balina nasıl balina oldu?

"Tanrı'nın evinin arkasında küçücük bir bahçe varmış. Tanrı bu bahçede kendisi için havuç, soğan, fasulye gibi şeyler yetiştirirmiş. Minicik, güzel bir yermiş burası. Sebzeler sıra sıra, düzenli bir şekilde ekili; bahçe, yabancı hayvanlar girmesin diye, derli toplu bir tahta perde ile çevriliymiş. Tanrı çok memnunmuş bahçesinden.
Bir gün havuçların bulunduğu yerde ayrıkotlarını temizlerken havuç sıralarının arasında tuhaf bir şey görmüş. Kapkara bir şeymiş bu. Boyu da iki-üç santim ya var ya yokmuş. Bir ucundan toprağa kök salmış bir şey.
"Çok tuhaf," demiş Tanrı kendi kendine "Hiç buna benzer bir şey görmemiştim şimdiye kadar. Acaba büyüyünce ne olacak?"
Böyle diyerek ona dokunmaktan vazgeçmiş.
Ertesi gün, bahçede çalışırken, birden o ufacık parlak şeyi hatırlamış. Gidip bakmış, bir de ne görsün? Sabaha kadar bir gün öncesine göre boyu iki kat uzamış. Beş santimlik, parlak siyah bir yumurtaya benzer bir şey olmuş.
Tanrı her gün gidip bakıyor, o da her gün biraz daha büyüyormuş. Aslında, her sabah, bir önceki güne göre boyu iki kat uzuyormuş.
Boyu bir buçuk metreyi bulunca, Tanrı, "Artık çok büyüdü." demiş. "Onu koparıp pişireyim."
Ama bir gün daha bırakmış bahçede.
Ertesi gün üç metre olmuş o garip bitki. Bu durumuyla Tanrı'nın tencerelerinden hiçbirine sığamazmış.
Tanrı durup başını kaşımaya başlamış. Bu haliyle bile bir sürü havucu eziyormuş. Eğer aynı hızla büyümeye devam ederse kısa bir süre sonra Tanrı'nın evini itip yerle bir etmesi bile beklenebilirmiş.
Birden Tanrı bu ne olduğu belli olmayan şeye bakarken, o da gözünü açıp Tanrı'ya bakmaz mı?
Tanrı çok şaşırmış.
Göz oldukça küçük ve yuvarlakmış. Kökten en uzak ve çok kalın olan öbür uçtaymış. Tanrı yaratığın çevresinde dolanmış. Öbür yanda da bir göz varmış ve o göz de Tanrı'ya bakıyormuş.
"Vay! Vay! Vay!" demiş Tanrı. "Günaydın!"
Göz bir açılıp bir kapanmış, gözün altındaki dümdüz parlak deri parçası hafifçe kırışmış, yaratık gülüyor gibiymiş. Ama görünürde bir ağız olmadığı için Tanrı yaratığın gülüp gülmediğini anlayamamış.
Ertesi gün Tanrı erkenden uyanıp bahçesine çıkmış.
Düşündüğü gibi bir de bakmış ki, küçük gözlü siyah sebzesi bir gecede bir kat daha uzamış. Başıyla bahçenin tahta bahçesini itmiş, yola taşmış; başı yolun üzerinde, bir gözü yere bir gözü göğe bakıyor, sırtı da mutfağın duvarına yaslanıyormuş.
Tanrı başına doğru yürüyüp yaratığın gözünün içine bakmış.
Sert bir sesle, "Çok da büyük bir şeysin," demiş. "Rica ederim, evim yıkılmadan şu büyümeni durdur."
Tanrı'nın şaşkın bakışları arasında yaratık ağzını açmış. Gözlerin biraz aşağısında baştan başa ince uzun bir yarık varmış.
"Durduramam..." demiş ağız.
Tanrı bu söze verecek karşılık bulamamış. En sonunda, "Peki nasıl bir şeysin sen, bana onu söyleyebilir misin? Nesin, kimsin,haberin var mı?" diye sormuş.
"Ben," demiş yaratık, "Balina-otu'yum. Sen öküz-gözü, katırtırnağı, atkestanesi gibi şeyler duymadın mı? Ben de Balina-otu'yum işte.
Artık Tanrı'nın yapabileceği bir şey yokmuş.
Ertesi sabah Balina-otu yolu baştan başa geçmiş, gövdesinin bir yanı da mutfak duvarını, mutfağın içine doğru çökertmiş. Artık bir otobüsten hem daha uzun, hem de daha genişmiş.
Tanrı bunu görünce, bütün hayvanları bir araya toplamış.
"Tuhaf bir şey var burada," demiş. "Şuna bakın. Ne yapacağız bunu?"
Öbür hayvanlar Balina-otu'nun çevresinde dolanmışlar. Derisi o kadar parlakmış ki, ona bakınca tıpkı aynadaki gibi kendi yüzlerini görebiliyorlarmış.
Devekuşu, "Olduğu gibi bırakalım," demiş. "Nasıl olsa kuruyup gider."
"Ya büyümeye devam ederse?" demiş Tanrı. "Bütün dünyayı kaplayıncaya kadar büyürse? Onun sırtında yaşamak zorunda kalırız. O zaman halimiz ne olur, düşünebiliyor musunuz?"
"Bana kalırsa," demiş Fare, "denize atalım gitsin."
Tanrı düşünmüş. "Olmaz," demiş, "çok sert bir ceza olur onu denize atmak. En iyisi bir-iki gün daha kendi haline bırakalım."
Üçüncü günün sonunda Tanrı'nın evi yerle bir olmuş, Balina-otu'nun boyu da bir sokak boyu kadar uzamış.
"İşte," demiş Fare, "şimdi de bunu denize atmak için çok geç kaldık. Balina-otu yerinden kımıldatılamayacak kadar büyüdü."
Ama Tanrı Balina-otu'nun her yanını iplerle sarıp sarmalamış, sonra da bütün hayvanları onu yerinden oynatmak için yardıma çağırmış.
"Hey!" diye bağırmış Balina-otu. "Rahat bırakın beni."
"Doğru denize," demiş Fare. "Sen de bunu hak ettin doğrusu. Hiç o kadar yer kaplanır mı?"
"Ama ben hayatımdan memnunum!" diye bağırmış Balina-otu yeniden. "Ben burada yatmaktan başka bir şey yapmıyorum ki. Bırakın beni uyuyayım. Ben burada yatıp uyumak için yaratılmışım."


"Doğru denize!" diye bağırmış Fare.
"Yapmayın!" diye bağırmış Balina-otu.
"Doğru denize!" diye bağrışarak iplere asılmış bütün hayvanlar. Yeri göğü sarsan bir inlemeyle Balina-otu'nun kökü topraktan kopmuş. Balina-otu çırpınmaya, kıvranmaya başlamış. Öbür hayvanlar onu büyük bir güçle denize sürüklerlerken Balina-otu'nun kıvranan uzun kuyruğu da evleri, ağaçları yerle bir ediyormuş.
En sonunda çok yüksek bir uçurumun kenarına gelmişler. Büyük bir gürültüyle onu uçurumun kenarından denize yuvarlamışlar.
"İmdat! İmdat!" diye bağırıyormuş Balina-otu. "Boğulacağım! Ne olur karaya çıkmama izin verin de, orada rahatça uyuyayım."
"Boyun kısalmadan olmaz!" diye bağırmış Tanrı.
"Boyun kısalmadan gelemezsin!"
"Peki, ama nasıl küçüleyim?" diye ağlayarak sormuş Balina-otu denizin ortasında bir o yana, bir bu yana sallanarak. "Ne olur, karada yaşayabilmek için nasıl küçülebilirim bana söyler misiniz?"
Tanrı o derin uçurumun kenarından eğilip parmağını Balina-otu'nun başına sokup çıkarmış.
"Ay!" diye bağırmış Balina-otu. "Ne yaptınız, öyle? Bir delik açtınız başımda. Şimdi içime su dolacak o delikten."
"Yo, hayır," demiş Tanrı. "Gövdenin bir bölümü oradan dışarı çıkacak. Şimdi gövdenin bir bölümünü oradan dışarı püskürtmeye başla."
Balina-otu püskürtünce, gövdesi Tanrı'nın açtığı delikten yukarılara kadar fışkırmış.
"Şimdi püskürtmeye devam et," demiş Tanrı. Balina-otu püskürtmüş, püskürtmüş. Biraz sonra epeyce küçülmüş. Küçüldükçe eskiden dümdüz, pırıl pırıl olan derisinde minicik kırışıklıklar meydana gelmiş.
Sonunda Tanrı "Bir hıyar kadar küçülünce, bana seslen. O zaman seni yeniden bahçeme alırım. Ama hıyar boyuna gelene kadar denizde kalacaksın." diyip bütün hayvanlarla birlikte oradan uzaklaşmış. Balina-otu denizde tek başına kalakalmış.
Bir süre sonra Balina-otu bir otobüs kadar küçülmüş. Ama püskürtmek oldukça yorucu bir işmiş, Balina-otu'nun da yorgunluktan uykusu gelmiş. Derin bir soluk alıp uyumak için denizin dibine inmiş. Çünkü en sevdiği şey uyumakmış. Uyandığı zaman öfkeyle kükremiş. Uyuduğu sırada yeniden bir sokak uzunluğunda çift bacalı gemi şişmanlığında bir Balina-otu haline gelmiş.
Çarçabuk suyun yüzüne çıkıp içini püskürtmeye başlamış. Kısa bir süre sonra bir kamyon kadar küçülmüş. Ama biraz sonra uykusu gelmiş. Derin bir soluk alıp denizin dibine inmiş.
Uyandığı zaman gene bir sokak boyu uzamışmış. Bu yıllarca böyle sürmüş. Bugün de sürüp gidiyor.
Balina-otu püskürtmeyle küçülmesine küçülüyor, ama uyudukça da büyüyor. Arada bir çok güçlü olduğu bir gün, kendisini bir otomobil kadar küçülttüğü bile oluyor. Ama, her zaman, hıyar kadar küçülmesine vakit kalmadan aklına uykunun ne tatlı bir şey olduğu geliveriyor. Uyandığı zaman bir de bakıyor ki gene büyümüş.
En çok istediği şey yeniden karaya çıkıp toprağa kök salmak ve güneşin altında uykuya dalmak. Ama bunun için azgın denizlerde dolanıp içini püskürtmek zorunda. Yeniden karaya dönünceye kadar da, öbür canlılar ona yalnızca Balina diyorlar."