Sakallı amcamızın iki tür yabancılaşma kavramı var malumunuz. Biri
insan olmamızın farklılığından dolayı, doğaya karşı, hayırlı olan; diğeri ise
kapitalist düzenin getirdiği, insanlığımıza karşı, olumsuz olan yabancılaşma. “Asıl
yabancı gezegen dünyamızdır” diyen J. G. Ballard’ın "negatif yabancılaşmanın
hayırlı olanın içine nasıl ettiğini" anlattığı 1975 tarihli “Gökdelen“ romanı mamamızın
ana malzemesi. Ama bir şekilde kulaktan yiyeceğiz onu, merak etmeyin.
Kapitalist düzenin en büyük silahı “siz de yapabilirsiniz”
mottosu ise bunu beyaz yakalı varlıkların salaklığına borçlu olduğu kesin. İşte
romanda bahsi geçen gökdelen bu "en başa ulaşma arzusunun" metaforu ve aynı
zamanda BZ’lerin (bizlerin diye okuyun) güvenli ve huzurlu yaşamalarını/çalışmalarını
sağlayan yapının ta kendisi.
Bu BZ’ler yani “hali vakti yerinde ve eğitimli” proleterya, bulundukları konumları birbirlerinden korumak (gökdelen üst, orta ve aşağı olmak üzere üç kısma ayrılır) üzere çatışırlarken, onların tüm ihtiyaçlarını karşılayan akıllı bina yavaş yavaş işlevlerini yitirmeye
başlar. Böylece gökdelen dikey konumlu bir gettoya, BZ’ler ise avcı/toplayıcı topluluğa
dönüşür ve binadaki hiç kimse kapitalizmin üzerlerine şöyle bir sürdüğü
yaldızlı modernlik tabakasının sıyrılmasından şikayetçi olmaz, binadan dışarı çıkmayı düşünmez. Sadece güvenlik/barınma,
yemek ve seks ihtiyacının olduğu ilkel yaşama geri dönülür. Romanın sonunda yazar
bu dönüşü aslında hayra yorar gibidir ki diğer komşu gökdelenlerde de aynı şeylerin
yaşanacağı sinyalini alırız.
Roman sesler bakımından zengin bir içeriye sahip. Sesler; başlardaki
her gün verilen partilerden gelen bangır bangır pikap gürültülerden, bir süre
sonra kavga/çatışma sonra da iyice metruk hale gelen binanın kendi seslerine dönüşür.
Vahşi dünyanın diğer sakinleri olan kuşların ve köpeklerin seslerini de
unutmamak gerek.
Bu romandan uyarlanan bir film yok (olması dileğiyle) ama kitaba soundtrack
olmaz diye bir kural da yok herhalde…