tuhaf havalar

bu isimde bir kitap mı vardı? olabilir.. "tuhaf hava"ydı sanırım.. neyse.. zaten haftada bir teptiğim yolda, bu kent için antik sayılabilecek bir mahallenin içinden geçerken de "sevil berberi" diye bir dükkan görüyorum. tuhaf olan yalnız hava değil yani: yer de tuhaf.. onur ünlü'nün (ki aslında kendisi ah muhsin ünlü mahlasıyla müthiş tuhaflıkta şiirler de döktürmüştür; mutlaka okunmalıdır) polis adlı şahane deli saçmasında "hayat tuhafiye"nin kapalı kasa arabasının kayan kapısı (bıktırtan isim tamlaması, zincirleyen isim tamlaması, anlam'ı kendine zincirleyip bırakmayan obsesif kompülsif isim tamlaması) bizi bir gerçekle başbaşa bırakıyordu: hayat tuhaf!


ah


vi400587ba705_250



peki, bu tuhaflık içinde "nedir mesele, nedir?!" sorusuna verdiğimiz yanıtların sıralamasıyla alakalı bir arkadaş grubu kurgumuz varsa, birileri de bir zamanlar "hayatta müzikten daha mühim şeyler var, şimdi hatırlamıyorum, ama var" dediyse, lafı kısa kesip yine müziğe mi dönelim?

dönelim, peki: bir önceki giride yerini bulan figen genç'in pek tabii bir çağrışımı var naçizane yazarınızda; dinleyince nedenini anlayacaksınız ve belki de "yıkıcılıkta sınır tanımayan kadınlar: reprise" başlığının altına yakıştıracaksınız kendilerini. özellikle "sen sen sen" adlı nağmesiyle geliyor, kalbimizi robin hood'daki zalim gibi kaşıkla deşmeye meylediyor selva erdener

adszgq8




("çünkü kaşıkla deşersem daha çok acı veririm" diyordu taytlı kahramanın ezeli düşmanı).


sheriff


özel ve güzel bir isteği geç de olsa şuracığa eklemekten gurur duyuyorum: ane brun geliyor, my lover will go diyor; her dediğinde göğsümüzde gezdirilen eski bir gümüş kaşığın tuhaf soğukluğunu hissedebiliyoruz.

anebruntoseks


neden bilmem, bi compare-contrast kafası hasıl oldu yazmaya başladığımdan beri: lhasa dinlemişsinizdir mutlaka. yasemin mori adlı tatlı hanım kızımızınmızınzın yorumunun, sesinin, duruşunun da kimi yerlerde aynı arşa değdiğini hissettim geçen gün. buyrun bir de siz karşılaştırın diyorum ve hemen bir sonraki paragrafa atlıyorum.

lhasa-2


yaseminmori-hayvanlar2008



fairuz derin bulut nam bir adamlar toplamı vardı. adına bayılmıştık; öğrenciliğimizin geçtiği kara kente geldiklerinde de üşenmeyelim, evdeki bira şişesi dağını aşıp gidelim demiştik. ne var ki mekana vardığımızda adamların kafalarının erişilmez bir yükseklikte seyrettiğine şahit olmuş, cesaret edememiştik katılmaya.. mecalimiz yoktu, billahi.. şimdi arabesk adlı bir albümle yeniden ortalama kafayı yükseltmeye azmetmişler: ali tekintüre isimli efsanevi şarkı yazarının müstesna eserlerini kendilerinin eylemişler: belki duman tarafından hakkı verilen ama akabinde pıtraklaşan tiplerin bir türlü tutturamadıkları hamuru, mevzuun aslına rücu ederek tekrar karmışlar. ilginç bir deneme, ve müzikte sadakatin ne kadar farklı kriterlerle değerlendirilmesi gerektiğine dair iyi bir örnek...


fairuztekara


belki şunu diyecek olan çıkar aranızdan (gerçi bir şey söyleyen çıkmıyor pek şu aralar ya): "abisi, tamam ama bunları bir araya getiren şey nedir? ne alaka?" ben de tutar Jean-marie laclaventine'in usulca adlı romanından bir alıntıyla cevap veririm:
29608_2


"artık çoktandır, geçen zamana karşı ürümekten vazgeçmiş iki köpek gibiydiler, damaklarında sadece eski bir et tadı kalmış, kendi burunlarına şaşı şaşı bakan iki kırma. birbirlerini görür görmez, aynı soysuzluktan gelme, aynı inançsızlıkları paylaşan, insanlığın ilerlemesini aynı kuşkucu sabırla, asfalttan bir alacakaranlıkta, paris'in fakir bir semti olan onüçüncü bölgedeki bir dispanserin kirli camları arasından izleyen kişiler olarak tanımışlardı."

"iki haftaya yakındır, nerelerdeydin?" sorusuna özet bir yanıt:
işte size bir tuhafiye estetiği: yukarıdakilerin hepsi tuhaf ve güzel insanlar!