New Leftfield Review

Leftfield, ilk tanıştığımız zamanlarda modern elektronik müziğin ne olması gerektiği , nereden gelip nereye gideceği, kalbimizin nerelerine dokunacağı gibi mühim meseleleri sadece iki albümün sığdığı kısa kariyerlerinde gayet güzel özetlemiş bir topluluk sevgili mama severler.

1995 tarihli debut "Leftism" in açtığı çığırlar şöyle dursun , bendenizin kişisel tarihinde 1999 tarihli ikinci ve son plakları Rhythm and Stealth in apayrı bir yeri var. Hani belirli eserler için, bağlı bulundukları yerde kendinden sonra gelecek olanları etkilediğini, dönüştürdüğünü ve temellendirdiğini anlatmak için bir tabir vardır ya "kilometre taşı" diye...İşte sizlere bu nitelikte bir kayıt olduğu kaçınılmaz bir kilometre taşı.

Leftfield 'ın 2002'den bu yana aramızda olmaması ne kadar büyük kayıpsa, bu albüm de modern müzik için o kadar büyük kazanç. Böyle albümlere de böyle büyük laflar işte. Böyle biline.

Kara Panter!

Neden böyle düşünüyorum bilemiyorum ama, 70'lerde çekilmiş benim hatırladığım ilk ghetto-gangster (blaxploitation diyorlar harika bir şekilde) filmlerinden bu yana , hayatta en "cool" bulduğum şeylerden birisidir bu "Kara Panter" ler (pembe olanına beslediğimiz bitmez tükenmez tutku tamamiyle ayrı bi yazının konusu olsun). Oldum olası o onurlu duruşlarına , berelerine , 60'lar sonu ve 70'ler başları kokularına , fotokopi el ilanlarına , havalarına , tüfeklerine , şehir gerillası karizmalarına tav olmuşumdur. Bunların yanında duruşlarının nedense hep bi estetik yanının da olduğuna inanmak istemişim sanırım , birşeyler karalayıp çiziktirip , o meşhur DIY olayıyla etrafa dağıtmaları , sonra o yazılanların köhne bi jazz kulübünde "spoken word" emprovizasyonlara dönüşmesi..hele ki o afro saçlarla..tam manası ile cool değil de nedir?

İşte o hikayeyin bir özeti var bu toplama plakta.O emprovize sonucu spoken word'ler de sizi bekliyor. Listeye bakıyorum , sadece bir Syl Johnson klasiği "Is It Because I'm Black?" eksik sanki. Helal be diyiniz , buradan buyurunuz.

Güzel kokan mecmua.

2004 ile 2006 yılları arasında çok kısa bir süre için cafelerde, barlarda , yatakta , tuvalette , odada , salonda , toplu taşım araçlarında , parklarda ve daha birçok yerde bizlerle beraber olan güzel dergi Basatap , ölmese de koma halinde net üzerinde yaşamaya devam ediyor; bilenler bilmeyenlere aktarsın. 2000'li yılların -olabildiğince steril- "Çalıntı"sı demiştik kendileri için , keşke hala etrafta olsalar. Web'in bu kadar yaygınlaştığı bir ortamda piyasadaki mecmuaların çok çok yüksek bir kısmının varlıklarının manasızlaşması kaçınılmaz olmuşken , Basatap eksikliği iyicene hissediliyor. Orjinal dizaynı ve güzel kokusuyla hatırlıyoruz. Selamı çakıyoruz.

Superman'im.

Pop müzik sahnesinin belirli bir süredir takipçisi olduğumuz "kaliteli" örnekleri arasına ,sıradaki diğer isimleri itip kakarak giren bir isim karşınızda bu sefer : Santogold ! Son birkaç senedir New York underground sahnelerinin tozunu epeyce yuttuktan sonra bu sene içerisinde çıkardığı kendi adını taşıyan debut plağı ile bizlere bir kez daha "popüler" müziğin hala yeni birşeyler söyleyebileceğini; ne ana akımın kucağına oturarak , ne de "Kelebek Eki Arka Sayfası Çılgını" şişirilmiş Amy Winehouse kolaycılığına kaçarak gösteriyor. İçerisinde kendisini uzun müddet ağızlarda kulaklarda tutacak kadar fazla hit adayını barındıran albüm , tahmin edileceği üzere hem ABD'de , hem de Birleşik Krallık'ta baya bi ses getirdi bile. Hatta hanımkızın her iki ülkedeki kalbürüstü DJ'lerle dirsek teması halinde olduğunu da , doymadığına veriyoruz. Santogold'a ve tabi ki Superman parçasına bir şans verin. İyi. Gerçekten iyi.



Birinci Kısım
İkinci Kısım

Herşey yerli yerinde.

2000'li yıllar başlamıştı ve insanların olacağını söylediği (kehanetlediği) bütün hadiselerin,felaketlerin bir bir
gerçekleşmelerine rağmen , şoför mahalinde oturduğum park halindeki beyaz arabanın höperlörlerinden
gelen ses "everything in its right place.." diyordu.

O sabah yapılabilecek en iyi şey o gibi gelmişti.Hem kehanetler de tutmaktaydı.Birşeyler oluyordu.Herşey yerli yerinde diyordu ses.Park halindeki beyaz arabanın şoför mahalinde.

O çarpışma testi kuklalarının kullandığı arabaların, hepimizin "gayet normal" karşılayacağı hızlarda bile bir duvara çarptırıldıklarında ortaya çıkan dehşet verici "slow motion" görüntüleri gibi bir albüm bu.

gezegende başka kimseler yokmuş gibi.



Bu gece aşağı yukarı 23:00 sularında evin önüne arabayı park ederken , tekrar bastım gaza.

Şehirde dolaştım sessiz sessiz , anısı olan hatırladığım yerlerin önünden geçip bazılarında durup birkaç dakika düşündüm ; aradım belki. O saatlerde hava serinlemiş olmasına rağmen, bazı yerlerde son içkilerini isteyen bazı tanıdıkların oturduğu masaları gördüm...Demini almışların masasına taze üzüm olmak ne kötüdür deyip geçtim. İçlerini bildiğim bazı evlerin önünden geçip , içlerindeki halimi düşündüm. Bazılarında aynı benim onlara baktığım gibi hiçbir hareket, belirti göremedim. Şaşırdım. Bazılarında ışıklar gördüm.Giremeyeceklerime girip bakmak istedim.
Yanlarından geçerken yavaşladığım insanlar, sanki şehirdeki bütün arabalar tam da bekledikleri arabaymış gibi beni görüp tanımaya çalıştılar. Polisler birbirlerine el şakaları yaptılar.

Şehirde dolaştım sessiz sessiz , anısı olan hatırladığım yerlerin önünden geçip bazılarında durup birkaç dakika düşündüm ; aradım belki. Bulamadım hissine kapılınca bıraktım. Tüm bunlar olurken bu albümün bilhassa da açılış şarkısı hep bana dedi : This Is Hardcore

Hey Jimi, naber adamım?

Kuzey cazının -ECM etiketli daha elegans örnekleri ile beraber- uzun süredir takip ettiğimiz ismi Jimi Tenor , arkasında tam kararında bir "siyah" orkestra ile kaydettiği 2007 tarihli albümü Joystone ile karşımızda sevgili mama severler...



Esasında Tenor ile olan ilişkimi araya binlerce başka isim girmesinden mütevellit 3-5 sene askıya almıştım ama bu albümle tekrar kuzeyin "future jazz" ının güneyin siyah Afrika'sı ile nasıl birleştirdiğini duyunca , heyecanımı yenemeyerek kendilerini buraya konuk etmek istedim. Albümün en güçlü özelliklerinden birisi , bırakın sadece müzik albümlerini insanlarda bile çok zor rastladığımız (hay yesinler benim sosyo-duyarlılığımı) "herşeyin kararında" olma hali. Baştan sonra hikayesini gayet sakin , soğukkanlı , hiçbir konuda aşırıya kaçmadan hatta yer yer mütevazı bir biçimde anlatıp çekiliyor. Ama bu hikayenin bilinen, monoton bir akışı olduğuna delalet değil pektabi. Dediğimiz gibi İskandinavya ile Afrika'yı , tam da ortalarda bir yerde, Akdeniz kıyılarında birleştiriyor, Modern Jazz'ın neden modern olduğunu hoperlörlerimizden odaya enjekte ediyor.

Hani bunca zaman sonra tekrar Jimi Tenor jazz'ı ile karşılaşınca, kendimi birden bi kulübe girdiğimde karşılaştığım ve iki çift laf ettikten sonra "vay anasına , böyle bi adam vardı gerçekten ya..." diye düşünüp çağrıştırdığı dosyaları açarmış gibi hissettim. Size de olmaz mı bu neye gebe olduğu belli olmayan karşılaşmalar arada sırada?

Hey Jimi , naber adamım?

Taboo!

Evet bugünkü mamamız Santana'dan... Ama lütfen onun 80'ler, 90'lar ve 2000'lerdeki hali (vakti) ve müziğini gözünüzün önüne getirmeyiniz , konumuz aşağıdaki gruptur :


Meşhur Woodstock'un gerçekleştiği 1969 ile 1975 yılları arasındaki kayıtları bendeniz için hem bir çocukluk anısı , hem de -her ne kadar latin müziğine yıllar yılı belirli bir temkinle yaklaşsak da- bir groove tanımı olagelmiştir. Sizlere bugün takdim edeceğim topluluğun 1971 tarihli 3. plağı "III" , o zamanın cool'luğunu , groove 'unu , kalitesini , havasını tamamiyle yansıtan müstesna bir çalışma. Hem içerisinde güzeller güzeli Taboo 'nun yanında , her parçasına bir latin-blaxploitation filmi çekilecek sürü sepet parça ihtiva ediyor. Çekici melodiler , retro latin tempolarıyla birleşiyor , karakteristik cool vokaller 1970'lerin ilk yarısında latin kökenli doğu yakası mahallelerinde olduğumuzu hissettiriyor. Bir kez daha hatırlatmakta fayda var : Taboo isimli şahesere dikkat! Kısacası mihenk taşı bir kayıt : Santana III.

düşene vuran adam : tom jenkinson

Bir 10 sene olmuş bendeniz bu adamla tanışalı. İlk başlarda (90'ların son demlerinde) adama da müziğine de köşede oturmuş bir iki arkadaşla konuşup etrafa bakınırken, birden sokağın karşısına inen bir gemiden inen ve beraberindeki garip yaratıklara bas gitarı ile beraber yüzlerce kabloyu ve sintızayzır'ı , drum machine'i taşıttırdıktan sonra kurup çalmaya başlayan biri olarak görmüştük. Aradan geçen bunca zamana bunca sese ve kayda rağmen değişen çok da bişey olmadı.

Ben bu tip adamların (yapmacık Yekta Kopan diksiyonu ile) "müzikal kariyerlerindeki gelişimleri ,değişimleri" klişelerine pek inanmıyorum. Bu adam neyse o senelerdir , sadece gezegen her turunda değişiyor o kadar. Yani bu süre içinde "Tundra" , "Fat Controller" , "Lambic 5 Poetry", "Tetra Sync" , "U.F.O.'s over Laytenstone" gibi yapıtlarını klasikleştirirken , dünyaların lanetlisi "Love Will Tear Us Apart" ı da Squarepusher'laştırmış ; hele ki Tundra'nın 13 dakikalara varan canlı yorumlarıyla düşene bir tekme daha atan bir adamdan bahsediyoruz. Bu piçin kariyerinde daha ne değişebilir ki Yekta? Ha söyle ne?



Ha hazır burada toplanmışken muhteremin raflardaki yerini geçtiğimiz günlerde alan 12. uzun çalarına da bakmakta fayda var dedim : Bir hediye olarak kabul ediniz.