bereketli hafta sonları...

oturduğumuz yerden çıktığımız tuhaf seyahatlerin sonuna yaklaşıyoruz, kıymetli mamaperverler. zira artık "orada olma" vakti geldi, hatta geçiyor. daha önce duyurduğumuz the cinematic orchestra buluşmasına bu kadar az kalmışken; yüreğimiz, kafasını otobanda hızla seyreden bir arabanın yarıya dek açık arka camından keyifle dışarı uzatan bir boxer'ın sarkık üst dudaklarının rüzgarla titreyişi gibi pırpır ediyorken, yeni bir haber daha geldi, kalp sektesinden göçeyazdık, billahi!

bir önceki giriden erişebileceğiniz ingiliz şekerleri stateless'ın yanısıra eskmo, luke vibert, ve anchorsong'un misafir edileceği bir büyük "event" 20 kasım günü koko'da gerçekleşiyor. ev sahibi kim mi? plaid ve red snapper! "yıkılıyo" kafası! bu vakaya soundcrash demeyeceğiz de neye diyeceğiz, değil mi?





kimini anlatmaya gerek yok, kimiyle biz de yeni müşerref olduk. dahası memnun da olduk. nicedir playlistimizde aynı şeyler dönüp durmaktaydı ki ninja tune'un tazesi, flying lotus'un her manada memleketlisi eskmo geldi, cloudlight nam parçasıyla karanlığımızı kesifleştirdi. amon tobin'le bir araya gelip eskamon mahlasıyla (aile şirketi adı gibi, değil mi?) yaptıkları fine objects'in size ne tat vereceğini bilmem ama, björk'ün joga'sına yaptığı muamele, bizim kulağımızın damağında kaldı, kalacak.

masaaki yoshida, ya da karıştırmayalım işleri, anchorsong, pek çok şeyin başkenti tokyo'dan kalkıp herşeyin başkenti londra'ya yerleşeli epey vakit olmuş. şarkılarını dinlemek elbet güzel, ama live videolarını izlemenin lezzeti ayrı. zira videolarda, hayli asosyal görünümlü bu uzakdoğulunun maharetli parmaklarının, parçaları börek yufkası açar gibi katman katman üstüste dizerken; aralara da çello, keman, piyanodan müteşekkil "iç" koyarken; kıvamı nasıl tutturduğunu seyreyliyoruz. neden bu karanlık tonları ölesiye seviyoruz?

abartmaya lüzum yok: "ben artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum" diyecek cüret ve yetenek bünyede mevcut değil. ama, videoyla mp3 ile de bir yere kadar, değil mi canım! şarkı dinlemek istiyoruz, hemen şimdi canlı istiyoruz bunu! mama'nın şu aralar adada ikamet eden iki yazarı, "orada olacağız". kafamız yerinde olursa -sizce?- blog yazarı sorumluluğumuzu yerine getirip izlenimlerimizi sadece sizler için yazıya dökeceğiz, ciciler. bizi yemeğe beklemeyin, geç geliriz.

matilda, güzelliğinden deliliğin eşiğindeğiz


2002 yılında Leeds'ten yola çıkan topluluk Stateless, bu senenin sonlarına doğru derenin akışını canpare plak şirketi Ninja Tune ile anlaşarak değiştirdi. Bu birliktelikten dünyaya 2011 yılında gelecek uzunçalar Matilda ve ondan uzaya bırakılan ilk single Ariel her şeyiyle bizi tarifsiz duygulara ittirdi. Cebren.

Hani burada Stateless hakkında işi Radiohead'den alıp DJ Shadow'a uzattığına, lakin orada da fazla bırakmadan Hot Chip sosuna batırarak Cooper Temple Clause üzerinden Sonic Youth uçurarak "Dubstep Basları Diyarı" durağına götürdüğünü yazabilirdik. Hatta Cex, Nautilus ve Venetian Snares gibi "Elektronik Deliler Evi" kapısından Orhan Gencebay-Erkin Koray saykodelyasına gittiğini; yetinmeyip, Jeff Buckley üzerinden Autechre'ye uzandığını da yazabilirdik. Ama yazmıyoruz, çünkü kifayetsiziz. Tek bir single ile bize bunları yaptırıp da bu paragraftaki saçmalıklarımızı "Aslında müzikal olarak yersiz, yurtsuzuz galiba biz. İsmimiz de ordan geliyor; ondan böyle bi müzik çıkıyor ortaya" diyen topluluk elemanlarından David Levin'a kulak veriyoruz. Ama bir an için. Sonra tekrar Ariel'a dönüyoruz. Sonra tekrar. Ta ki o kıvama gelene kadar. Diyeceksiniz hangi kıvama? Herşeyi de dillendirebilsek, kulağa ne gerek kalırdı değil mi?