enternasyonal şalala

sarasate imiş, kendi derdine gömülmüş birey müsveddeleriymiş derken, neredeyse 1 mayıs'ı es geçecektik! olacak iş mi? şimdi istanbul polisi mutat vazifesini yerine getirmeye başlamıştır, pangaltı'da toplanan disklilerle hasbıhal içindedirler. 'makul' sayıda olma koşulu getirmişti "güler-cerrah derin faşizm organizması" işçileri alana almak için. ne var ki sayıyı söylemediler: sanırım 1 (yazıyla bir) adet tulumlu, bıyıklı, eli çekiçli işçi mankeni bekliyor olsalar gerek.

mayday-dc


neyse, her sene aynı hikaye. ankara'da sıhhiye'ye dayısıyla çıkan o.'ya, korteji felce uğratıp sonra koşarak yetişen anarşist gruplara, mayday romançesini yazan faulkner'e, babalarının omzunda meydanlara taşınan neşeli çocuklara, ağza buruna sürülen limona, marşlara ve tabii ki eylem güzellerine buradan selam edelim. enternasyonal şalala! (linkteki, nasyonel şalalalardan bir seçki gerçi!)

sarasate'den çingene havaları

dora'nın masterclass'ında parlamış tuhaf (ve çok yetenekli) keman öğrencilerden biri olan ç. ile e. küçük bir konser verdiler. çaldıklarından biri çok acayipti: sarasate'den (uzun adı Pablo Martín Melitón de Sarasate y Navascués) "zigeunerweisen".. inanılır gibi değildi.

sarasate

sarasate, nietszche ile aynı yıl doğmuş (1844), ondan 8 yıl fazla yaşamış (1908'e dek). nietzsche ile karşılaştırmamın nedenini belki dinleyince, yahut aşağıdaki paragrafları okuyunca sezersiniz.

buraya eklediğim kayıtta önce lalo'nun ispanyol konçertosunu çalıyor anne-sophie mutter, seiji ozawa yönetimindeki orkestra eşliğinde.. en son parça olarak da bizim ispanyol violinci ve bestecinin yazdığı müthiş, tutkulu, sarsak, dengesiz çingene havası geliyor.

"gene çingeneye sarmış baro!" diyecek olanlara, hemmen susup dosyayı indirmelerini, ve zigeunerweisen'i dinlemeden değerlendirme yapmamalarını salık vereceğim. orkestra versiyonu da pek kuvvetli, ama ne yalan söyleyeyim, tek piyano ve kemanla daha duygulu oluyor.

konserde dinlerken beni seneler öncesine götürdü zigeunerweisen.. neden derseniz, kemanın o kendi hikayesini anlatmadaki ısrarı, orkestrayı (yahut, işte, piyanoyu) neredeyse dinlemeyecek denli kendi derdine, tutkusuna gömülmüşlüğü, ancak hüznünün bencilleştirdiği haliyle ayakta kalacağını sezerek içine kapanmış acısına yaslanmış, sarhoş hali; bana seneler önceki beni ve arkadaşlarımı anımsattı. hepimiz, sanki sıraya konmuş gibi tuhaf dert bataklarına saplanır, alkolün inlemeye dönüştürdüğü seslerimizle derdimizi, yalnız kendi derdimizi tutkuyla anlatırdık. kimi zaman koro (orkestra, yahut piyano) derdini anlatana altlık oluşturacak, onun tutkusunu yüceltecek biçimde ezgiye eşlik eder; ama asla hikayeyi durdurmaya, kesmeye, değiştirmeye meyletmezdi. kendi derdine bu kadar saplanmış bu kadar insanı bir daha hiç bir arada görmedim. şimdi herkes kendi bokunda boğuluyor olsa gerek. kolay gelsin.