metruk gezegen


1990'ların sonu 2000'lerin başlarında bulaşmaya başladığımız WARP kafası yani, Autechre, Squarepusher, Aphex Twin, Plaid, Luke Vibert, Boards of Canada gibi belli başlı I.D.M (Intelligent Dance Music: janr isimlerinin hala en tuhafıdır) dehaları ve sözkonusu WARP kafasının bizi o tarihlerde kafa yormaya ittiği makineleşme, fütürizm, cyberpunk, steampunk, sibernetik gibi hususlar ilk gençlik yıllarımızın sohbet muhteviyatını oluşturur hale gelmişti. Bu "kafa" başka uyarıcıların da desteği ile edebiyatı, nadiren şiiri, sinemayı, görsel tasarımı, psikolojiyi, siyaseti, mimariyi, kaos ve "oyun" teorilerini de içine alan bir "limiti görme" interdisipilini halini aldıktan bir süre sonra da kendiliğinden geri çekilmeye başladı. Belirli bir yerden sonra suyu ısındı ve ara sıra yad edilen bir estetik halini aldı.

Başlı başına kulağa bir kurgu bilim öyküsü tarihi gibi gelen 2010 yılında, Londra sokaklarının altında (evet evet arkasında değil, düpedüz "altında") adeta ikinci bir Burial hadisesi, Vex'd vuku bulmakta; ve yukarıdaki paragrafta üstünkörü betimlemeye çalıştığımız o IDM soslu "limiti görme" çabasından payını aldığını belli eden uzunçaları Cloud Seed ile ilgiyi ve takdiri hak etmekte. Son 4-5 yılın modası Dubstep çatısı altına rahatlıkla sokabileceğimiz prodüktör, IDM'in o elit ve karanlık atmosferi üzerine daha evvel anlatılmamış hikayeler anlatmaya en azından meyilli olduğunu apaçık ortaya koyuyor. Kulağında ısınması, tabiri caiz ise "açılması" gereken bazı teknik tıkanıklıklar olduğu akla gelen ilk eleştiri ancak, malum, ne Dubstep ne IDM "akla ilk gelen şeyler" yerleri. Yolu bir şekilde en heyecan verici olduğu o tarihlerde IDM'den geçen ve 2000'lerin sonlarına yaklaştıkça dümeni Dubstep'e, Grime'a kıran her "music nerd" için Vex'd karşınızda. Siz de o senelerde en az bir kere "ama bu müzik...çok....soğuk?" klişesini duyduysanız, doğru yerdesiniz. O estetiğin işbu "soğukluk"tan geçtiğini düşünenler için Vex'd mama'da. Bahsedilen herşeyle dirsek temas aralığında.

iyilik dağıtıcıları

Dünyaya karanlık indiğinde, Arimatealı Joseph çam ağacından bir meşale yakıp tepeden vadiye indi. Çünkü kendi evinde görülecek işleri vardı.
Keder Vadisi'nin çakmaktaşları üzerine diz çökmüş ağlayan, çıplak bir genç gördü.Saçları bal rengi, vücudu beyaz bir çiçek gibiydi, ama dikenler vücudunu yaralamış, saçına taç yerine kül serpmişti.
Zengin adam, ağlayan gence, "Bu kadar üzülmene şaşırmadım," dedi, "çünkü O, gerçekten adaletliydi."
Delikanlı cevap verdi : "Ben O'nun için değil, kendim için ağlıyorum. Ben de suyu şaraba çevirdim, cüzamlıları iyileştirip körlerin gözünü açtım. Ben de suyun üzerinde yürüdüm, mezarlarda oturanların içinden şeytanı kovdum. Yiyecek olmayan çölde açları doyurdum; ölüleri daracık mezarlarından kaldrıdım; ben buyurdum, koca bir kalabalığın karşısında, meyvesiz bir incir ağacı kuruyuverdi. O adamın yaptığı herşeyi ben de yaptım. Yine de beni çarmıha germediler..."


Oscar Wilde



2000 tarihli debutu "Animal Magic"ten bu yana imzasını taşıyan tüm albümler, anlattığı hikayeler ile sadece gönül telimizi titrekmekle kalmayıp, hayatımızı baştan aşağı alaşağı eden Simon Green (Bonobo) , beklediği tepkileri almadığını , içine çok da sinmediğini itiraf ettiği (dört başı mamur bir kayıt olmasına rağmen, itiraf ediyoruz: naçizane kulaklarımızda da hep ilk iki plağın gölgesinde kalacak) Ekim 2006 tarihli Days To Come'dan 3,5 yıl sonra yeni albümü "Black Sands" ile yuvaya (gönlümüze) geri dönüyor sevgili mamaseverler.





Birkaç ay evvel piyasaya sürülen ve bir nevi haberci niyeliği taşıyan The Keeper EP'si ile heyecanlanmaya başlayan bünyemiz, albümün tamamını gördükten sonra, bir itiraf daha edelim, o single'dan çok daha derin hikayeler ile karşılaştı. Bonobo müziğine olan "yüksek sadakat"imizden mütevellit, albümü bir Oscar Wilde öyküsü tadında okumaya meyilli kulaklarımız, ilk etapta Green'in, 2006 senesinden itibaren Britanya başta olmak üzere tüm dünyayı "titretip kendine getiren" janr Dupstep'ten ve bilhassa akımın şahı, karanlık Burial'dan ne derece "etkilendiği" oldu. Yaklaşık 55 dakika süren yeni Bonobo yolculuğunun özellikle ilk yarısı boyunca Burial'in o patikadan geçtiğini ve onun izlerini saygı ile takip ettiğimizi sık sık dile getiriyor Simon Green. Lakin albümün ikinci yarısına ve bilhassa da son üş parçasına girildiğinde Bonobo, kasti hareketlerle, ilk kez kulaklarımıza temas ettiği o soğuk kış akşamından beri, şimdiden efsaneleşen debut Animal Magic'in bizi aylarca sessiz sedasız bir kukumava döndürdüğü zamanları, tam dilimiz çözülecekken bu sefer de 2003 yılında masaya bırakılan "Dial M For Monkey" ile tekrar sessizliğe düştüğümüz anları bir bir, an be an bize tekrar yaşatmakta hiçbir sakınca görmüyor. Bonobo'nun verdiği o "hissiyat" hakkında ne söylesek, hep bir eksik kalıyor.

Masalı başlatan "Kiara Prelude"ün Oscar Wilde'lığından mı bahsedelim, "Eyesdown" , "Stay The Same" gibi güzellikleri ahşap kokulu vokali ile daha da bir ısıtan Andreya Triana'nın varlığından mı dem vuralım yoksa, albümü kapatan "Animals" ve "Black Sands"in nefasteniden mi konuyu açıp tüm gün mırıldanalım bilemedik. Bilemedik Simon.

free fil



Huzurlarınızda bir kara kalem illüstrasyonu ile Hint Tanrısı Ganesha. (kimi kaynaklardaki ismi ile Ganuptai) Kendisi yüce Shiva (Şiva) ve Parvati'nin oğlu. Bir gün, banyo yaparken onu koruması için annesi Parvati tarafından yaratılır. Lakin oğlunun kimliğinden habersiz olan Shiva, Parvati'nin konutuna girmesine izin vermediği için kılıcıyla onun başını gövdesinden ayırır. Parvati'nin durumu öğrendiğindeki kederi, Shiva'yı önlerinden geçen ilk canlının başı ile Ganesha'yı hayata döndürmeye söz verdirtir. Bu canlı, tahmin edebileceğiniz gibi, sürmeli bir fildir.



New York'lu besteci ve alto saksofonist Rudresh Mahanthappa, Berklee'deki jazz çalışmaları esnasında hocası Kadri Gopalnath şöförlüğü ile modern jazz vitesinde Hindu topraklarına çıktığı yolculuğu, işi asla yalancı ve içi boş bir doğu-batı sentezine götürmeden, yenilikçi alto saksofon kullanımı ile gayet "kıvamında" tütsülenip terbiyelenmiş albümü Kinsmen ile sonlandırdı. 2008 tarihli Kinsmen kaydı ile Mahanthappa, neredeyse yarım asırdır ana-akım jazz'ın en seçkin kritiklerinin yer aldığı Down Beat eleştirmenleri tarafından da "yükselen yıldız" sıfatı ile karşılandı. Aynı yıl, en iyi jazz albümü kategorisinde Grammy'ye aday gösterilen (bu referansı ne kadar ciddiye alırsınız, onu bilemeyiz) Miles In India toplamasındaki Miles yorumlarıyla da adını duyuran Mahanthappa'yı, bilhassa düşük tempodaki hikayeleri ile bir ömür takip edeceğiz. Hastası olacağız.

odadaki sıcak çıtırtı


Son birkaç aydır dikkatler hip hop aleminde tek geçeceğimiz isimlerden olan Mos Def'in (the most beautiful boogieman, vre mashalah!)) son kaydı The Ecstatic'te yer alan Selda(Bağcan) sample'lı güzellik Supermagic'e çevrilmişken, mama siz sevgili okurlarına Tranqill'i , bir nevi Mos Def'in Mos Def olmadan evvel Londra sokaklarındaki halini anımsatan birini, sunmaktan onur duyuyor. 2000'lerin başlarında Londra ve çevre illerdeki ev partilerinde plak başına geçmeye başlayan Tranqill, nihayet 2010 senesinde uzunçalara çalan EP'si The Hidden Treasures 'ı bizlere armağan ediverdi. Yanına aldığı kendisinden görece daha "yırtık" bedroom DJ'lerinden Paul White'ın da küçümsenmeyecek katkılarıyla Birleşik Krallığın, Birleşik Devletlerden aldığı underground-abstract hip hop'ı kendine has, özel yapım sosunda pişirip ne harika bir menuye dönüştürdüğünün son kanıtı olan Tranqill'i bağrımızla birlikte kulaklarımıza da bastıkça basıyoruz. Groove'una da, sıcak çıtırtılı plak sounduna da, o soundu bize veren pikabın arkasındaki Muhammed Ali'ye de kurban oluyoruz.

klasikler


Hepimizin birkaç kilo vermeye ihtiyacımız olduğu şu günlerde, mama, ballı bademli bir "klasik" ile karşınızda sevgili "birbirinden fit" kulak maması takipçileri. 2001'de piyasaya sürülen albümü Discovery ile popüler elektronik dans müziği sahnesinde 1990'lar boyunca Fatboy Slim, Groove Armada gibi isimlerin yaptığı sarsıntıları 2000'lere "eviren" kilometre taşı Fransız ikili Daft Punk sofrada. Topluluğun 2000'lerin ortalarından itibaren iyice pişen stillerini ihtiva eden diğer çalışmalarından ziyade, bir nevi "2000'lere girizgah-101" niteliğindenki zorunlu dersi Discovery, çıkmasının üzerinden 9 sene geçmesine rağmen, okuması tam olarak bit(e)memiş bir kayıt. Ana akım içerisinde bu kadar çığırı bir anda açmak her müzisyene nasip olmuyor; Daft Punk, kendinden sonra gelecek ve 2000'lerin hepiciğini kasıp kavuracak o "French Electro" akımına da bir nevi sütünü esirgemeyen ana rolüne bürünüyor. Klasik, "çağdaş olan"ın tıkandığı anlarda imdada yetişen bir astım ilacı ise, bu albümü de her daim ceketin iç cebinde, olmadı çantanın bir yerlerinde bulundurmak elzem. Aramızdaki herkes Daft Punk'a çok şey borçlu, sıfır bedenler bile...

ne olacak bu işler?


Modern Jazz hususunda Birleşik Devletler'den son birkaç yıl içerisinde çıkan en heyecan verici yeteneklerden biri olan New Orleans'lı genç soprano tromboncu Christian Scott bu gece bizlerle beraber sevgili "TRT Radyo 3 Jazz Saati sunumunun ses tonu huzuru"ndaki mamaseverler. Yaşının oldukça genç olmasına rağmen, dimağının geleneksel jazz eğitiminden geçmiş ortalama bir "enstrümancı"dan çok daha açık olması ile kulağımıza çarpan Scott, selam çakmaktan ziyade saygı duruşu yaptığı birçok büyüğe layık bir albümle, kariyerinin üçüncü albümü "Yesterday You Said Tomorrow" ile sahnedeki yerini alıyor.

Ornette Coleman'dan Thom Yorke'a (The Eraser yorumuna diyecek laf bulamadık mesela, "bir daha çal"dan başka...) , Miles Davis'den Bob Dylan'a kadar gidip gelinen 62 dakikalık albüm boyunca salt Christian Scott'un değil kayda iştirak eden tüm müzisyenlerin "olgunluğu" , enstrümanlarından ziyade müziğin kendisiyle olan ilişkileri, hadisenin tam manasıyla "ne estetik,ne duygulu, ne ümit verici birşey bu" kıvamını açıklamamızda bir nebze olsun bize yardımcı oluyor. Kör gözümüze sokmadan, gayet dingin, yer yer heyecanlı, küçüklere şevkatte büyüklere hürmette hiç yanlış yapmayan Scott'a zaten 2007'deki Anthem kaydından beri (ki zat'ı muhterem o kaydı felakette zarar gören New Orleans halkına adamıştı) ve bilhassa da kuzeydoğu Amerika, İngiltere ve Fransa'daki prestijli jazz eleştirmenlerini, dergilerini ve kataloglarını yakinen takip edenler yabancı değiller; lakin son günlerde herhangi bir konuda "ne olacak bu işler?" diyen geri kalan herkes için gayet güzel bir cevap bu albüm. Başlıbaşına bu albüm olacak işte, ya ne olacağıdı?