buzdan melekler gibi

Meşhur caz eleştirmeni, güzel adam Tony Brewer'a bağlanıyoruz : "Punk ve Grunge geleneksel rock için neyse, Nu Jazz'da caz için odur. Cazın genişliğini hatırlatır ve onu birçok yeni kulak için eğlenceli ve içine girilebilir kılar. Nasıl Yngwie Malmsteen ve onun gibiler (sen koru ya rab) gitarlarını Kurt Cobain'e doğru uzatır ve tüm dünya bu "prograsif" devrimden nasibini alırsa, nu jazz da cazı virtüözlerin elinden alarak garajdaki çocuklara (hadi "bedroom dj'leri" diyelim , hastasıyız o tabirin) doğru uzatır. Emprovizasyon üzerine taze melodiler kurulur ve enstrümantasyon gelenekselden uzaklaştırılarak deneysele doğru itilir. Nu jazz ile birlikte odak müzisyenlerden uzaklaşır ve "şarkı" ya doğru yaklaşır. Sadece enstrümanı kimin, nasıl çaldığı değil, ortaya çıkan melodinin,ritmin, kısacası müziğin kendisi ehemmiyet arz eder..."

Rock etkileşimli bir benzetme ile Nu Jazz'ın bilhassa da son yıllarda Nublu etiketi ile yayınlanan plaklarındaki rock etkileşimine de gönderme yaparak, sıradaki mamamızın konusu, İsviçre kökenli Fransız üstad Erik Truffaz ve 2007 tarihli plağı Arkhangelsk 'e geçiyoruz.
Arkhangelsk (İngilizcesi ile Archangel) , Rusya'nın kuzeybatı ucunda, buz denizi kıyısında atmosferik bir kent. İlk kuruluşundan Ekim Devrimine kadar Rusya ile Norveç arasında büyük çekişmelere sebebiyet verecek güzellikte bir limanı ve gökyüzü olduğu söyleniyor. Korkunç Ivan o korkunç 1555 kışında, Norveç'liler yerine İngiliz,İskoç ve Hollanda'lı gemicilere giriş izni verince şehir yüzünden çıkan anlaşmazlık büyük bir krize yol açıyor. Hem ikliminden, hem gökyüzünden hem de soğuğundan mütevellit bir "büyülü şehir" efsanesi yayılıyor tüm Avrupa'ya.

Erik Truffaz şehrin büyüsüne, nefesini üfleyerek çıkarıyor albümü. İçerisinde sözkonusu "ağır" ve "soğuk" büyüye uygunsuz kaçan hiçbir kırıntı bırakmadan hem de... Biz janrları, enstrümanları ve masturbatif virtüözleri Arkhanglesk'in buzuna bırakalım, içimizi her daim titreten "iyi" müziğin şerefine. Sıkı giyinin.

daedelus külliyatına kabataslak bir bakış



kapaktaki illüstrasyonun, sevgili dostumuz sputnik'in eski setine koyduğu muhteşem başlığı (i.e. memories in the toolbar) anımsatmasından mıdır nedir, ilk görüşte ısındığımız daedelus, ninja tunes'da kendine ayrılan sayfada anlatıldığı kadarıyla okyanusun iki tarafından ve geniş bir janr skalasından devşirdiklerini Just Briefly (A Musical Retrospective of Daedelus) 'de özetliyor. özellikle just briefly'de, something bells'de, denouement'de, yeteneklerini şımarıklıkla sergiliyor bu viktoryen dandy. fourtet'i, cex'i de andırmıyor değil hani.

önceki girilerdeki barolar gibi california'nın çocuğu olan daedelus'u "contemporary electronic music scene"deki yerine yerleştirmeyi, kulakmaması adlı bu post-fordist gayri maddi kültürel üretimde çalışma arkadaşlarım olan sevgili mama yazarlarına bırakarak soldan çıkıyorum; zira kimisiyle henüz karşılaşmadığım dostlarım bu işi müthiş bir yetkinlikle yapıyorlar. hürmetler bizden, dinlemek sizden :)

warp'a eni konu sardırmaca...



efsane plakçımız warp, son iki girimizdeki tuhaf abilere de çorba çıkaran tekke, malumunuz... tekkeden, 2010 için erken bir hediye geliyor, bize de kah rükuya, kah secdeye durmak kalıyor. hem, iki giri önce bahsedip tümünü hediye edemediğimiz ancestors'u bu compilation'da bulabilirsiniz.

flying lotus



o zaman devam edelim: bir önceki parçada gonja sufi'yi sarıp sarmalayan prodüktör abi kimmiş, ona bakalım: flying lotus. inanılır gibi değil ama, alice coltraine'in ikinci kuşaktan yeğeni oluyor kendisi. acaba albümde auntie diye andığı o'm'ola? şuradan da tadılabilir. tıpkı gonja sufi gibi kirli, çapaklı ve müthiş! (mesela, camel... mesela, roberta flack... mesela, sexslaveship... mesela, gonja sufi'li testament... mesela her iki teyze şarkısı...)

gonja sufi




daha önce sumach adıyla da albümler yapmış olan bu serseri, warp'ın yeni peygamberi galiba. indiremedim ama, şuradan ancestors'u tadarsanız memnun olurum.

miles'da gelsin mi?

Meşhur pazar mamalarımızda bu hafta, müziğin zurnasının zırt dediği yere, Miles Davis'e bağlanıyoruz :

" Olayları önceden görebilme yeteneğim vardır, şaşmaz. Geleceği görebilen insanların varlığına inanıyorum. Bir keresinde Birleşmiş Milletler binasının havuzunda yüzüyordum, havuzda benimle beraber yüzen bir beyaz vardı. Birden bana, "Nereye gidiyorum tahmin et?" diye sordu. Hiç düşünmeden, "New Orleans'a gidiyorsun" dedim. Gerçekten de oraya gidiyordu! Şaşıp kalmıştı. Bana bir tuhaf bakıp nasıl bildiğimi sormuştu. Bilmiyordum nasıl bildiğimi ve merak da etmiyordum. Böyle sorular sormam. Bu yeteneğimin orda olduğunun hep farkında olmuşumdur."

Şubat 1969'da New York City'de 30. Cadde Studio B'de iki gecede kaydedilen şaheser In A Silent Way, Miles'ın hayatında kendi deyimi ile "oldukça yaratıcı" bir dönemin başlamasına , ve bu plağın kaydı sırasında düşündükleri ile 1969-1973 yılları arasına tamı tamına 10 plak daha sığdırmasına sebep oluyordu. Miles'ın o dönemlerine ait çok daha göze batan plakları da (mesela dünya tarihini değiştiren Bithes Brew, mesela Jimi Hendrix'in bitmesine çok az kaldığının henüz farkında olmadığı hayatını değiştiren albüm Kind Of Blue, bilhassa beyaz akademisyenlerin göz bebeği haline getirmeleriyle hayatı boyunca dalga geçtiği albüm Birth Of The Cool, örnekler tüm diskografiye yayılabilir...) baş tacı edebilirdik bu pazar ama In A Silent Way....... Boşluğu doldureverin bir zahmet kaydı dinledikten sonra.

Kapatırken bir kez daha Miles'a dönelim :

"...Kayıtlarda akorları karalayıp herkese sadece melodiyi çalmalarını söyledim. Bu şekilde çalışmak şaşırttı onları, sadece melodiyi çalmak. Ama Kind Of Blue, büyük müzisyenlerle çalışırsan-ki çalışıyordum- duruma hakim olup bildiklerinin üzerine çıkarak çalacaklarını öğretmişti bana. Böyle çalmıştık In A Silent Way'de ve müzik tamamiyle yeni ve harikulade olmuştu.

In A Silent Way bittikten sonra grubu turneye çıkardım : Wayne (Shorter), Dave (Holland), Chick (Corea) yer yer Herbie (Hancock) ve Jack DeJohnette. O grup canlı kaydedilmiş olsaydı keşke, çok orospu çocuğu bir gruptu. Chick Corea ve birkaç kişi daha bazı konserleri kaydetmişlerdi sanıyorum ama plak şirketi Colombia treni kaçırmıştı...."

Ve son söz. Michael Mann'ın hem müziğine hem de Miles Davis'e gayet şık bir saygı duruşu. Güzel hikayelere içelim.




antony, yeniden...



daha önceki bir yazıda belirttiğimiz gibi, antony kulağımıza cocorosie'nin beautiful boyz'unda çalınmıştı: şarkının jean genetvari anlatısının cinsiyetler arası bir entonasyonla (ve e.'ye göre 'keçi vibratosuyla') dile gelmesi, bizi derinden etkilemişti. sonra, sağolsun p.ciğim, I am a bird now'u dayadı: işte sputnik'in,

"Mama’nın amcasının albümün çıkış tarihinden takriben 1 yıl sonraki bir buluşmamıza, kulağında 'What Can I Do' ile gelirkenki surat ifadesini hatırlar, o ifadeyi bir arttırırız. Her gidene hediye."

diye anlattığı anektod o günlere denk düşmektedir. bir süredir döne döne grupla aynı adı taşıyan ilk albümü, özellikle de twilight'ı, atrocities'i, hitler in my heart'ı, river of sorrow'u dinleyip duruyoruz.




nedense, müthiş kapak fotoğrafıyla the crying light'a musallat olmamışız. birazdan bizimki inecek. siz de buyrun.

çoğaltarak ilerlemeliyiz


Mazisi turntablism'den de öteye varan "sampling", 1970'lerin başlarında bu "pikapçılar"dan sonra yavaş yavaş bir tarzdan ziyade bir tavır halini almaya başladı sanatta. Olur olmaz şeyleri üst üste bindirmekten ziyade, neyi neyin içine, nasıl yoğurduğun önem ve değer kazanmaya başladı. Bilhassa da o tarihlerdeki Birleşik Devletler kuzeydoğu yakası şehirlerinin arka sokaklarında. Tıpkı jazz'ın 30'lu, 40'lı ve 50'li yıllar boyunca önce İngiltere'ye, ordan da kıta avrupasına sirayet ederken olumlu olumsuz evrilmesi gibi, sampling ve beat-making'de aynı vaziyetlerden geçti. Öyle ki, bilhassa Birleşik Krallık'taki ehil prodüktörler, işin membağındaki DJ'leri keşfedip onları Londra'nın karanlık kulüplerine çekmeye başladılar bile 2000'ler boyunca. Atlantik'in bizden yanına son geçenlerden biri Washington D.C. menşeili Damu The Fudgemunk. 2010 yılından itibaren harika groove'larını Londra'dan yayınlayacak olan DJ'i, dört gözle beklediğimiz yeni EP'si Kilawatt V1'dan evvel 2008 tarihli toplaması Spare Time ile ağırlıyor, tanışmamızın şerefine bahçe partisinde köfte-ekmek-bira'lanırken muhabbeti koyultuyoruz.




dans eden davullar

...Annem hep Eva'nın gösteriş budalası, geveze bir kadın olduğunu söylerdi, ben de Eva'yı biraz komik buluyordum, ama yaşı otuzun üzerinde olup da konuşabildiğim tek insandı. Çok sakin ya da hep hevesle bir şeyler bekler gibi bir hali vardı. En azından çevremizdeki mutsuz yaşayan ölüler gibi duygularına zırh takmıyordu. Rolling Stones'un ilk albümübü seviyordu. The Third Ear Band'e deli oluyordu. Odanın ortasında Isadora Duncan dansları yaptı, ardından bana Isadora Duncan'ın kim olduğunu ve neden eşarp takmayı sevdiğini anlattı. Eva, Cream'in son konserine de gitmişti. Charlie okulun spor sahasında sınıflara girmeden evvel bize annesinin en son çılgınlığını anlatmıştı : Kız arkadaşıyla ona yatakta pastırmalı yumurta götürmüş, sevişmelerinin nasıl geçtiğini sormuştu.

Babamı Writer's Circle'a götürmek için bize uğradığında ilk iş odama çıkıp Marc Bolan posterlerime bakardı. "Neler okuyorsun? Yeni kitaplarını göster bana çabuk!" derdi. Bir keresinde de, "Kerouac'ta ne buluyorsun allahaşkına, zavallı bakirin teki? Truman Capote'un onun için söylediklerini biliyor musun?"
"Hayır."
"Buna yazmak denmez, olsa olsa daktiloculuk!" demiş...

Varoşların Buda'sı, Hanif Kureishi (Can Yayınları, 2001)

Asian Underground akımının en koca taşlarından olan Badmarsh&Shri plağı Dancing Drums, 10. yaşını doldurmuş lakin, kulaklarımızdan hiç düşmemiş. 90'ların sonunda janrın edebi kısmını kafama dizen Hanif Kureishi ile beraber albümün yapımcıları Badmarsh ve Shri'ye binlerce selam, drum'n'bass'e aralıksız devam!