ian brown aksanı

110536
BritPop aşkımızın Madchester Sound yaratıcılarından Stone Roses ile de süslendiği milattan önceki tarihlerden bu yana, Ian Brown ile aramız her daim iyi oldu. O aradı sordu, biz bazen başka mahallelere gidip, eski komşuları unutuverdik. Küsmedi, arada saçmaladığı oldu ama hiçbir zaman bizi yarı yolda bırakmadı. Charles Darwin'in Simon Green (a.k.a Bonobo) ve Gorillaz ile beraber en sağlam sağlamalarından olan eski dost Ian, 2009 yılında da boş durmadı ve yeni albümü My Way 'i piyasayı çıkarttı. Adamımızın Stone Roses dağıldıktan sonra atıldığı solo yolculuğunda bu albüm, Solarized albümü kadar yüreğimizden yakalamasa da, eski mahalledeki dostumuzu bizlere tekrar hatırlatması babında mühim. Yine de albümün sürprizi 1969 tarihli Zager And Evans güzellemesi "In The Year 2525" ın Ian yorumu. Telafuz ve diksiyon ne çok şeyi değiştiriyor hayatta...Eski Stone Roses günlerini ve bilhassa da Solarized albümünü hala aratsan da Ian, ölümüne İngiliz aksanı ile tekrarlıyoruz : We love you! Biz love'u "lov" diye , kızlar sunrise'ı "sonraayz" diye telaffuz edişine hasta.

ağza bir parmak bal

i) Evvela:
Play tuşuna basın.






ii) Ardından:
Videonun ses kalitesinin berbatlığını göz ardı ederek bir daha "Play" tuşuna basın.

iii) Sonraki adım:
Bir süre sessizlik.

iv) Sonuç:
Birkaç giri evvel cover hadisesi için bellediğimiz düsturumuzun "remix" meselesi için de aynen geçerli olması gerektiğine dair birkaç laf etmiştik. Tutkularımızdan biri Tosca'nın G Stone etiketi ile yayınlanmış "Different Tastes Of Honey" plağı (birinci kısım, ikinci kısım) , kartonetinde de dediği gibi, salt Honey adlı parçanın farklı isimler tarafından kotarılmış remixlerinden ibaret bir plak değil; hakikaten bir "tema"nın (theme) baştan aşağı yeniden çalışılmasıyla oluşturulmuş bir parçalar bütünü. Bütünden ayrıntılara doğru indiğinizde "Markus Kienzl Dub" ve "Supatone 1 Dub" yavaşça diğerlerinin arasından kayıveriyor.
Notlar :
Yukarı çıkıp bir kez daha play tuşuna basın.b8e70a6e27ae75acef92767f26a_prev

*"Ne, yorumlar kısmında bir sürpriz mi bekliyor bizi?"

alfaları rasta yapalım

horace_andy_alpha
Mevzunun kalbi olan Kingston Town/Jamaika doğumlu Horace Andy, esasında 1972 senesinde basılan Skylarking plağından beri işin içinde olmasına rağmen ana akım ilgiyi ve takdiri 90'larda Massive Attack ile kaydettiği bir dizi albümle yakaladı. Trip Hop içine tavuğa köri gibi gelen Horace'ın reggae sosu o kadar ilgi gördü ki, yeni yetme vefakat ziyadesiyle gelecek vaadeden oluşum Alpha'da ustayla bir uzunçalar kaydetmekte sakınca görmedi. Horace Andy'nin 2010 senesinde raflarda olması öngörülen yeni Massive Attack kaydında da mühim rol üstleneceği söylenedursun, abinin biraz daha "özgür" takılabildiği, istediğini biraz daha ticari başarı kaygısı gözetmeksizin yapabildiği bir kayıtla karşı karşıyayız sevgili mamacillolar.

Hani son günlerde web'de dönen Myspace ve LastFM sitelerine erişimin, internet erişiminin neredeyse tüm ülkede beceriksiz bir tekelin elinde olduğu bir üçüncü dünya ülkesinden beklenebilecek şekilde yasaklanmasına istinaden dönen tartışmaları bahane edip, yaklaşık 10-15 senedir tartışılagelen "dijital ortamda müziğin paylaşımı ve telif hakları" konusuna istemeden de olsa bulaşıyor ve hazır laf Jamaika'dan açılmışken, Jamaikalı bir plak yapımcısı olan Dermott Hussey'in seneler seneler evvelki duruşuna saygı duruşu ile karşılık veriyoruz : "Bir şarkının telif hakkına sahip olabilirsiniz ama bir ritminkine sahip olamazsınız..."
Hepimizin aklına "vücuduma sahip olabilirsin ama ruhuma asla" klişesi geldi değil mi? Kesinlike doğru yerdesiniz.

harbici fikirler'den harbici 'cover'lar

tru-thoughts-covers


işte, cover hususundaki naçiz fikrimizi doğrulayan bir albüm. TruThoughts ailesinin birbirinden şahane üyeleri geliyor, ailenin büyüklerinden quantic portishead'den, hüzünlü kızkardeş kylie auldist jeff buckley'den, ablası lizzy parks frank sinatra'dan, dahası alice russell white stripes'dan apartıyor; yeniden yapıyor: önce roll'llama, sonra funk'lama. her biri birbirinden neşeli yorumlarda oturduğumuz odanın dışına, hafif hafif salınmadan eni konu kudurmaya vecdeyleyeceğimiz dans pistine doğru püskürtülüyoruz.

eh, kapak da harika!

"ne aile be! breh breh!" demekten, bir gün onların evine evlatlık yahut yanaşma olma hayali kurmaktan başka bir şey kalmıyor, yapacak..

metropol mü dediniz?

"fish, chips, cups o' tea, bad food, worse weather, marry fuckin' poppins" tasvirinin gazıyla tracklist'imize, alfabetik sırayla şunları doldurmuştuk:

beth gibbons and rustin man, blur, bonobo, the cinematic orchestra, the clash, coldplay, fink, portishead, pulp, radiohead, richard ashcroft, sex pistols, thom yorke, travis, the verve.

yukarıdaki "in a nutshell" tanım "proved wrong, actually". neden derseniz, fish'n'chips hayli ağır olduğundan arkadaşlarca önerilmedi, yemedik. çay asla içilmedi ('ale' varken çay ne ki!). yemekler lezizdi; tuhaf ama, hava da pek hoştu. şemsiyesiz bir london.. hakikatten, tuhaf.

sabahları, metropole, pek tabii ki 'anarchy in UK' ile duhul edildi. underground'un son seferi yakalandıktan sonra beth gibbons and rustin man'dan mysteries'le günün yorgunluğu damıtıldı.

mexico'da modernizm

mexico
Minimal electronica'nın, ambient'ın duayenlerinden Murcof (asıl ismi ile Fernando Corona) 2008 yılında bizi daha evvel yaptığı soğuk gri tepside duran steril şırınga gibi işlerden bir nebze uzaklara götürüp, arkasına (aslında önüne) modern jazz'da tek geçeceğimiz isimlerden olan İsviçre doğumlu Fransız Erik Truffaz'yı da alarak bambaşka bir hikaye anlatmaya girişti. Blue Note etiketiyle çıkan albümü, salt mutfaktakilerin ayrı ayrı sanatsal portföylerine bile bakarak ciddiye almak lazım gelir malumu aliniz. Hani modernist minimalist bir altyapının üzerine Nu Jazz üstadının üflediği nefesliler ve Murcof'un yarattığı o "şehirli, urban" derinlik hissiyatı, bizi anında ölçek kavramıyla insana kafayı sessiz sedasız yedirten dünya metropollerinden birinde bir gece yarısı ışıklı boş yollara atıveriyor. Michael Mann kafası metropol soundtrack'leri kafası, bilhassa akşam saatleri güzel bi kafa bazen. Modernizm. Minimalizm. Metropol. Atmosfer. Derinlik. Mimari. Şehircilik. Kavramsal Sanat. Modern Jazz. Moda. Aydınla(n)tma. Tasarım. Ekonomi.
Murcof ve Erik Truffaz aslında hepsinden bi parça...
Mexicoweb

hurt

gözde
Hep teşekkür edeceğim sana. İnsana, okul çıkışında kararmış havadan korktuğu için elini tutan kuğu gibi beyaz kızın da bir gün bir asfaltta cansız kalabileceğini unutturmayacağın için. Hep suskun kalacağız Gözde, her gün geçtiğimiz o yoldan geçerken. Hep gözümüz dolacak da, o 8 yaşındaki kuğu gelicek aklımıza. Hep kuğuydun. Hep öyle kal. Huzur içinde yat. Hoşçakal.




dupstep reggae'nin nesi olur?

sukh_420x250
Gün geçmiyor ki yağmurlu Büyük Britanya'nın arka sokaklarından bir anti kahraman dubstep prodüktörü çıkmasın, e bunlar olmadan gün de geçmiyor zati. Sukh Knight karmaşık orijinine kızarmış köri soslu Asian Underground sosu ile servis etmesin mi bize reggae'yi, dub'ı , dubstep'i? Sıcağı sıcağına Cheese Loueez isimli EP'sine sarılıyoruz , itinayla salınıyoruz.
Aşık olduğumuz, ötekileştirilmiş çirkin yeraltı çocuğu dubstep okul çıkışında iyi kafayla kavga çıkarınca rastalı velisi reggae gelmiş, müdürle konuşmuş. Sukh Knight 'ta bu konuşmayı kaydetmiş.

berlin'de big ben

188866
1998'den beri faal DJ'lik görevini başarıyla yapan başkent Berlin'li Ben Klock, 2009 tarihli uzunçaları One ile bizi öyle bir salladı ki, hem Berlin'e hem Ben'e bir kez daha hayran kaldık. Albümün hemen ardından üç parçalı Remixes EP' si de gelince sevgili küçük ve orta ölçekli bedroom dj'lerinin "bugün ne çalsam?" kabusu da sona ermiş oldu. Daha evvelki neşriyatlarımzda yer bulan WaterGate seri toplamalarında da parçaları bulunan Ben Klock'u bu sefer saatlerce tek tabanca dinlemek çok daha rafine, süzülmüş bir kıvam vermekte. Bazılarımızın tuğla gibi önyargıları olduğu janr minimal teknonunda Ben Klock gibi süzülmüş rafine kıvamlarına canımız; Berlin'e bütün duvarlarımız feda!

parıldayan yumurta

kings452
Norveç gülü Kings of Convenience, üçüncü uzunçalarları ile 5 senelik uzun bir aradan sonra tekrar bizlerle. Bu satırları yazan kulunuzun çok da aşina ol(a)madığı bir stil olsa da, bilhassa üniversite kantininden arkadaşınız kıvamındaki Erlend Øye 'nin yenilikçi vokal karakterini bir adım daha ileriye taşıdığına şahit olmak açısından mühim bir kayıt Declaration Of Dependence.

Pazar kahvaltısını sıkıntıdan ziyade bir keyif ve huzurla karşılayanların, derdi tasayı bir kenara atmayı, bir önceki gece dans pistinde değil de, o geç-kahvaltı-masası entelektüalitesinde bir "pazar eki" ile gerçekleştiren mamacılar için biz de bu albümü sofraya koyuyoruz. Hani bir yerde Kings of Convenience mühim mesele tabi, ama hayatı uzun pazar kahvaltılarından ibaret kılacak kadar da ipeksi olmayıverin mümkünse. "My Ship Isn't Pretty" ye ,"Power Of Not Knowing"e, "Me In You" ya pür dikkat...

arama butonu

6a00d8345163ca69e200e5507864788834-640wi
Nasıl bir ihtiyaç sonunda nerelerden geçerek ne tür bir eksiklik tanımı yaparsanız yapın, birileri serüvenin bir yerinde mutlaka size "birşeyleri aramanın bizatihi kendisi"nin, bulunca onunla ne yapacağınızdan çok daha mühim olduğu klişesini söylecektir değil mi? İşte film "Broken Flowers" da öyle tatlı bir klişe. Gerçekten de ne aradığınızın bir önemi yok, aradıktan sonra. Rüya sahneleri harika, komşu karakteri enfes, hissiyat oturaklı, yolculuk sonsuz, aidiyet yok. Bill Murray "Lost In Translation"daki rolünü aynen devam ettiriyor, neredeyse tıpatıp aynı karakteri başka bir hikayede bize sunuyor. Müzikler :

Yanına köşesine iliştirilmiş çok mühim olmayan kenar süsleri ile birlikte filmin soundtrack'inde mühim bir yer tutup, bilenlerin bir kez daha hatırlamasını, bilmeyenlerin ise bir an evvel kendisini hayatlarına sokmasını sağlayan Etiyopya'lı free jazz üstadı Mulatu Astatke'ye bize cool'un tanımını bir kez daha hissettirdiği için saygılarımızı sunarız. Çok yaşa Etiyopya, çok yaşa Mulatu!
Mulatu+Astatke

işi kıvıran cover

Bir kez daha zikredip, üzerinde düşünerek, önermeyi doğrulayacak sürü sepet örnekler bularak, okuyoruz. Ne demişti mama yoldaşımız : "bir ‘cover’, şarkının orijinalinde varolan ve fekat pek derinde, örtük olanı ‘uncover’ ettiği denli iyidir..."
Untitled-3_240853t
Başka ne denilebilir ki? Buna tek eklentimiz, topyekun "remix" hadisesini de bir tavır olarak cover ile aynı tutup , bu düsturun remix çalışmalarında da geçerli olmasını dilemek olabilir. Nihayetinde hem cover'da hemi de remix'de iş, varolan bir "şey"in, kişiselleştirilip dönüştürülmesi hadisesinde odaklanmıyor mu? İyi coverlara, kaliteli remixlere her zaman ihtiyaç olmuyor mu? Keza kim hergün baklava yemek ister?
joanaspolicewoman300
Şu sıralar memleketi Brooklyn'den ziyade başta Birleşik Krallık olmak üzere Avrupa'da ses getiren bir abla Joan As Police Woman. Şanslı olanlarımız onu Eylül ve Ekim ayı boyunca süren Avrupa turnesinde yakalayıp "yahu ben bu şarkıyı dinlemesem de, duydukça seviyormuşum..neydi ki acaba bu..ne de güzelmiş.." hissiyatı içinde deneyimleyebilirler. 2009 tarihli albümde, içlerinde bildiğimiz kadarıyla Britney Spears, Adam & The Ants, Public Enemy, Jimi Hendrix, T-Pain ve David Bowie gibi isimlerin olduğu bir skalada coverlarını sıralayan abla, parçaların içerisindeki bazı "şey"leri uncover etme iddasında gibi geldi kulağımıza.Ayrıca demeden geçemeyeceğim, son yıllarda duyduğumuz en cool dişi seslerden, en havalı boşvermişliklerden biri ile karşı karşıyayız. Mamalanmasak, soframıza almasak olmaz...

küçük bir muse

2000'li yılların başlarında Muse'u, gitarlı İngiliz popüler müziğine yeni bir çığır açmak üzere olduğuna ikna etmeye çalışan ana akım medya, grubun böyle bir niyeti ve bizce taakati olmadığını anladığı anda bundan vazgeçti. Lakin Muse 2009 senesini kutladığı yeni kaydı "The Resistance" ile, topluluğun varoluşundan hiçbir ümit beslemeyen bendenizi bile şaşırtacak bir performans gösterdi.
534537453
Gayet oturaklı bir sound ile beraber kararında minimal senfonik melodilerle bezenmiş bir podyuma The Queen, Chopin , Bill Laswell, Morphine, Black Sabbath ve Muse'un aynı anda çıktığını düşünün Londra moda haftasında...
Evet, yanlış okumadınız, Chopin ve Morphine.

piton

"lan şu neden yok yahu mamada?” diye bir başlasak karşıki dağlar yıkılır aslında, geçen mama amcası ile haspiyalimizde benim çıkardığım en mühim sonuç bu. Radiohead için alt giride söylenen tüm güzellemelere katılmamak elde değil ama, sözkonusu vaziyet salt radyo kafasında olsa yine iyi; işimiz nispeten kolay idi.
cinematic
Peki ya bu 6 adama ne demeli? Dile kolay tam 10 (yazıyla on) senedir hayatımıza her girdiğinde onu önce etraflıca bir saran sarmalayan, ardından o sarılma şevkatini giderek şiddetlendiren ve sonlara doğru sarılmayı "sıkma"ya çevirip bizi neredeyse nefessiz bırakacak kadar sıkıştıran, ölümcül bir sevgi beslediğimiz The Cinematic Orchestra? Onlar için ne demeli? Ne yazmalı, ne konuşmalı?
286676
Roots Manuva'lı "All Things To All Men" mi diyelim, bize uyurken bütün gezegeni gösteren "Burnout" tan mı dem vuralım? Avant Garde etkileşimli "Man With A Movie Camera" yı mı seyreyleyelim yoksa huzurun sadece İslam'da olmayabileceğini de bize muştulayan "Breathe" ile mi boynumuzu öne eğelim? Kulağımıza yeni mamalanan "Borrowed Time" ve "Brother" ile mi yenilenelim yoksa 10 sene evvelki "Channel 1 Suite" i bir kez daha mı zikredelim? Herşeyi geçelim, iyisi mi şurdan yürümeye başlayalım...

The Cinematic Orchestra, sokarak aniden değil, sarılıp sıkarak öldürür.

radyo kafasına girizgah!

mama kumandanlarının olağan buluşmalarından biri daha gerçekleşti. "lan şu neden yok yahu mamada?" listesinin en üst sırasını işgal eden, yüzyılın olayı radiohead, öyle ha denince yazılabilecek bir şey olmadığı için; bir muamma, bir mucize olduğu için; hayatlarımıza nevi şahsına münhasır, eşsizlik abidesi bir hediye olarak girdiği ve o yıkıcı andan sonra bizi sürekli yıkıp yeniden inşa ettiği, hiç yanımızdan ayrılmadığı için; ve daha pek çok sebepten ötürü, önce bu mucizeye şahitlik eden dostlarla bir girizgah yapalım, sonra belki cüretimizi, cesaretimizi derler, toparlar yazarız hissiyatımızı..


Radiohead2




gnarls barkley, reckoner duasını eda ediyorlar.

unutmayın: bir 'cover', şarkının orijinalinde varolan ve fekat pek derinde, örtük olanı 'uncover' ettiği denli iyidir.