flamenko ablalarından lilit'e: yıkıcılıkta sınır tanımayan kadınlar

yok yok, bir türlü çıkamadım bir iki gündür flamenko ablalarının menzilinden... dönüp elektronik müdahaleden geçmiş olanlarını da tarayasım yok hiç.. tony gatlif'in vengo'sunu kim bilir kaçıncı kez sputnik'le izlediğimizde mutabık olmuştuk: bu filmin en önemli olayı, kapanışta bizi başka bir dünyaya uğurlayan "naci en alamo" adlı şarkıdır.. ekteki albümdekinden başka, yasmin levy'nin okuduğu bir versiyonu da mevcut şarkının. onu da kendiniz bulun, her şeyi kulakmaması'ndan beklemeyin. söz ve müzik gatlif'indir, bu arada..

flamenco

(resimdeki iki kudsi erguner'i bulunuz)

aslında hiç de fena olmayan "evlerinin önü boyalı direk" cover'ında öykü hanımın eksiği nedir, diye düşündük geçende: sanırım öykü, buradaki ablalardan farklı olarak, yırtılmıyor şarkıyla beraber.. rahat okuyor.. kötü demiyorum, yanlış anlaşılmasın; ama yeterince güçlü değil..


hah, bir de: hazır ermeni'ydi, değildi muhabbeti eni konu saçmalığa vardırılmışken, özür metnine eşlik edebilecek bir şarkı yüklemeyi borç biliyorum: lilit pipoyan'dan aynı yıkıcılıkta bir seda geliyor: gulo
hazır ev sahibimizin menzili dışındayken onun pek takdir etmeyeceği işler yapalım, derim.. (kendimi yukarı ayrancı'da ev tutmuş bir öğrenci gibi hissettim şimdi, bakın..)

antony and the johnsons diye bir durum var hayatımızda. sanırım babylon'a da yolu düştüydü. ya da caz festivaline.. evet evet, caz festivaline olmalı, beton kafalardan "nassı yani, ne arıyo bu androjen caz festivalinde" sesi gelmişti.

antony, cocorosie, devendra banhart gibi tuhaf kişilerle aynı yerlerde bulunan bi

monsieur'ün ziyaretçileri

sergemania diye bir durum varmış ingilizce konuşulan dünyada, yeni öğrendik. gerçi bir yerde maniası olmasa bize nasıl ulaşacak diyesimiz de gelmiyor değil. bu sayfalarda da iki kez bahsettik amcadan, bir sputnik bir de kulunuz (er ve erbaş olarak)..


visuel



eh, bir mania dalgasına geç de olsa dahil olduk madem, buyrunuz harlayalım: 2006'da manşın ve hatta okyanusun öte yanına gönderilmek için gainsbourg misyonerleri olarak seçilen ve önce mösyö'yü yeniden ziyaret etmeleri istenen arkadaşların hepsi rüştünü ispatlamış çocuklar: monsieur gainsbourg revisited adlı albümde, sarkozy'nin taze eşi carla bruni'den, serinlikte mösyö'yü aratmayacak jarvis cocker'a -ki sputnik'in pek sevdiği kid loco'nun prodüksiyonuna okumuş-, marc almond'dan cat power'a (en tehlikeli işi onlar üstlenmişler: jane birkin'in orgazmik vokalimsisiyle en meşhur şarkıyı nispeten donuk bir biçimde coverlamışlar), portishead'den tricky'ye, placebo'dan michael stipe'a (ve daha nerelere) varan liste, beklentileri boşa çıkarmıyor.

biz kimleri ziyaret ediyoruz bayramda seyranda, millet kimleri ediyor! bakınız da ders alınız..

ha, "mösyö'yü ve haremini hangi dilde tercih edersiniz?" diye sorsalar "ingilizce değil, fransızca sivuple" deriz, o ayrı..

gainsbourg'a yeniyıl ziyareti

gomorra

ev sahibimiz, geçici bir süreliğine baklava diyarında ikamet edecek, biz de kiramızı buradan onun hesabına kulakmaması cinsinden yatıracağız. okurları mamasız bırakmama sözünü vermiş bulunduk bir kere.

bu sefer mamamız bir filmin bahsinden oluşuyor. gomorra'yı seyretmeyen varsa, hemmmen seyretsin, en yakındaki korsan dvd'ciden çektirerek.
l_929425_bd14b56c1



filmin, tuhaf ilişkilerle ve işlerle iştigal eden kahramanlarına fon oluşturan toplukonut ve banliyö mantığını işaret etmek isterim. o insanları o hale getirenin belki de bu rasyonel yapılaşma olduğunu iddia edecek yığınla kent teorisyeni var. modernizmin sonunun tarihlendirilmesini anımsayalım: bir tarafı siyahlar bir tarafı beyazlar için 1950lerin sonunda tasarlanmış pruitt-igoe toplukonutları (ki ciam mantığındaki bir şablonu yeniden üretiyordu) 1970lerin başında, daha 20 yıl geçmeksizin suç ve yozlaşmanın yuvası olduğu gerekçesiyle yokedildi. yıkımın başladığı saat, kimilerine göre modernizmin öldüğü saattir.

"peki, nerede kulakmaması?" diyeceksiniz, değil mi sekter okurlar? alın size mama, hem de en babasından: phillip glass'tan pruit-igoe'nin yıkımına bir güzelleme..

Devir! Teslim!

Barışta ve savaşta Kulak Maması ve mamacıları için başından beri sütümü akıtmak benim için bir şeref ve haz kaynağı oldu. Buradaki varlığınız , kulaklarınızı açışınız , yorumlarınız ve takipçiliğiniz için teşekkür etmek benim için elzem. Bitişini kağıt üzerinde bildiğim ama (en azından şu an) tahayyül edemediğim bir süre için sizlerden istemim dışında ayrılıp , mama bayrağını yoldaşıma bırakıyorum.

Kulaklarınızın hep mamalanması , ruhunuzun da bundan mütemadiyen nemalanması dileğiyle.

Şimdilik hoşçakalın.

Herşey için.

hayde vre zeybekler!

kırıka'yı ilk dinlediğimde, rasyonel kafam ister istemez sınıflandırmaya yöneldi. yeni bir folder açmak zorunda kaldım: post-zeybek! 'bir sır var gülüşünde', 'dert gemisi', 'nargilem', 'rast zeybek' gibi parçalar zaten ritmlerinden açık ediyor herşeyi. ağırdan kolları kaldırıp ritmin bir yerinde sekerek kendi etrafımızda dönmezsek parçayı bitiremeyeceğimizi biliyoruz.

k_r_ka


rebet kokusunu sadece ritmlerde, ezgilerde değil aldatılma, özlem ve favorimiz karafaki dolusu rakı gibi temalarda tespit ettiğimiz yetmezmiş gibi; 'dokumacı örümcek' gibi şarkılarda saykodelik bir iz de kokluyoruz; tabii ki soruyoruz: "hacım, ne kafası bu?"

izmir tutkunu olduklarını "istanbul yere batsın/ döneceğim izmir'e / izmir güzel istanbul boktan / yıkar seni hiç yoktan" tadında güftelerinden hatırladığımız istanbul blues kumpanyası'nın bazı eski üyelerinden müteşekkil kırıka.. albümün adı 'kaba saz'da da incesaz'a bir gönderme mevcut muhtemelen.

düşünsenize, bir yakın arkadaşı ege'nin kenarında üstü sazla kaplı bir 'gazino'da öğleden sonrası rakısı eşliğinde evlendirsek, kırıka'yı çağırmış olsak; onlar çalsa, biz oynasak, güzel olmaz mı?

esbjörn'den post mortem: leucocyte

merhumun son kayıtları, arada bir meylettiği elektrikli nağmeleri de içeriyor...

carton-front


'gani gani rahmet' dilenir ya, artık bizim lügatımızdaki karşılığı neyse...

Akşam yemeği hazırlanırken içilen şarabın başkalığı.

Madem Jazz'ın minimal ve sakin olanını seviyoruz, madem french touch akımı bizi bizden alıyor taa başından beri...İşte o akımın başı sayabileceğimiz bi ismin Serge Gainsbourg'un kıyıda köşede kalmış jazz kayıtları ile karşı karşıyasınız mamacılar. Albüm, Serge abimiz ve ufak bi jazz grubu tarafından 60'ların sonları ila 70'lerin başlarında kaydedilmiş eserlerin bir toplaması niteliğinde.

Bazı insanlar vardır , aç karnına yemek hazırlanırken içilen şarabın kişiye ayrı bir katkı sağladığını düşünür. İçki dediğin , şarap dediğin kesinlikle yemek hazırlanırken içilmeye başlanır. Şarabı yemekle beraber içmek ona sakil bir meşrubat havası verir. Halbuki ocak, tezgah ve lavabo başında kah havuç rendelerken , kah çorba karıştırırken içilen şarap her zaman makbuldür. Bir evde şarap , akşam aç karnına içilmeye başlanıyorsa bilin ki o evde kısık sesle yapılan düzgün diksiyonlu "elegan" espirilerin , sanat eleştirilerinin vakti gelmiş demektir.

Bu albümü soğuk bir kış akşamı sıcak bir mutfakta yemeği hazırlama esnasında, bir yandan da mutfağa girer girmez açtığı kırmızı şarabını yudumlayan tüm dünya hanımlarına hediye ediyoruz.
Serge Gainsbourg geliyor , Du Jazz Dans Le Ravin diyor.

folder

savaşma, söğüş!

yani, ne kadar militer olabiliriz ki? değil mi? hı?

aylar önce pek kıymetli mecmuamız express'te bahisleri geçtiydi ya, şimdi haklarında kitap da çıktı: içimizdeki maymun, metis'ten.. primatların hippie kuşağı olduğu zannedilen bonobolar, sorunlarını savaşarak değil, fotoğrafta görüleceği üzere, pek tabii ki sevişerek çözüyorlar.. hem de kadınlar arası sorunlarını bile..


bonobo_female_sex1


matthieu chedid nam kardeşimiz de hayli serin şarkısında onlara bir övgü düzüyor.. ne var ki videosuna bir michel gondry parmağı gerekiyor..

"güzün ektiğim ekinler dizimi aştı"

gün gelip bunu yapacağımı bal gibi biliyordum.. pişmanlık, vasatlığın güven vericiliğiyle dağılır umudundayım..

soviet_propaganda

benzer her durumda yaptığı gibi, esmeray yine utandırmıyor: ev sahibimiz sputnik için yıllar öncesinden pop-militer bir hayalet olarak sesleniyor: gel tezkere!

zeki, olgun ve ahlaklı.

Bir sene kadar evvel, "İçimizi deşen cover"lar kontenjanından (meraklılarının es geçmediğini tahmin ettiğimiz gibi 2008 Eylül'ünde Remembering The Tools DJ Set'inde de yer verdiğimiz "Everything In Its Right Place" cover'ı.) kucağımıza nur topu gibi düşüveren Osunlade bu girideki konumuz sevgili mamma mia mamacıları.

New York orijinli bu siyahi abimiz şaşırtıcı bir biçimde aslında taaaa Susam Sokağı zamanlarından beri profesyonel olarak müzik biznıs işinde yer almış , bu biznısı iyice dallandırıp budaklandırdıktan sonra da kendi plak şirketi Yoruba Records'ın da başına geçip yetenek avcılığı da yapmaya başlamış çok sevgili bi abimizdir. Oldukça uzun müddettir de New York entelijansiyasının içerisinde "çatı katı sergileri"ne layık DJ setler çıkartmakla meşgul. Hani dans müziğinin yaşının biraz 30'lara 40'lara kaydığı ama yine de yenilikçiliğe yer bırakmaya devam ettiği bölgelerin ustası gibi duruyor bu setleri ile Osunlade abi. Burada bugün sizinle paylaşacağım 2008 tarihli Passage , ve 2006 tarihli muhteşem kapaklı Cinco Anos Despue isimli toplama plaklarını deneyimlerken de aklımızda "ben dans müziğinin zeki , olgun ve ahlaklı olanını severim" lafı belirdi. Osunlade 'yı bizim gibi yukarda bahsedilen ter içindeki Radiohead cover'ı ile tanımış olanlardansanız ,ilk başta yadırgasanız da, aynı teri bu toplamada da akıtacağınızdan eminiz. Hem sağlam kulak sağlam dans etmiş vücutta bulunur bu bir , ben dans müziğinin zeki, olgun ve ahlaklısını severim bu da iki.

Passage (2008) 1 - 2
bbecd106d

Cinco Anos Despue (2006)
cs227702-01a-big

Komünistler Rapidshare'e!

Müziği paylaşmakla olacaksa bu iş , kulak maması mutfağı der ki : Download'a devam!
mp3

Recording Industry Association' a aldırmayın , bu siteden ekmek yerken arkanızda böyle birini bulursanız bizi arayın!

I.D.L.D.I.L.I.

Daha önceki girilerden de mama takipçilerinin aşina oldukları 2000'li yılların bize en heyecan veren janrlarından dubstep'ten vurmaya devam ediyoruz. Aslında işin derinine indikçe yanından geçtiğimiz sulatı mağaralarında evvela drum'n'bass temellerini , yanında 90'lar idm'inin seyrek kalıntılarını , UK Garage'cı çocukların terk edilmiş sualtı gözlüklerini görebilmemiz mümkün..Ha bana o kadarı yetmez daha da derine inelim derseniz , tabi ki önce Dub sahnesini ardından da 30-35 senelik Reggae kalıntılarını bulmak içten bile değil....Son iki yılın "olay"ı , güzeller güzeli Burail'ı bir kenarda tutarsak (ki kendisine hemen Thom Yorke , Bloc Party , Björk gibi büyük isimler kancayı takmış , haberlerini aldık) çok fazla da "superstar" isim çıkmaması , işin genel olarak 80'lerde yaptığımız gibi elden ele çoğalan kayıtlardan ve remix plaklarından (bu kadar ilgiye rağmen) hala bir nebze underground yürümesi şaşırtıcı ve sevindirici. Bu bakımdan şu meşhur DoItYourself (DIY) düsturu ile WhatYouSeeIsWhatYouGet (WYSIWYG) tuhaflığı arasında içimize doğru gidip geliyor hala Dubstep. Ve bu gidip gelmeler arasında da en büyük payı bunun gibi toplamalarla işin "ağır" özetleri oluşturuyor. Hepberaber söylüyoruz : I Don't Like Dubstep , I Love It ! (hızlı hızlı : I.D.L.D.I.L.I!)
6578896x

Dubstep'çilere selam, gollere devam!

Daha önceki girilerden de mama takipçilerinin aşina oldukları 2000'li yılların bize en heyecan veren janrlarından dubstep'ten vurmaya devam ediyoruz. Aslında işin derinine indikçe yanından geçtiğimiz sulatı mağaralarında evvela drum'n'bass temellerini , yanında 90'lar idm'inin seyrek kalıntılarını , UK Garage'cı çocukların terk edilmiş sualtı gözlüklerini görebilmemiz mümkün..Ha bana o kadarı yetmez daha da derine inelim derseniz , tabi ki önce Dub sahnesini ardından da 30-35 senelik Reggae kalıntılarını bulmak içten bile değil....Son iki yılın "olay"ı , güzeller güzeli Burail'ı bir kenarda tutarsak (ki kendisine hemen Thom Yorke , Bloc Party , Björk gibi büyük isimler kancayı takmış , haberlerini aldık) çok fazla da "superstar" isim çıkmaması , işin genel olarak 80'lerde yaptığımız gibi elden ele çoğalan kayıtlardan ve remix plaklarından (bu kadar ilgiye rağmen) hala bir nebze underground yürümesi şaşırtıcı ve sevindirici. Bu bakımdan şu meşhur DoItYourself (DIY) düsturu ile WhatYouSeeIsWhatYouGet (WYSIWYG) tuhaflığı arasında içimize doğru gidip geliyor hala Dubstep. Ve bu gidip gelmeler arasında da en büyük payı bunun gibi toplamalarla işin "ağır" özetleri oluşturuyor. Hepberaber söylüyoruz : I Don't Like Dubstep , I Love It ! (hızlı hızlı : I.D.L.D.I.L.I!)

Ping Pong

Shawn Lee'nin Ping Pong Orkestra'sı bizi yine sıcak kollarına alıyor havaların yavaştan soğuduğu şu günlerde sevgili mamacılar. Londra menşeili bu güzel groovy-neo-funk badileri bu sefer yaklaşan noel için bir albüm kaydına girişmişler. Modern Funk 'ın Nu Jazz ile birleştiği o erojen bölgelerden dem vurmuşlar. Buyrun, yaklaşan yeni yıl partisinde neler çalalım derdinden kurtulun.

300x3001