inkisar

"Onu okuma sen." diyor. "Bence zamanı değil." Tamam, ama "Neden ve ne zaman okumalı?" diye sormayı elbette unuttu.

Sonra masadaki diğer kadın diyor ki, "Yapamıyorum." Koskoca adam da utanmadan aynı şeyleri söylüyor kadına. Lirik lirik. Melodi bile rakı kokmaya başladı artık.

Hararetle konuşan üç kişi var o sırada. Küçük kadın içinden konuşuyor hep sustuğu gibi. Didiklenen hatıralar arasından bir türlü yan sandalyedeki adamın anlattıkları gelmiyor -diğer kadına nazaran daha küçük kadının- hafızasına.

Küçük kadın "Neredeydin ki o sırada?" diye sorarken kendine, uzun parmaklı koskoca adam da dönüp aynı soruyu soruveriyor.

Diğer kadın ve koskoca adamın birbirine söylediklerini mi düşünmeli, yoksa niye hatırlamadığını sesli de sorguladıktan sonra "Önemsememişsindir." denilen, halbuki -oh be! sonunda insana kendini hatırlatan ve tekrar sevdiren- fotoğrafı bir türlü çekilememiş güzel anıları mı?

Yan sandalyede oturan uzun parmaklı el, hatırlayamadığının utancıyla başını öne eğen küçük kadının saçlarına hafifçe dokunuyor. "Ne var, ne yok."

İşte şimdi virgülün varlığı ya da soru işaretinin eksikliği, her şeyin anlamını değiştiriyor.

Ama hepsinin öncesinde, aşağıdaki kadar susuyor dört kişi.