'din'le ve aksesuarlarıyla ontolojik ilişkimizi koparalı hayli zaman geçti, tahmin edebileceğiniz üzere, pek muhterem mamacı kardeşler. ne ki, bu bir referandum kafasında işlememeli: tasavvufa gönül verdi, yahut ne bileyim, yemyeşil ekranlara ve banka hesaplarına adını yazdırdı diye iyi müzik yapan bir adamı (bir iki örnekte kalsa dahi) kökten koparamıyoruz kültür hayatımızdan. dahası, koparmıyoruz da. soframıza buyur ediyoruz, şol mübarek kadir gecesinde.
siyasi eğilimlerimizi bir kenara bırakıp burada linki verilen şarkıya bir göz atalım, 30'larına dayanmış yahut yeni başlamış insan tasarıları olarak kendimizi güfte ve bestenin, dahası istisnai düzenlemenin hoşluğuna ve ağırlığına, frankofon söyleyişle 'ambiancé'ına bırakalım, derim.
ahmet özhan'ın rotasını bu coğrafyada belli 'onyılları' harcamış olanlar bilir, yahut hatırlar ucundan kıyısından. gülşen bubikoğlulu filmlerin jönlüğünden yakasız (ve belki de dikişsiz) gömlekler ve badem bıyık kafasına geçişe eskiden olduğu kadar şaşmıyoruz artık. hem ahmet özhan bu dönüşümü muhtemelen en usturuplu yaşayan, içine dönük, sükunet sahibi, ince ruhlu bir adamcağız gibi görünmüştür hep.
yeryüzünün melankolik metaforlara alet olmaya en teşne parçacıklarını ardı ardına anan bu jeoloji hastası ruhun, panteizme meyledeceğine tek tanrılı bir dine angaje olması kayıptır kayıp olmasına ya, müzikal (ve lirik) dağarcığımıza nakşedilmiş bu tatlı ve hüzünlü şarkı belki de herşeyi affettirebilir, ha?
bin aydan hayırlı yüzbin geceden çılgın bu vakitte ezan sesini kıstırıp bunu dinleyelim ki enver ibrahim'le başladığımız ramazanı hakkıyla noktalayalım bari.
pascal'dan bir alıntıyla bitireyim (umarım bunu ahmet abi de okur): "diz çökün, inanacaksınız."