git gel, git.



"Baykuşlar tam bir sessizlik içinde avlanır. Bütün vücudu yumuşak ve ince tüylerle kaplıdır. Tüyler, uçuş sırasında tabii bir susturucudur. Uçuş esnasında kanatlarının “pırpır” sesi duyulmaz. İri gözleri, başlarının yanında değil önündedir. Aşırı büyüklükteki gözleri, göz oyuğunda hareket edemez. Araba farı gibi yuvalarında sabittir. Ama baykuş boynunu 270 derecelik alan içinde rahatça çevirerek çevresini kontrol edebilir. İnsanın sadece bir ışık parıltısını fark ettiği yerde baykuş buradaki cismi bütün teferruatı ile görür. Hassas kulaklarıyla, gecenin sessizliğinde uçan pervanenin kanat sesini veya bir tohumun çiğnenişini, hatta tam sessizlikte düşen iğnenin sesini bile işitebilirler. Baykuşların ilginç özelliklerinden biri de kulaklarının perdeli oluşudur. İstedikleri zaman açar, istediklerinde kaparlar. Dinlenme halinde ve yavaş uçuşlarında kulak perdesini açar, hızlı uçuşlarında ise kaparlar."


Baykuş, tarihte akıl, bilgelik ve koruyuculuğu temsil etmiştir. Ama konumuz o değil..

güz

güz, hayatımıza, çok önceden derinde verilmiş ama bir türlü zihinde belirmemiş bir karar gibi; sezdirmeden birikmiş, kuvvetlenmiş, ancak bu kuvvet marifetiyle, hacmi bir eşiği aşınca tebarüz eden bir his gibi, bir sıvı gibi giriverdi. hararetle, bunaltıyla gövdemizi dünyaya tüküren yataklar müşfik ve kucaklayıcı bir sığınak haline geldi.

güz, içerinindir. güz, içeridedir.



artık, iğdelerin dallarda kuruduğu, sabah fırtınalarının ve dahi gitgide koyu bir turuncuya kesen gün doğumunun geceki hissiyatı sürdürmekte direttiği terk edilmiş sayfiyelerin hayalini kurma vakti. sokakların değil, evin vakti. funk'ın değil, folk'un vakti. elbette minör akorlarla yazılmış gitar şarkılarının vakti. sabah sabah böyle şeyleri sayıklama vakti. ada'nın, ada'nın tekinsiz sükunetinin vakti. ada sakinlerinin.

ada'dan, crouch end'den bombay bicycle club, bir kez daha, bu kez flaw ile huzurlarınızda.