Şef:
sputnick
on 6 Mart 2011
/
Comments: (0)
kuzey avrupa 'sakinleri'nin ilahiyatla imtihanına dair şaşırtıcı bilgiler edindik ilkgençliğimizde, black metal grupları sağolsun. ateizmin bu denli yaygın olduğu bir yerin varolduğunu bilmek nasıl da heyecanlandırmıştı hepimizi! sonra sert, ahlakçı ve absürd kültür ürünleriyle iştigal ettik yıllarca: lars von trier'inkilerden aki kairusmaki'ninkilere tuhaf bir rotada seyreden -ve seyrettiren- hikayeler oralarda neler olduğunu anlatmaya girişti.
tekinsiz sükunet
Şef:
sputnick
/
Comments: (2)
adorno/horkheimerci kültür aydınlanmacılığını bırakalı çok zaman oldu: "popüler kültür yekten yozdur; zira endüstriyel üretimin ve dahi dağıtımın yapısı, kültür ürünlerine nüfuz ettiğinde bozar onları" demeye cesaret etmek mümkün değil nicedir. ada'da buna örnek teşkil edecek ve müzik endüstrisinin bokunda boncuk, hatta inci bulmayı mümkün kılacak tuhaf şeyler oluyor. (ne de olsa, yine buraların çocuğu john fowles'un lafzında egosentriklikten öteye giden bir muzırlık var: "çok satan roman iyi olamaz, benimkiler hariç!") aynı minvalde devam eden ve hayli popüler hale gelen bir takım veletin çok sıkı işler çıkardığını görmek, duymak, nicedir içine düştüğümüz karanlık güney londra atmosferini -en azından bir süreliğine- dağıtıveriyor.
james blake, kısa sürede genç bir efsane haline geldi. hakediyor da kerata, zira tıpkı fink'te olduğu üzere (ve fink'in 'piç'liğinden arınmış, daha karanlık sulara açılmış bir halde) pek çok genre'ın süzülmüş halini, yetingen -ama hayli cesur- dokunuşlarla müziğine işlemiş. kimi zaman eni konu gospel geleneğine yaslanan, kimi zaman vocoder numaralarına girişen jimi, arkada akan hayli hazmedilebilir r&b strüktürünü şahane minimal dokunuşlarla electronica'nın alanına davet ediyor. kimi zaman lennon'a, hatta elton john'a uzanan beklendik referanslar bir kenara konursa (hadi, biraz zorlayarak da olsa kapakta tespit ettiğimiz francis bacon referansını da ekleyelim); elemanın ses tonu, sükuneti, dinlerken verdiği huzursuz hüzün, kırılganlık, ve güftelerindeki şairanelik, hala mississippi'nin çamurlu kıyılarından seslenen merhum jeff buckley'i andırıyor -flying lotus'u da dinlemiş bir jeff buckley'i.. biraz da bağımsız damardan akan sufjan stevens, devendra banhart, beck gibi tuhaf tipleri.
ada, yeni dünya'ya sürekli cevap yetiştirmekle uğraşıyor. yahut tersi. her ikisi de iyi gidiyorlar.
james blake, kısa sürede genç bir efsane haline geldi. hakediyor da kerata, zira tıpkı fink'te olduğu üzere (ve fink'in 'piç'liğinden arınmış, daha karanlık sulara açılmış bir halde) pek çok genre'ın süzülmüş halini, yetingen -ama hayli cesur- dokunuşlarla müziğine işlemiş. kimi zaman eni konu gospel geleneğine yaslanan, kimi zaman vocoder numaralarına girişen jimi, arkada akan hayli hazmedilebilir r&b strüktürünü şahane minimal dokunuşlarla electronica'nın alanına davet ediyor. kimi zaman lennon'a, hatta elton john'a uzanan beklendik referanslar bir kenara konursa (hadi, biraz zorlayarak da olsa kapakta tespit ettiğimiz francis bacon referansını da ekleyelim); elemanın ses tonu, sükuneti, dinlerken verdiği huzursuz hüzün, kırılganlık, ve güftelerindeki şairanelik, hala mississippi'nin çamurlu kıyılarından seslenen merhum jeff buckley'i andırıyor -flying lotus'u da dinlemiş bir jeff buckley'i.. biraz da bağımsız damardan akan sufjan stevens, devendra banhart, beck gibi tuhaf tipleri.
ada, yeni dünya'ya sürekli cevap yetiştirmekle uğraşıyor. yahut tersi. her ikisi de iyi gidiyorlar.