Daha evvel, üzerine kelimenin her anlamıyla "hafifçe" eğildiğimiz düalite mevzusunun asıl tezahürü "içerde" gerçekleşen. Bunu sanırız basit bir kararsızlık hali gibi algılamaktan ziyade, farkında olmasalar da birbirleriyle bütünleşik ve gayet aleni bir kavga içerisinde olan iki hale yormak mümkün. Her iki tavırdan birinin diğeri ile çatışmaktan çok ezişmeye (gerilime) düştüğü anlarda, tanımı kendinden menkul akıl sağlığının korunması da sağdan soldan gelen harici gazellere kalıyor kuşkusuz.
Bu tuhaf girizgahın ardından gelişme kısmını sonra bırakarak doğrudan doğruya sonuç kısmına geliyoruz. Ve postmodern roman ve denemelerinden çok "Aristos" monoloğu ile (Mitos Yayınları, 1997 - Ayrıntı Yayınları, 2001) bizi vuran John Fowles'a kulak veriyoruz.
Adet olduğu üzere yaptığımız betimleme şudur: 'Beynimde olup biten bu rahatsızlığın bilincindeyim.' Ancak şöyle demek daha doğru olur: 'Bu rahatsızlık rahatsız etti ve rahatsızlık, rahatsızlığın yansıtıcısının, yani bu ifadeyi bildiren kişinin, içinde varolduğu özel deneyim alanında cereyan etti.' Böylelikle, 'Ben' sadece elverişli bir coğrafi betimlemedir; mutlak bir varlık değil.
Son zamanlarda biraz fazla tezahürat aldığına kanaat getirmeye başladığımız Nicolas Jaar'ın, Dave Harrington ile birlikte kotardığı kısaçalar DARKSIDE'daki üç iyi parçadan biri bana, biri size, biri de o düalitenin mutlak bir varlığı ifade etmeyen aktarıcısına düşmüş. Kerevete çıkacak kimse kalmamış.