"ahırkapı, aksak lisan"

ahırkapı roman orkestrası şehrimize uğradı. aslında, başka roman orkestraları (mesela taraf de haidouks) gibiler muhtemelen: üyelerin sayıları, isimleri filan belli olmuyor, mahallede kim varsa o geliyor. (grup yorum'un özel durumundan biraz farklı sanırım: onlar, o sırada içeride olmayanlarla çalıyorlar.)

yine kimi başka roman orkestraları gibi elektronize de olmuşlar -electrogypsy compilation'ları hatırlayalım: digital davul, bol synth, biraz club havasına uydurulmuş coşkunluk. kafalarında makedon romanlarının çokça işlenmiş artık yorgun düşmüş (bayılıyorum şu exhausted sıfatına) imajından apartma kısa kenarlı fötrler, neyi yeniden üretiklerini farketmeden güzel güzel çaldılar söylediler. kiremit fabrikasından bozma hangarvari klübün müdavimleri, taşra zengini ruhuna sahip anadolu kaplanları, konuk sanatçı kim olursa olsun yoklamada yok yazılmama midesizliğine sahip tuhaf genç kesim oradaydı (ne kadar sekterim, değil mi dostlar?). ahırkapı da kendini böyle bir şeye göre hazırlamış, inşa etmiş zaten, anladığımız kadarıyla: yukarıda bahsi geçen müzikal karma, en derin çingene ağıtlarını dahi delip sırıtıyor.

tutup authenticity arayışına girecek değilim; ne var ki taraf de haidouks'un, ekrem&gypsy groovz'un, trio bulgarka'nın, les yeux noirs'ın, bratsch'ın, daha sayamadığım pek çok grubun canlı yahut hücum kayıtlarındaki tadı, konserde bile ahırkapı'dan alamamak üzdü bizi. göbek atmadık demiyorum, buna dikkat edin! bilen bilir, asker ziyareti için trakya yollarına düştüğümüzde, bir sınırı geçince içimiz kaynayan insanlarız haddizatında.

koudelka1

artık kusturica'danınkilerdense gatlif'in ve koudelka'nın (bkz. üst satır) çingene imgelerine, "ne neşeliler, değil miiii?" muhabbetindense kentsel dönüşüm durumlarına, ve tabii synth destekli club gypsy havalarındansa akustik, orijinal kayıtlara meylimiz var.

velhasılı, olmadı. aslını arasak bulamayız tabii ki artık roman müziğinin, sadece doğallıkla sokakta söyleneninden, çalınanından dem vurabiliriz. o yüzden, çırılçıplak kayıtları içeren roman olsun albümü, pek kıymetli yapımcı kalan müzik'ten geliyor, derin bir roman mahallesi hissi bırakıyor, soldan çıkıyor.


2rxy6u1

ulrike haage

nick ve mark

nick cave, malum, kötü tohumlarla birlikte, dig lazarus dig adlı bir albüm yaptı yakınlarda.. son zamanlarda durulduğuna inandığımız emekli serseri, ihtiyar punk, yine sallıyor, yuvarlıyor. bir yandan da acayip bir hikayenin, tam bir şehir hikayesinin içinde dolanıp duruyor.


dig-lazarus


sapkın bir sükunet ve hüzünle sevdiği kadının başını ezme arzusunu hikaye ettiği, cinayeti normalleştiren, gündelik olan içine davet eden o meşhur albümün tadı ağzımızdan hiç gitmediydi; ama sonraki depresifliğinden de müteşekki değildik.

nick cave mani ile depresyon arasında salınıp duran, şımarık ve gösterişli, frapan bir şair.. karşısında bugün yürürken aklıma düşüveren -yaşı benzemesin- mark sandman var: morphine'in müzmin depresif kurucusu, 99'da aramızdan ayrılmıştı.

morphine20-20cure20for20pain


cure for pain'in en bilindik parçalarından candy'de nick cave'in sevgiliyi öldürme meylini ters köşeye yatırıyor: sevgilinin zaten ölü olduğunu, hatta onu da kumun altındaki aleme davet ettiğini hayli sakin bir biçimde mırıldanıyor. "Candy asked me if she died if I could go on / Of course I said I couldn't and of course we knew that's wrong". unutulur yanı var mı bu sözlerin, ha?
hayvanlar alemi, tanıdığım iki tanesi sükut müptelası dört arkadaşın tuhaf rüyalarından oluşuyor.

gonca bıyıka

mi nina lola, "mi ninya lola" diye okunuyor. n'nin üzerinde bir tilda işareti (~) var, çünkü... ne demek peki? bilmiyorum. internetten bakasım da yok açıkçası.. isteyen baksın. mallorka'dan seslenen "çukulata renkli" bu müthiş kadın "kadife" sesiyle ne söylese dinlenir. anlam peşinde koşacak değiliz.


concha-buika-lola-cover


"ruhumuzun mührünü kıran kadınlar" serisine mi dönüştürsek yahu şu "yıkıcılıkta sınır tanımayan kadınlar" serimizin adını?

peyk

peyk, 'uydu' demekmiş. peki neyin uydusu? ilk şarkıdan itibaren vokalde bono havası seziliyor, değil mi? ama o riyakar pezewengle alakaları yok peykçilerin. uzun zamandır hafif ateşte piştiği belli, helmelenmiş, yoğun, oturmuş bir karakter var sözlerde, müziklerde.. bir buçuk iki senedir ara ara dinliyorum (ki bu, albümün benim bünyem tarafından 'iyi albüm' kategorisine yerleştirilmiş olduğu anlamına geliyor), seviyorum billahi..


270155_2



"ben bu aşkın ızdırabını..." küfründen tutun, "düşünme, kaybolursun" nasihatine dek; bunalımının lüzumundan fazla uzun sürdüğünü düşünsek de bir biçimde hayranlık duyduğumuz, uzaktan uzaktan sevdiğimiz bir arkadaş gibi, peyk.