dora schwarzberg

dora teyze beş gündür şehrimizde.. e.nin eşlik ettiği kimi keman öğrencilerinin de aralarında bulunduğu şanslı (ama farkında olmayan) bir grupla masterclass yaptı. öğrencilere söyledikleri, benim bile zihnimi açtı... ki klasik müzik konusunda hayli seçiciyimdir ve belki çelişkili gelebilir; çokça da cahilimdir. belki bunlar birbirlerine neden oluyor olabilir. daha önce caz triolarına ilişkin sayıklamamda belirttiğim klasik müzik için de geçerli: solo, duo, hadi trio tamam.. ama ne zaman quartettir, sextettir oluyor, ben orada yokum arkadaş. hele ki orkestra tarafından icra edilenine kesinlikle tahammül edemiyorum.

dora_besides_violinbox
(ışık ters taraftan gelse de yüzünün bu tarafından çekmemde diretti.)

dünyasını keman kutusunun kapağına tutturmuş bu müthiş teyze, geçen akşam bize bir konser hediye etti. schumann'ın fantasiestücke'ünü çalarken çok eğlendi. rachmaninoff çalmadan önce "ağlamak serbest" dedi.

burada kadim dostu piyanist marta argerich ile yaptıklarından bir demet var, linklerin içinde dolanırken dora'nın adına rastladığınız yerde soluklanınız.

bağlama

bağlamayla, halk müziği denen şeyle yapılanları düşününce hayli geniş bir müzikal topografyayı tarıyor buluyoruz kendimizi... erken cumhuriyet döneminde benimsenen, hala kimi trt programarında karşımıza çıkan 'modernleştirmeci' kafa, aslında hayli teksesli, çizgisel olan bağlama odaklı halk müziğini opera partisyonlarına, kanon katmanlarına dönüştürmüştü. tabii, bunun biraz dönüşmüş ve 'devrimci' halini, aksansız söyleyiş ve bas bariton sesle icra halinde ruhi su'da bulmuşluğumuz var. yorum'un, ezgi'nin ilk zamanlarının, çoğalarak ve synth etkisiyle çirkinleşerek beğeni sahnemizden çıkan başka 'sol' icraların aslında bu ekolün öğrencileri olduğunu kabul etmek gerek: duygu yüklü ve kuvvetliydiler ama müzikal zenginlikten gelmiyordu bu kuvvet, hepimiz kabul ederiz, değil mi?

bir zamanlar bir de çetin akdeniz vardı, onun yaptığını ancak gitarda yngwe (böyle mi yazılıyordu?) malmsteen'in yaptıklarıyla örneklemek lazım. arif sağ, muhlis akarsu, bir türlü susmayan mihriban'ıyla angara garında ikidebir karşılaştığımız musa eroğlu, işte, o bilindik 'muhabbet' tayfası, güzel işler çıkardılar çıkarmasına; ama gönül telimizi titretmek, başkalarına düştü: kardeş türküler'den daha zengin bir hali yok 'halk müziği' denen şeyin bu aralar..

tabii ki erkan oğur ve ismail hakkı demircioğlu'yu, cengiz özkan'ı; ve bilhassa eski roll ve express yazarı ulaş özdemir'i de not edelim: tatlı ve olgunlaşmamışlığıyla etkileyen sesi, tınlaması şahane dede sazıyla o da güzel işler yapıyor hakikatten..

erdal erzincan nam bir bağlama üstadımız var. kulağa daha çok kemane gibi duyulan kemençesiyle kayhan kalhor ve bağlamasıyla erdal erzincan 2006'da oturup bir kayıt yapmışlar: the wind.. müthiş bir ecm kapağı daha, tanıdık bir fotoğraftan..

kkee-wind

özellikle son parçada, "mevlam birçok dert vermiş"e girmeden önce yaptıklarını dinlerseniz, erdal erzincan'ın bambaşka bir zihne sahip olduğunu anlayacaksınız.. ilk dinlediğimde "neler oluyor yahu?" dediydim, ritmi koparana dek uğraştıydım baya.. geçende konserde yaptıklarını izleyip dinleyince kesin kanaat getirdim: sessizliği de iyi kullanıyorsa bir müzisyen, tamamdır o.. müthiş, müthiş...

Kahverengi Toplama Kaset

Kulak Maması'nı bir süre için tekrar amca ve yengesine emanet etmezden evvel 1990'ların sonlarında hayatımı değiştiren bir toplama kasetten bahsedeceğim tuttu sevgili mamacılar...
000a46c0_medium

90'ların bitip milenyuma girdiğimiz günlerdi. Mevsim genelde kıştı. Ülkenin en kalabalık iki şehri arasında mekik dokuyup her ikisinde de ayrı tuhaf er-genetik buhranlara sürükleniyordum. Günlük hayat açmazlarının çözümünün ruhani bir yerlerde aranmasının mantıksız olmadığı zamanlardan biriydi. Tabi henüz ortalıkta mp3'ler , iPod'lar , genişbant internet bağlantıları , fena halde ağır külliyatları cebinizde taşımanıza olanak veren sabit diskler filan yoktu tabi. Radyo çok daha yaygındı. Radyo hayatın pek önemli bir parçasıydı. Bu parçanın "o ana özel"liğini kırmak için eskiden beri kasete kayıt alırdım. Soğuk bir gece, bulanık bir görüntüye sahip olarak eve geldiğimde radyoda tesadüflerin en güzellerinden olduğunu daha sonra idrak edeceğim bir set ile karşılaştım. Şu anda esamesi okunmayan radyo kanallarından birinde , gecenin bir yarısı , saat farkını filan hiç gözetmeksizin Londra'daki bir klüpten canlı bir DJ Set'i yayınlanıyordu. 1990'ların ortalarından itibaren ortalığı kasıp kavuran Asian Underground , hala ismini cismini bilmediğim bir DJ'in plaklarından "anında" eve doluyordu. Hemen kimbilir içinde ne olan bir kasete kaydetmeye başladım çalanları ve kendimi bütün bir set boyunca (yanlış olmasın, set 2 saatin üzerindeydi. 90'lık kasetlerin iki yüzüne iki albüm çekenlere selam) büyülenmiş bir vaziyette setin karşısında ağzım açık otururken hatırlıyorum. Ağzına kadar dolan o kaset yıllar boyu defalarca üzerimize heryerimize boşaldıktan sonra, yine masal gibi bir biçimde ortadan kayboluverdi. Çoğunu takip edip yakalasam da , içerisindeki bazı parçaları bir daha asla bulamadım.

90'ların ortalarında İngiltere'yi iyiden iyiye sallayan bu müziğin geniş olmasa da "kafi" bir özeti tam da millet Y2K'i konuşmaya başladığı zamanlarda beni de benden almayı başarmıştı. Buradan öncelikle işi salt oryantalist bir turizm DJ'liği kisvesinden çıkarıp, altı üzeri "doldurulmuş" işlere imza atan State Of Bengal, Badmarsh&Shri, Nitin Sawhney, ve Transglobal Underground olmak üzere janrın bütün temsilcilerine teşekkürlerimi bir borç bilirim aslında. Sayelerinde ben 1990'ları bitirip 2000'lere geçebildim, o iki şehirden birindeki hayatımı seçip , orada "devam etmeye" karar verebildim , yalnızkenki sükunetimi tekrar alttan alta elde edebildim.

Sükunet.
Şu an burada olduğunuz için teşekkürler , ben de tekrar burada olmaya çalışacağım.Tekrar hoşçakalın.



Sükunet.

o taraflar

şivan perwer'in perwari'de doğmuş olduğunu düşünmüştüm, öyle değilmiş, urfalıymış kendileri. "peki perwari nereden çıktı?" diye soracak olursanız, 4-5 gün siirt'te bulundum da.. perwari de siirt'in bir kazası. başka kazalarından batman, petrolün tespitinden sonra almış yürümüş, siirt'ten büyük bir beton yığını olmuş. batman, duymuşsunuzdur, bir kaç yıl önce kadın intiharlarıyla gündeme gelmişti. siirt'in bir köyü olan eruh da, 1980'lerin ortasında tarihteki ilk pkk baskını ile gündeme gelmişti. güneydoğu, o gün bugündür gündemden asla çıkmadı, daha da çıkmaz.

netcafe01
(bu internet cafe'ye işaret eden ve aşağıda bahsi geçecek düğünü yakalamamızı, ona yakalanmamızı sağlayan r.ye selam)


siirt'in mahalli idaresi dtp'li selim sadak'ın eline geçti. bir önceki belediye başkanı mervan gül, istifa edip şehrin eniştesi rte'ye milletvekilliği ve tabii ki başbakanlık yolunu açan kişiydi, anımsarsınız (emine hanım siirt'in tillo köyünden). eh tabi bu fedakarlığın karşılığı da büyük olmuş: gelen parayı indhirragandhi etmiş allahın arabı.

evet, siirt halkı arap, kürt ve türklerden oluşuyor. türkler dışındaki herkes 3 dili de konuşuyor. türkler bir tek kendi dillerini konuşuyorlar. memur hepsi :)

bıttım denen bir meyveden çerez yapıyorlar, biraz daha ileri gidip sabununu da yapıyorlar. sabahın köründe oğlakları pişiriyorlar, 5ten 11e kadar yedin yedin, yemedin bayatlıyor büryan, kimse önermiyor.


4677_buyuk



"bırak turizmi (!!), müziğe gel" diyenler çıkacaksa, hemen başa döneceğim: şivan'ın kardeş türküler'le el ele yaptığı bir albüm vardı: roj u heyv. müthişti, tüm kardeş türküler ve tüm şivan perwer albümleri gibi müthişti, hepsinin toplamı kadar müthişti (burada işler karışıyor işte: matematik, evet müzikte mühim ama, ölçmeye yeltenince fıss..). insan o ülkenin o yanına gidince ister istemez bu güzelliğin kaynağını arıyor. üniversitelerde, ilokullarda, bol heykelli meydanlarda, taburlarda bulamıyor tabii ki.. eski siirt'in kurulu olduğu yamaçtan aşağı salınırken akşamın bir vakti, evlerinin birbirine yaslı durduğu dar sokakların bir kaçının birleştiği küçücük bir kesişimde, birden bir kürt düğünü sesleniveriyor: eski amfiler, bir bağlama, bir "synth", elinde mikrofonla o karmaşık halaya durmuş kardeşlerin ortasında şivan gırtlaklı bir adam söylüyor. bize de düğün sahibinden destur alıp yanlarına çökmek kalıyor..

siirt'ten dönerken yolu saran yemyeşil tepelerden birinin güneşe bakan yamacına kurulmuş bir asker gördüm: eşofmanları (aşortmen) üzerinde, birlikten bir hayli açılmış, özgürlük sınırına dek gelip dayanmış, kitap okuyordu boşluğun ortasında.. sabahtı.. sputnik geldi, geçti aklımızdan..

(bunu annesine anlattım, o uyuyordu.. kendi, denk gelirse, burada okur...)

Uzun ince bir yol

Birkaç gün evvel bir gölün kıyısında kulak mamasının naçizane amcası ve yengesiyle sessiz sakin oturup , sessiz sakin müzikler dinleyip , müziğin kişisel tarihimizi tutarkenki baskın rehberliğinden bir kez daha dem vururken, kişisel tarihimden mümkün mertebe "kırpıp atacağım" şu son 5-6 ayın belki de en güzel anının , yanımdakilerle birlikte , şu şarkının hüznünü duyduğum anlar olduğunu fark ettim. Hem iş o kadar "sıcak"ki , dinlerken insanın elleri ısınıyor, mütemadi olarak o ilk dinlediği kış akşamına dönme nostaljisi yaşatıyor. Amcalara , yengelere ve tabi ki Tony Gatlif 'e selamımızı çakmakta gecikmiyoruz , sizleri Naci En Alamo 'nun ateşi ile başbaşa bırakıyoruz.




Hiç değişmiyoruz değil mi?

2000'li yılların en başarılı debut'larından bahis açıp , ilk birkaç albüm içerisinde bu albümü sayacak her kişi ile sessiz sakin bir akşamüzeri (neden bahar aylarının akşamüstlerinin ışığı bi başka olur? Albümün kapağındaki renk olur güneş) oturup hiç konuşmadan birşeyler içerim.

1239f
Topluluğun bundan sonraki işleri ve popülaritesi ile çok haşır neşir ol(a)madık ama bu samimi albüm, dünyanın hiç akla hayale gelmeyecek köşelerinde bile kendisini söyletip, albümü ilk dinlediğimiz 2000'li yılların ilk birkaç ayını hatırlacaksa varsın kötü albümler yapıp köşeler dönsünler; hiç mühim değil.

Muhtemelen bu sitenin gediklileri oldukça aşinadır bu şarkılara ama , bizden rica , bir kez daha bir akşamüzeri susup hüzünlü bir Londra huzuru ile bir kez daha döndürsünler bu albümü. Hem bu müzik insana ne kaybettirebilir ki? Hem ben de 9 sene evvel böyle bir albüm kaydetmiş olsam Gwyneth Paltrow'dan bir kızım olur , adını da utanmadan "Apple" koyarım , ne var ki?
gpaltrow

Birini, birşeyleri mütemadi özlemek gibi. 9 sene evvel de hissyatı bu idi , hala bu. "We Never Change" özlenenin olsun.