vakt-i kerahat -ve dahi klavsen...

bir cumartesi akşamüstünü geçirmenin ne çok yolu var! kimseyi kendininkinden alıkoymak istemem, ne ki başıma gelenleri anlatmadan da edemem artık.

bu cumartesi, bir süredir bir tepesinde yaşadığım şehrin merkezinde neler olduğu beni ilgilendirmiyor. hayli domestique ve dahi akademique bir haldeyim. yetişmesi gereken metinler içinde debelenmekteyim. öyle ki nşa'da asla ve kat'a hayır diyemeyeceğim şeylere ardı ardına hayır demekteyim. sözgelimi, vakt-i kerahat geldi, malum. akordu benim gibi bir cahilin bile kulağından kaçmayacak kadar bozuk şu viktoryen piyano kalıntısını içki şişelerini taşısın diye kullanıyoruz; işte, oradan bir şişe ucuz (ama leziz) şili şarabı çapkınca göz kırpıyor, buzdolabındaki peynirlerin çağrısına kulak vermemi istiyor, "hadi, buluştur bizi" ayağı yapıyor. tınmıyorum. bir kahve, bir sigara daha.. biraz daha otonom-marxist emek edebiyatı. playlist almış başını gidiyor, müdahale etmemeyi yeğliyorum (müzik dinleyicisinin bartleby olarak portresi). sadece benim gibi bir müptelayı değil, sokaktaki adamı bile şaraba sürecek ne parçalar çalıyor da umrumda olmuyor. bir elma soyayım, yiyeyim. bir sigara daha? olur. kahve? yok canım, çarpıntı yapıyor.






ne ki tüm koşulların bir araya toplaştığı (belki de althusserian terimle, "overdetermination"a maruz) bir anın gelip çatacağı gün gibi açık. 18. yüzyıldan bir ses, nasıl, ne zaman listeme dahil olduysa, "daha neyi bekliyorsun, işte şişe, işte sen! bahane arıyorsan uzaklarda arama istersen" makamında giriyor: forqueray. quatrième suite en sol mineur - le carillon de passy. christophe rousset'nin parmaklarından. şarap açılıyor, fıstık ve peynir çeşitli boy ve ebatta tabakla buluşuyor, tütün sarılıyor, kulaklar "wide open" vaziyette hoparlörlere yaslanıyor.

o ve daha fazlası için buyrun, buradan yakın. kendinizi...

kim edip cansever'e itiraz edebilir bu vakitte: "başlar ceplerinizin alkolle işleyen saatleri"