“Başlangıçta
söz vardı.”
Ardından onun karşısına “blasphemy”yi koydu insanoğlu. Her tanrı
kelamına ya da kendini tanrının elçisi, gölgesi, yansıması, -hatta kendisi-
yerine koyan muktedirlerin buyruklarına küfürle cevap verdi “sapkın” takımı.
Tarihin motoru sınıf mücadelesi ise yakıtı isyan oldu. Ağızdan,
kafadan, kalemden çıkan her küfür ise ateşlemeyi yapacak enerji eşiğini atlamak
üzere, tarihe düşülmüş notlar olarak bekleyen birer kıvılcım…
“…sözlerinde kendi kişisel duygularını dile getirir hiçbir şey
olmadığı apaçıktı; sanki bir tarihçiydi ve kimseye hakaret etme amacı taşımadan
büyük bir soğukkanlılıkla tarihsel bir gerçeği açıklıyordu.”
Çernişevski, “Nasıl Yapmalı?” romanında kendisine "rezil ve yalancı" diyen romanın en "üstün"
kişisini böyle betimletiyor, romanın bir başka
kişisine.
Ve ekliyor: “Bu sırada hali de öyle tuhaftı ki, ona kızmak
gülünç bir şey olurdu. Bu yüzden yapabildiğim tek şey gülümsemek oldu.”
İşte
tarih yapan küfürbaz; kendisine gülümseyeni de, hazmedemeyip cezalandıranı da bu
şekilde mimler.
Biz de mimleyelim o zaman ilk mamamızla, tarihe gömülecekleri
ağız dolusu bir küfürle.
Küfr-i lisan ettiysem ne mutlu bana…