san'at, sep'et mevzuatı

"creative industries", "creative class" gibi tuhaflıklar üzerine okur, çalışır buldum kendimi. ada'da (ve okyanusun öte yanında, hatta memlekette de) uzunca süredir makbul terimler bunlar, malum. buraya gelmeden hemen önce tophane vak'ası üzerine hayli konuşulmuş, yazılmış, çizilmişti, ancak şimdi oturdu kafada, olan biten, biraz da olsa.

şimdi efendim, san'at-sep'et taifesi, devletten, halktan, ve elbet sermaye odaklarından, ekonomik, sosyal, hatta psikolojik desteğe ihtiyaç duyan, kimi zaman bunu reddeden, kimi zaman açık eden, bu desteklerle ilgili ciddi sorunlar yahut sorular gündeme geldiğinde de etik, estetik, politik otonomluktan dem vuran bir taife. bunda da bir zarar görüyor değilim, işin açığı.

ha, nedir, bir iki soru var, dolanan. sanat neden desteklensin? bu soruya bir sürü yanıt verilebilir ama sonunda ya sanatın sunacağı toplumsal yarar yahut onda zaten varolan, kendinden menkul bir kıymetin -ve dahi kerametin- kabulü gibi iki ucun arasında salınır gibi görünüyor bu yanıtlar. en azından tophane mevzuunda bizim camianın talihsiz demeçleri bu rotayı katetti. galeriler mahalledeydiler, çünkü zaten oralıydılar ve aslında orayı devletin yürüttüğü mütenalaştırma politikasının tersi yönde dönüştürme işlevini yerine getiriyorlardı. hem "halkla" da ilişkileri iyiydi: kimi projelerde "halkı" da işlere dahil etmişlerdi. bu saldırı mahalleye mal edilemezdi, daha başka bir cenahın, şer odaklarının işiydi; zira kalabalık ve örgütlü bir eylemdi. "içki içildiği için saldırının olduğu söyleniyor" gibi anlamsız bir gazeteci sorusuna verilen yanıt daha da anlamsızdı mesela: "dünyanın her yerinde sanat etkinliklerinde, resepsiyonlarda, açılışlarda içki içilir. bu normaldir." bu kadar ciddi bir saldırıya maruz kalıp bu kadar mainstream bir açıklamaya koşmak sadece tedbirsizlikle, şaşkınlıkla filan açıklanabilir herhalde.

nedir kuzum bu normalleştirme çabası, bu antagonizmasız, barışçıl akış umudu? "halkla" birlikte mi kesildi yani göbeğiniz? yok ki "halk" diye bir şey: işler var, bunların tuhaf etkileri var tuhaf insanlar üzerinde. bunun içinde de faşizm diye bir şey var elbet. muhafazakarlık filan var, şiddet var, sansür var. iyi de bunlara karşı, sanatla eğiteceğimiz halkın desteğiyle mi göğüs gereceğiz?

nicedir üzerinde düşünüp durduğum, artık derinden hissettiğim bir şey var: bir işe başlamadan önce onun indirgenemez anlamsızlığıyla yüzleşmek, hesaplaşmak gerekir. çünkü yarı yolda denk gelir de düşerse jeton, işi bitirmek hayli zorlaşır. bittiğinde dank ederse çok sıkıntı verir ya; bittikten sonra da hissedilmezse işin anlamsızlığı, o zaman eni konu ahmaktır zaten kişi. o yüzden iyisi mi, sanat gibi bizi ulvi amaç saçmalığından kurtarma potansiyelini en yüksek raddede taşıyan fırsatları kaçırmamalı, derim.

neden devletten destek alsın sanat, neden halk tarafından kabul edilsin? çok tehlikeli değil mi bu toplara çıkmak? o takımda oynamak istiyor muyuz hakikatten? yahut kendi aramızda konuşurken böyle mi konuşuyoruz?

anlamsızlığın, amaçsızlığın "kavranarak aşıldığı" özgür alanda politika yapmak varken sanat marifetiyle, diğeri çok yavan değil mi?

w.s.b.




"... at night, I would take two strips of benzedrine and go out to a bar where I sat right by the jukebox. when you're sick, music is a great help. once, in texas, I kicked a habit on weed, a pint of paregoric and a few louis armstrong records. ..."

w.s. burroughs, 1953, junky