hayatın anlamı ne?


Enstrümental Hip Hop ve Sampling üstadı DJ Shadow'u (Joshua Paul Davis), nefasetinden sual olunmayan "Six Weeks" ten ibaret görmeyenler için sıradaki mamamız sevgili mamacılar. 90'lı yılların başlarından itibaren gerek solo albümlerinde, gerekse hepsi ayrı ayrı ses getiren "birlikteliklerinde" (UNKLE, Richard Ashcroft, Cut Chemist, Keane, DJ Krush...) yaklaşık 60.000 parçalık şakaya gelmeyecek plak arşivinin hakkını sonuna kadar veren DJ Shadow, 2004 senesinde canlı performansının da nelere kadir olabileceğini In Tune And On Time isimli (albümün isminin güzelliğine bakar mısınız?) canlı kayıtta da cümle aleme kanıtladı.





Diyeceksiniz ki betimlenip, kanıtlanan şey tam olarak ne? Albüme bir kulak atın önce, sonra düşünelim nedir anlatılan? Sampling'in ne demek olduğu mu? Plak koleksiyonerliğinin kötü bir müzik dinleyicisini iyi bir müzik dinleyicisi haline getirmese de, iyi bir müzik dinleyicisini çok daha iyi bir müzik dinleyicisi haline getireceği mi? Şu ana kadar yapılan, basılan tüm müziklere, hikayelere saygı duruşunda bulunmanın nasıl estesize edilebileceği mi? Yoksa hepsinden öte, "What Does Your Soul Look Like (Part 3)" te, 1970 tarihli saykadelik Hollins&Starr plağı Sidewalks Talking'de yer alan "Twin City Prayer" sample'lı hayatın anlamı mı?

başka seçeneği olmadığı için hep aynı dünyanın üzerinde ışıldayan güneş


Birkaç haftadır süregelen "şehirdeki kelebek bolluğu" durumunu bahane ederek birdenbire "değinilmeyene değinme" cesareti gösteriyor şu kulunuz sevgili kulak maması reseptörleri. İlim insanlarının 4-5 senelik döngüler halinde oldukça olağan gördükleri bu kelebek nüfusundaki patlama, insanın kitaplıklardan birinin çok uzunca bir zamandır el atılmamış bir rafına uzanması ve akabinde o karanlık delikten birden çıkıp uçan bir büyük kelebek ile son raddesine ulaştı.

Murphy bir türlü elini kurtaramıyordu. Her an ev sahibesinin ya da başka bir kiracının merdivende, ürkütücü adımlarını duymayı bekliyordu. Telefonun sakince uluması onunla alay ediyordu sanki. Sonunda bir elini kurtardı ve alıcıyı yakaladı, yere fırlatacağına şaşkınlıkla kulağına götürdü.
"Tanrı cezanı versin," dedi.
"Veriyor" diye yanıtladı Celia.


Takdir edersiniz, bu satırların yazarı için bir kitaplık rafından çıkıp doğruca hoperlörlerin üzerine konuveren kocaman bir kelebek, o mesafeyi kat ederken çırptığı kanat sayısının bilmem-umursamam-kaç katı koridorlara çıkan kapılar açıverdi. Belki de bu ahmakça yanılsama ona "şu ana kadar yazıl(a)mamış"ı yazdırdı.

Ay, çarpıcı bir rastlantıyla hem dolunay biçimini almış, hem de yörüngesinde yeryüzüne en yakın noktasına ulaşarak, dört yıldan bu yana ilk kez, dünyaya 47.000 km. daha yaklaşmıştı. Olağanüstü gelgitler bekleniyordu. Lakin Londra Liman yetkilileri sakindiler.

Hemen hemen her şeyin Samuel Beckett'in tasvir ettiği gibi vücut bulduğu 2001 senesinde, birçoklarına göre şaşırtıcı derecede çığır açan bir önceki kayıt Kid A'den arta kalanlardan oluştuğu söylenen Amnesiac kütüphanelerdeki yerini aldı. Grubun birçoklarının kulağına göre yaptığı o keskin U dönüşü, yorulabilecek hemen herşeye yoruldu bugüne kadar. O zaman da hissimiz aynı idi, hala aynı : U dönüşünden ziyade bir "O" çizmek gibi, anlatılmak istenenin "sadece batıya gidersen, çok yol aldığını sanır ama başladığın yere varırsın" hesabından ibaret olduğu fikrimiz baki. Grubun başatlarının 1990'ların sonunda meşhur W.A.R.P. tayfasının (Autechre başta olmak üzere Squarepusher, Plaid, Boards Of Canada, yer yer Future Sound Of London, vb.) etkisinde ne kadar kaldıkları aşikarken, kırılan bu dümenin şaşırtıcı olması sadece muhafazakarlığa delalet.

Ne yazık ki öykümüzün "Murphy'nin Usu" diye adlandıracağımız şeyi tanımlayacak yerine gelmiş bulunuyoruz. Tanrıya şükür bu aleti gerçekte olduğu biçimde ele alacak değiliz, oldukça yersiz ve gereksiz bir tutum olurdu bu. Yalnızca Murphy'nin usunu duyumsayışı ve tasarlayışı üzerinde yoğunlaşacağız. Her şeyin ötesinde, Murphy'nin usu, bütün bu bilgilerin kaynağı durumunda. Şu geldiğimiz noktada, usuna ayrılan kısa bölüm, daha fazla özür göstermek zorunluluğundan kurtaracak bizi.


Kelebeklerin geri geri de uçabilen yegane mahlukat olduklarını garip bir kahvaltı sofrasında duymamız bile şu anda okuduğunuz satırlar yazılırken "Like Spinning Plates" titreyen hoperlördeki yerini olanca sakinliğince koruyan kahverengi kelebek kadar şaşırtmamıştı. Takdir edersiniz, bu satırların yazarı için bir kitaplık rafından çıkıp doğruca hoperlörlerin üzerine konuveren kocaman bir kelebekten daha heyecan verici olan tek şey o kelebeğin hoperlöre konduğu gibi kalakalmasıdır. Bu albümü 2001 yılından beri her duyuşumuzda bizim de kalakaldığımız gibi. Aynı.

Aynı ikindinin ilerleyen saatlerinde, sallanan iskemlesinde geçen nice verimsiz saat sonunda, tam Celia öyküsünü anlatmaya koyulduğunda, MRSM birden müziği, müziği, MÜZİĞİ imlemeye başladı. Dost bestecinin izniyle, üçlü, beşli, yedili, ve dokuzlu ya da kağıda geçirilmiş başka bir feryat biçimindeydi. Murphy bunu hayırlı bir haber olarak yorumladı, çünkü yüreklendirilmeye öylesine gereksinme duyuordu ki.

Alıntılar : Samuel Beckett, Murphy
Murphy/Les Editions de Minuit, 1965 (Fr.)
Murphy/Picador, 1982 (İng.)
Murphy, 1994 (Tr.) (Ayrıntı Yayınları)

elbette ki "dub"le


1960'ların sonlarında Kingston, Jamaika doğumlu canparemiz reggae'nin bir alt başlığı olarak hoperlörlerden midemize vurmaya başlayan dub, genellikle bağlı bulunduğu janra olan sadakati ile beraber onu aksaklaştırıp, bozup, yeniden düzenlemeyi ve tanımlamayı aynı turntable içinde eritti. Bir olguya göbekten ve gönülden bağlı olup da, onu seneler boyu bambaşka yerlere (misal modern dub'ın kaleleri Fransa, İngiltere gibi) ve buralardaki yeraltı kültürlerine sokup, hatta işi orada da bırakmayarak, başlı başına bağımsız bir alt-kültür yaratan ikinci bir janr daha bulmak zordur heralde musiki tarihinde.
Mevzunun başından beri reggae plakları içine gömülü DJ'ler ve sesçiler (sound system) o plaklardaki vokalleri bir şekilde dışarıya alıp, bas yürüyüşlerini ve vurmalıları "dub"leleştirirken bu deneyin nelere yol açacağını biliyorlar mıydı bilemeyiz lakin, 1970'lerin başlarından itibaren olay yavaştan Lee "Scratch" Perry, Keith Hudson, Errol Thompson ve tabi ki King Tubby gibi isimlerle yerüstünde iyiden iyiye görünmeye başlamıştı bile. Yeryüzüne çıktıkça ve takvimler 1980'lere doğru ilerledikçe Hip Hop ve Punk gibi "belirleyici" türlerle de çiftleşmeyi ihmal etmeyen dub, 2000'lere gelindiğinde ise adeta vazgeçilmez bir "baba" (90'lardaki trip hop, başlı başına downtempo, tekno, jungle, drum and bass, dubstep, house, chill out, hip hop ve hatta jazz Dub'ın dölleri olmasa ne halde olurdu kim bilir?) olan Dub'a ne kadar saygı duysak az. Gayet oturaklı bir özet olan bu iki toplama vesilesi ile, dublelenen bass'ları ve 60'ların sonlarında sıcak Jamaika stüdyolarındaki terli DJ'lerin elinde doğduğundan bu yana sebep olduğu herşeyin "ağırlığı"nı size emanet ediyoruz.

Önünüzde bir yol ayrımı var sevgili mamacılar; ya Dub hakkında tamamiyle öznel, yer yer tutarsız ve emprovize bir yazı okuyacaksınız (ki burdaysanız yüksek ihtimalle okudunuz bile) ya da hemen şu toplamaları "deneyimlemeye" koyulacaksınız :

Hi-Fidelity Dub Sessions Chapter 1

Hi-Fidelity Dub Sessions Chapter 2

Hi-Fidelity Dub Sessions Chapter 3

Hi-Fidelity Dub Sessions Chapter 4

Hi-Fidelity Dub Sessions Chapter 5