.

"neden durumcularla serge? ne alaka?" sorusuna ikinci yanıt da sahneye çıktığı bir gazinoda bir gece işlediği vukuat: askerler gelip oturur, zira serge'nin her mevzuda, özellikle fransa hakkında atıp tutan bir serseri olduğunu duymuşlardır. serge efendi, bir elinde viskisi, diğerinin parmakları arasında galouise'ı, çıkıp fransız milli marşını reggea usulünde okuyuverir.

buna denmezse, başka neye 'detournament' denebilir ki?

Lizzy

Tru Thoughts yine ne çok ağzımızı yakacak , ne de iyice buz olmuş bir akşamüzeri kahvesi tadında bir albümle karşımızda. Şirket bünyesindeki diğer cici prodükterlerin/dj'lerin albümlerinde son zamanlardaki featuring'leri ile ismini duymaya başladığımız Lizzy Parks , kendi naçizane plağını da nihayet yayınladı. Sürprizsiz şekilde albümün prodüktör koltuğunda Nostalgia 77 basçısı Riaan Vosloo oturmakta. Müzik market kolaycılığına kaçıp "Alice Russell' la aranız iyiyse , Lizzy'e de bir şans verin" demek geliyor içimizden. Nihayetinde şimdilik ana akım bir deprem yaratmayacağı belli olsa da, girizgah için oldukça yeterli, az şekerli bol telveli Lizzy Parks karşınızda : Raise The Roof .

folder

sonbaharın bitmek bilmezliği

" 'we love music'e döndü burası!" demeyin, kulakmaması'nın bu en 'oriental' giri'lerine kulak verin: erkan oğur'dan bahis açılınca ilk aklımıza gelen isim (ev sahibimiz sputnik'in de şaşıracağını pek sanmadığımız bir bilinç akışı bu) tunuslu udi enver ibrahim (kimileri hala onun anouar brahem olduğunu iddia ediyor).

bizimkilerden birileriyle de vakt-i zamanında kimi albümlerinde çalmış olan enver'in udundan yükselen hüzünlü, yüklü ambians, sonbahar serisine yakışacak diye umuyoruz, bıktırma pahasına.. bu arada, bizimkilerden kasıt, parisien mutasavvıf abilerimizden neyzen kudsi ergüner ve tenekeli mahalleden klarinet üstadı barbaros erköse. kudsi ile buluşmalarına şaşmıyorum; onu çingene yönetmen tony gatlif'in vengo adlı filminin bir sahnesinde flamenko dansçısı ispanyol ablalara tatlı tatlı bakarak ney üflerken görünce şaşıracağım kadarını şaşırdım.

anouarbrahem_contedelincroyableamou

ne var ki, hangi ara barbaros erköse ile enver bir araya geldiler, o müthiş conte de l'incroyable amour kayıdını (ve daha fazlasını) yaptılar, aklım almıyor.

bu pek duygulu akdeniz arabının gönül telimizi titreten başka bir albümünü daha paylaşmaktan 'hüzün' duyuyoruz: Thimar

anouarbrahem_thimar_front1

(işte yine bir ecm kapağı)

laf lafı açıyor

hem sonbahardan hem erkan oğur'dan bahsedince, onun ruh ikizi olarak algıladığımız bir telli saz üstadını daha davet edelim: biraz güneyimizden, tunuslu bir udi enver ibrahim (anouar brahem).

biri sonbahar mı dedi?-reprise

bach yorumları demişken belki bir noktayı daha hatırlatmakta faide var (hem sonbahar muhabbetine de uyacak yine): en çok yorumlanmış, farklı ellerde farklı biçimler almış, kimi zaman tanınmaz hale gelmiş, kimi zaman ortodoks klasik müzik kafasından uzaklığı oranında güzelleşmiş bach parçacıkları müzik uzayımızda dolanmakta ve kimi zaman kulakosferimize sürtünmesiz duhuller gerçekleştirmekte.. bir tanesi de memleketimizin dervişlerinden, peygamberlerinden birinin elinden geçmişti, bir kaç yıl önce bir film müziği münasebetiyle.

yaziturahc9

uğur yücel'in yazıp yönettiği filmi ayrı konuşuruz ya, madem mevzuumuz müzik (öyleyse gerisi tefferruat oluyor sanırım), yazı/tura'ya yaptığı müzikler arasındaki bach eseri 'matthias passion'a kulak kesildiğimiz erkan oğur'u mamaseverlere erinçle takdim edelim önce.

biri sonbahar mı dedi?

glenn gould tuhaf adam. herkesin dalga geçtiği cücük kadar sandalyesinin üzerine notre damme'ın kamburu gibi tünemiş, önünde nota olmaksızın mırıldana inleye -başka pek çok şeyin yanında- bach'ın goldberg varyasyonlarını kaydetmiş, iki kez! hem kulağa hem göze hitap eden 1981 kayıtları, sadece kulaklarımızı şenlendirebilecek 1955 kayıtlarından hayli farklı. eh, 26 sene az zaman değil; sindirim de sadece vücudun alt kısımlarında gerçekleşmiyor. 

glenn_gould_1974-7354531

peter de bolla, sanat ve estetik adlı kitabında, gould'un 81'deki yorumuyla goldberg varyasyonlarına ayırdığı bölümüne, "berraklık" başlığını uygun görmüş: ağır matematiksel strüktürü açıkça göstermeyi becerdiğini iddia ediyor çünkü. halbuki ciddi ve cür'etli (ortada mola vererek okunan arapça kelimeler, ahh..) bir müdahale var. neredeyse karikatürize edilmiş, parçalar... vals ritmine uydurulmuş yorumlar, değişen ritm, falan ve de filan. dinlettiğim biri samimi buldu, sanırım gould'un, bach'ın yazdıklarına müdahale edecek kadar samimi hissetmiş olma olasılığından bahsediyordu. sonunda de bolla'ya katılıyoruz: ne kadar müdahil olursa o kadar sadık kalmış ustasına, ama bir yandan da kendinin eylemiş bu muzip piyanist, çaldıklarını.

bir ilk 'giri' için uygun mu bilmiyorum, ama sonbahar için uygun. neyse, mamacıların kulaklarına layık değil ama, buyrun buradan yakın. merhaba!

Bunlar doğal şeyler, sakin...

Daha evvel de lanet bi soundtrack'te bir araya gelmişlerdi bu ikili. Sanırım tadı damaklarında kalmış. Bombalamaya devam etmeye karar vermişler. Bomba gibi. Naturel ama. Organik.

Eser miktarda Björk'ü yanında Thom Yorke ile servis etmekten gurur duyuyoruz : Náttúra

r-1503252-1224541879

sonbahar işleri.

Sonbaharın ve yaklaşan kışın en mühim emaresi olarak nedense ,görece olarak kısalan, gündüzü alıyor ruhumuz. Isı değşiminden ziyade (onun etkisi daha ciddi , daha derin) havanın yaz aylarına göre gittikçe daha da erken kararması tüm hissiyatımızı değiştiriyor inceden. Bugün iyice bir farkına vardırdı bana, ve nedense onca sonbahar arasından iki yıl önceki, 2006 sonbaharını ve o erken saatteki karanlık şehri getirdi gözüme. O zamanlardaki halet-i ruhiyemize ne kadar paralelmiş Belçika menşeili Zap Mama. 2004 tarihli albümleri Ancestry In Progress ile konuk edelim ve o garip zamanı orda bırakalım.

zap-mama-ancestry-in-progress-f

Orda olmak, Yerde.

Uzun bir müddet kullanılıp sizinle beraber olan kişisel eşyalarla, belki de eşyanın tabiatı gereği, aranızda tuhaf bir bağ oluşmaya başlaması kaçınılmaz oluyor. Belirli zaman ve mekanlarda onsuz kendinizi bir eksik hissetmeniz, onu arayıp bulamazkenki tedirginliğiniz ve telaşınız, o sizinle birlikteyken varlığını unutacak kadar yalnız, sessiz ve huzur dolu oluşunuz hep bu bağlılığın emareleri diye düşünürüm. Özellikle de günlük hayattaki ufak dramlardan zaman zaman bu kadar etkilenmemize de başka bir emare dersek, iyice netleşir sanırım hadise. Ha, bu blogu takip eden okurların ekseriyetinin hayatlarında tüm kıtayı hatta gezegeni etkileyecek dramlar , trajediler ve tesadüfler olmadığını varsayarsak (olduğunu iddia edenler lütfen benimle temasa geçsinler...) bu tip kalp kırıklıklarının hayatımızdaki yerini paylaşmış oluruz demektir.

"Kalbimdeki yeri bambaşkaydı, hala da öyle. Sanırım insanın ten teması kurduğu ender cisimlerden biri olması , aradaki duygusal bağın daha da derinleşmesine ve yıllarca taze kalmasına sebep oluyor. İnsan hiçbir zaman ondan ayrılmayacağını düşünüyor. O kırıldığı zaman onun da tüm dünyası kırılıyor. Baktığı herşeyde, kısa bir süre sonra bir çatlak beliriveriyor. Başkaları da olsa yıllar içersinde, çok daha "yetili"leri de olsa gelip geçen, hep onu arıyor; o çatlak baki kalıyor, kendisine bile zor itiraf etse bile. Hem kendine edilen her itiraf hep hayatı daha da cızırtılı, pürüzlü hale getirme tehlikesi taşıyor kısa vadede."

O kırıldığı zaman onun da tüm dünyası kırılıyor... Baktığı herşeyde, kısa bir süre sonra bir çatlak beliriveriyor.Gözlük deyip geçemiyor, çatlamış cam elinde bunları düşünüyor... Tord Gustavsen Trio size tam bunları düşündüğünüz anda kuzeylerden sessiz sedasız fısıldıyor : Being There ve The Ground ...

tord8264063e2f34100e0379df19685fd2cb_full

jazz_club-1163158667_i_4450_full

Rubin'in Drum'ı.

685623003_l

Sırada Türkiye'de 2000'lerin başlarından ortalarına doğru geldikçe verdiği konserlerle şaşırtıcı derecede popülerleşen bir prodüktör var : Rubin Steiner. Fransa'dan mamalara katılan Steiner, Elektronik Jazz ile başladığı yolculuğu, sonraları sample canavarlığı haline getirip şu sıralarda da iyice dans pistlerine yönelik remix çalışmaları ile devam ettiriyor. Son bir iki senedir de Avrupa'nın önemli kulüplerinde aranılan DJ 'lerden olan Rubin 'i , 2005 tarihli albümü ile konuk etmekten mutluluk duyuyoruz : Drum Major!

rubinsteinerfront

Nu Jazz, Big Band...

Matthew Herbert, kişisel olarak hiçbir zaman aramın iyi olmadığı "Big Band" olayına girmiş lakin bu sefer beni de ters köşeye yatırmış sevgili mamacılar...Raflarda yerini henüz alan There's Me And There's You ile Modern Jazz'a olan aşkımızı her şeyi kararında vererek bir kez daha ateşliyor. Bildiğiniz üzere Herbert, bilhassa deneysel dans müziğinde yenilikçi "kes-yapıştır" loopları ile (diş fırçası reklamı gibi oldu) dikkatleri üzerinde topladıktan sonra, dans müziğinin tek başına karın doyurmadığına karar verip başka sulara da yelken açmış Birleşik Krallık menşeili bir prodüktör. Müzik prodüktörlerinde fazla alışık olmadığımız işlerden birine imza atıp , yaptığı işlerin teorik altyapısını da bir akademik tez havasında "Personal Contract for the Composition of Music (Incorporating the Manifest of Mistakes)" adı altında da yayınlamış sanatçının kariyeri boyunca prodüktörlüğünü üstlendiği isimler de birbirinden ilginç : Moloko, R.E.M., Perry Farrell, Serge Gainsbourg, Yoko Ono, John Cale, The Avalanches ve tabi ki Björk ve Roisin Murphy...(İyice pop saati kıvamına geldi bu giri.)

Kişisel olarak üzerine çok da konuşulmaya lüzum olmayan müzisyenlerden biri Herbert...Kendinizi Ninja Tune, Tru-Thoughts gibi klasik label'lara yakın hissediyor ve kararında bir modern jazz'la yoğrulmak istiyorsanız buradan buyurun efendim...

cover1

Atmaktan çok attırmayı seven sambacı : Amon Tobin!

Rio de Janeiro'nun bağrından gelen davulcu Amon Tobin, uzun müddettir kafamıza kafamıza vurmaya devam eden güzide şahsiyeterden biri. Her ne kadar bağlı bulunduğu İngiliz menşeili meşhur plak şirketi Ninja Tune 'da nedense hep üvey evlat muamelesi gördüğünü düşünsem de, yine de şirketin en ağır toplarından biri olduğu şüphesiz. Yıllardır dost meclislerinde bazılarının icra ettiği müziği "isimlendirme", "tanımlama" yoluyla anlama-kavrama çalışmaları yapılır ammavelakin öyle isimler öyle işler koyarlar ki masaya "Neydi o?" üstbaşlıklı kısa kısa sessizliklerle anca kavranabilir. Amon Tobin yıllardır bunun en iyi örneklerini vermiş güzide bir çağdaşımızdır. Çağdaş müzik denilince neler gelir akla Tobin?



Profesyonel kariyerine 1995 yılında başlayan Amon, Fas, Hollanda,Londra ve Portekiz'de bir süre ikame ettikten sonra Brihgton'a yerleşti ve bombalamaya başladı. 1996 yılında basılan "Adventures In Foam" ile başlayan serüven 90'ların sonlarında modern müzik çevrelerinde dehşet yankılar uyandıran "Bricolage" ve "Permutation" gibi albümlerle devam ettikten sonra 2000'li yıllarda "Supermodified" ve "Out from Out Where" gibi uzunçalarlarla doruğa çıktı. Ayrıca zat-ı muhteremin "Chaos Theory - Splinter Cell 3" isimli karanlık video oyununa da müzik yaptığını belirtelim meraklısına.

2006 yılında György Pálfi yönetmenliğinde "Taxidermia" adında Macaristan-Fransa-Avusturya ortak yapımı (bu ortak yapımlı filmlere de hastayız ,niye müzik albümlerinde böyle birşey olmaz?) hastalıklı bir film çekilir Macaristan'da. Hastalıklı tabiri dikkatinizi çektiyse şu soruyu da soralım : Filmin müzikleri bilim bakalım kimden...

Pazar maması Amon Tobin'den geliyor : Taxidermia (Rural Soldiers isimli esere ayrı bir ihtimam lütfen...)

İstikbal Yonderboi'de!

TC sınırlarında son birkaç senedir hızla popülerleşip (ve hızla popülerleşen herşey gibi hızla boşalıp) en muhafazakar rock(bar) dinleyicisini bile anında kıvrım kıvrım oynatmaya başlayan bu garip gypsy-punk rüzgarından ne kadar muzdaripsek, yekten tüm Doğu Avrupa estetiğinden de o kadar ümitliyiz. Müzik estetiği bir "seçim" se , ve haritada Avrupa'nın doğusuna bakıyorsak bizim gözümüze ilk takılacak isimlerden biri Macar Yonderboi olur şüphesiz. 1996'da başlayan ve sadece üç albümle geçen kısa kariyerindeki son parça olan 2005 tarihli Splendid Isolation ile mamalara devam ediyoruz bu sefer.İlk iki albümden hiçbir eksiği yok , bilakis "olgun" bir iki fazlası bile var denilebilir. Kişisel favorim "Even If You're Victorious" a ayrıca dikkatinizi çekerim.

Ta Amerikalardan iki "oi oi!" yaparak primitif ska ritimleri ile para toplayanları geçince ; hala Kusturica , Bregovic samimiyetsizliklerinden devam edin..Baya bi ilerde. Macaristan'dan kankamız aramızda. Oi Oi! değil Yonderboi!