sergüzeşt-i sagopa kajmer, yahut dergahın erdemiyle kırbaçlanan rapper...

türkçe rap'e ilişkin ne bilgim ne görgüm var. senelerdir orada burada duyup "vay be! bu da varmış memlekette!" dediklerim oldu elbet. fekat, cartel'i 'hariç'te palazlanan milliyetçilik gazeli olarak okumak, istanbul'un iki yakasındaki sokaklarda dolanan genç adam ve kadınları amerikanvari çete hikayelerinin çağdaş dengbejleriymiş gibi dinlemek gibi geniş bir kavrayışım yok, maalesef.

ne ki, geçen akşam sputnick'le balat'tan tünel'e akan bir taksiye atladığımızda duyduğumuz seda, ikimizi aynı anda şoförle kısa, kıpkısa bir hasbıhale sevketti: "sesi biraz açsak, ha, hocam?" zira, sagopa kajmer'in, balat'ın sırtlarında, kızıl mektep namlı muazzam rum okulunun az yukarısına konuşlanmış ismailağa dergahında diz çöktüğünden bu yana kotardığı en sıkı işlerden biri, ateşten gömlek, taksi teknolojisinin son harikalarıyla donatılmış kabinden kulaklarımıza ve ruhumuza duhul etmeye başlamıştı. ne demeli? istanbul kafası? evet, tam da öyle.



daha evvel ahmet özhan bahsinde de tıngırdatmıştık: mevzu derin; ekonomi-politik kafası verimli. son birkaç onyılın kültürel eğilimlerini sagopa üzerinden tartışacak, bu tartışmayı islamcılığın uzun yürüyüşü parantezinde okuyacak birileri çıkar elbet birgün. çıksın da. demirden mızraplarla kırılan sazlar, patlayan toprak çömlekler, giyilen ve bir türlü çıkarılamayan gömlekler kim bilir nasıl anlamlandırılır. benim lafzım hayli içrek. siyaseten yetersizliğinin farkında olarak müsaadenizle fenomenoloji kafasından sesleneceğim -müzikle ilgili konuşurken sık sık sığındığım liman: haliç köprüsü hiç böyle geçilmemişti o saate dek!

kimi zaman sago'ya kulak vermek farz değil belki ama, vermemek mekruh...