palermo'da vurulasıca...

dün akşam wim wenders'ın son osurtusu palermo shooting'i izledim, mamaperverler.. lisanımı mazur görün: ama vallahi o kadar pahalı bir prodüksiyon, ve o kadar boş ki; insanın, yapımcılara, yaşlanmış ve kafayı yemiş yönetmenlere verecekleri parayı, kısa filmlerle muhayyilemizi canlandıran anarşist gençlere aktarma zorunluğu getiren bir yasayı destekleyesi geliyor. uzun olduğu kadar hakaretamiz de olan cümlelerimi mazur görün.


palermo_shooting


spoiler geliyor:

yaşlanmaya, ölüme kafayı takmış nice adamın nice filmini gördük: bergman'ın üstüne de tanımayız bu hususta. ama, hadi wenders'ı anladım; die toten hosen'in solisti campino'nun ne işi olur geç ortayaş kriziyle? ayrıca, oyunculukla da pek işi olmadığını biz bile ilk bir kaç sekansta anladık, vre wim, sen neden bu işi sonuna dek götürdün?

nedir o diyaloglar? filmin finaline yaklaşırken filmin baş karakteri bunalımlı fotoğrafçı finn (campino) ile ölüm (denis hopper) arasında geçen diyalog nedir? ölüm'ün, digital fotoğrafçılığa verip veriştirdiği, analog fotoğrafın 'essence'lerle işlediğini iddia ettiği sahneyi çekerken, sen körcesine inandın senaryona, gülmek gelmedi içinden ama, ya oyuncuların, dennis babanın saklayamadığı sırıtma müsveddesini de mi görmedin? hadi onu da görmedin, leica'nın digital rangefinder'ı m8 çıktığında, onun digitalliğinin leica'lığına halel getirmediğini savunduğun reklam filmini çektiğini de mi unuttun, vre şerefsiz!

güzel şeyler yok mu filmde? eh, var tabii. giovanna mezzogiorno var mesela. güzel kareler var mesela.. campino'nun sürekli elinde gezdirdiği plaubel makina 67 adında medium format bir bebek var mesela.. palermoda karşılaştığı bir kadının elinde arz-ı endam eden leica m7 var mesela. bir de, mamayı ilgilendiren güzel bir soundtrack var. [portishead'den the rip'e, get well soon'dan good friday'e, grinderman'dan dream'e (u2'yu andırıyor demeyin, ondan daha iyi) ve song for frank'e, ve en önemlisi irmin schmidt'den flavias thema I'e dikkat edelim derim.]

o kadar.

ayrılmayacağız

Kalite nedir sorusuna, diğer tüm subjektif kavramlara öngörülen tanım gibi, kitabın verdiği yanıt mesafeli : bir ürün ya da hizmetin belirlenen veya olabilecek ihtiyaçları karşılama kabiliyetine dayanan özelliklerin toplamı...
l_2023d8c4011b40269cc24484617e343e
Büyük Britanya menşeili Zoot Woman, 2001 yılındaki debutu "Living In A Magazine" ve onu takiben 2003 senesinde basılan "Zoot Woman" plaklarıyla bilhassa pop müzikteki kalite anlayışımızı ,ne kadar sakil bir tanım olsa da, yukarıdaki tanımda söylenen kıvama getirmiş, kararında süslü bir topluluk. Gün içerisinde herhangi bir saatte kulaklarınıza değse ne üzerinde çok düşüneceğiniz ne de onu tırmalayacak bir müzik ile , hem moda camiasına hem de "kaliteli pop müzik nedir?" düşüncesine hayatlarında en az bir kez olsun takılmış olan herkese ilaç oluyor.
l_ffc55feffbda437e9de12a25c1894fb3
Sonuncusunun üzerinden 6 sene sonra, dumanı üzerinde tüten üçüncü albümleri ile soframıza gelen yeni mama Zoot Woman. Albüm ilk iki uzunçalardaki tüm referansları sürdürüyor, kaliteli bir pop müzik içerisine olmazsa olmaz electro,electro-clash,new wave,house,rock soslarıyla vokalist Adam Blake'in o naif ve sakin tavrını iliştiriveriyor.
Bizim için uzak bir ihtimal olarak görünmekle beraber , ana akım dinleyici üzerindeki etkisi ilk iki albüm kadar olur mu bilinmez. Keza bu albümün o raddeye gelip gelemeyeceğini söylemek için henüz çok erken. Belki de 6 sene albüm yayınlamadan turne yapmaya vesile olacak kadar çok beğeni kazanan o ilk iki albümün tamamiyle sindirilip bağırsaklara gitmesini bekleme taakatini gösteren gruba, biz de bu sabrı gösterebiliriz. Tıpkı gardırobun önündeki kararsızlık zamanlarında kendimize veya birisine gösterdiğimiz sabır gibi.

Zira bu gezegende herkes bir diğerine "belirlenen veya olabilecek ihtiyaçları karşılama kabiliyetine dayanan özelliklerin toplamı" değil mi son kertede?
İlk bakışta "Memory" ve bilhassa "We Won't Break" e pür dikkat. Kaliteli dinlemeler.