seriye bağlanan tek atım






İşin başından beri, hatıratımızı muhtelif musikiler üzerinden kurduğumuzu ve belki de asıl amacın kurulan bu kurgusal "an"ları yeniden yaratmak olduğu hakikatini defahatle tekrarladık. Peki ya belirli bir zaman dilimi kayıt altına alınmasaydı n'olurdu? Herşeyi "ya save edip ya terk ettiğimiz" gerçeği, aciz beynimizin en acıklı faturası ya hani, WARP'un yeni gözdesi Bibio'nun Mind Bokeh gibilerine maruz kaldığımızda bu fatura iyiden iyiye ağırlaşıyor. Bu tip işleri "deneysel folk-tronica" olarak adlandırıp bu terimleri günlük hayatlarında da bir an olsun durup düşünmeden kullananlar zaten bir muamma, naçizane yoldaşınızın takıldığı "an"lar o tek atımlık bir anlık "an"lar...

Olan bitenin bizatihi kendisini, albümün açılış parçası "Excuses"daki melodilere bir "an"lık takılmak olarak tanımladıktan sonra, o takıldığı yere mıhlanan insanlar, müzik endüstrisinin son 20 yılda geldiği şu "one-hit-wonder" meselesini de iyi tanımlayıp açıklayacak insanlardır! "Artık müziği değil, sesleri dinler hale geldik, meramımız budur..." diyen bir dinozor kısmen ne kadar haklı ise de, es geçtiği estetiğin ruhlarımızdaki tezahüründen de o kadar bihaber sanki. Koca bir albüm ile, o albümdeki herhangi bir şarkı arasındaki fark (veya ilişki) nedir hakikaten? Tüm hayatımız ve hatıratımızla, o bütünün içinden akla gelen ilk sahne arasındaki ilişkidir işte o. Değil midir? Bir daha "Excuses..."

soğuk butonlardan sıcak bass tellerine...

yine 90 sonları, 2000 başları gibi 'kafamızı karıştıran seslerin müsebbibi' makamında oturan mühim şahsiyetlerden bir diğeri squarepusher idi, malum. müdür, alıp başını yürümüştü: o ne delilik, ne hazmedilemezlikti, yarabbi! sonradan, emekliliğine yakın, ilk enstrümanına eni konu rücu etmiş, salt bass sedasından ibaret parçalar hediye etmişti küçük alemimize, sağolsun. warp records'dan edindiğimiz bilgiye göre squarepusher emekli olmaktan vazgeçmiş, çalışmaya bir süre daha devam edecekmiş. ruhsuz butonlara basa basa geçirilen yıllardan sonra yanına aldığı çocuklarla -ben uydurmuyorum, kendi anlatıyor- artık bir bando olarak icra edecekler bu tuhaf musıkiyi.. karebasıcımız da bass çalacak -ve daha neler neler kim bilir...





buradan dinlemek mümkün.

cex, cex, ceeeeex!

"2000'e girdiğimizde yanımızda kimler vardı, onlarla neler dinliyorduk?" muhasebesine girişsek, özellikle hüzünlü gecelerde en çok dinlenen parçalar arasında cex'in 'first for wounds'unu ve kıyıcı başlığıyla 'an axe for the frozen sea within her'ünü saymak gerek, herhalde. aradan yıllar geçti, zaman değişti, e tabi cex de değişti. -biz de değiştik elbet.. nicedir herşeyi kendimizi mahvetme malzemesi olarak kullanmıyoruz! :)



o hüzzam makamından okuyan karanlık IDM'in yerini kah dans pistlerini kavuracak funky bir karmaşa, kah tek başına dinlenebilecek bir koyu dantel işi almış. kalabalık, sofistike ve elbette groovy işler var, cex'in yeni ep'si megamuse'da. her satırda, son 11 yılda bohem stüdyolarda ve karanlık dj kabinlerinde olan bitenlere referansları okumak mümkün.

alibaba londra'da.

mama'nın yere bakan yürek yakan, mutedil dalgalı yazarı alibaba, 23 şubat 2011 çarşamba gecesi, victoria station'u sallamaya hazırlanıyor. daha önceki buluşmamızda dönen muhabbetin ayrıntılarını aktarmıştık.



işte, afişte kendileri de pek güzel tasvir etmişler: dub ve deep house öğelerini hipnotik bas yürüyüşlerinin çekip çevirdiği, pistin tozunu attırma gayeli minimal tekno; ama öyle böyle değil, süfli olan karmaşadan arındırılmış, pür-ü pak, sütten bir ak kaşık edasıyla çıkmış bir tekno...


eee, ne demişler, sadık çeviri güzel olmaz, güzel çeviri sadık olmaz...

taze kafalar -yahut thom yorke'un bir modern dansçı olarak portresi



kendilerine ada'da rastlamak henüz nasip olmadı. ama, işte, yeni albüm sofrada. the king of limbs'in atmosferi in rainbows'unkine yakın.

ne ki bu kez beleş değil. hayal kırıklığı? evet, biraz..

dinlemek, dinlemek ve açılmak lazım. henüz deneme sürüşündeyiz. siz de buyurmaz mısınız?

ilk etapta "hadi bir daha dinleyeyim" dediklerimiz lotus flower ve codex oldu ya, hadi hayırlısı. zar atacak değiliz, elbet. radiohead'e dair hissiyatımız malum.

kendi sitelerinde lotus flower eşliğinde dans eden thom'u da izleyebilirsiniz.

kendileri ne içtiyse aynısından istiyoruz. iki duble lütfen. ("duble" denen ölçü, o malzemeye ne kadar müsait, emin olamıyoruz, gerçi...)

haydi kızlar gokula!






1990'lı yılları kapatmamızda mühim etki ve katkıları olan Kula Shaker'ı yeniden hatırlamak. Önündeki aynaya baktığında gördüğü arkasındaki aynadan yansıyan üçüncü sureti, kendisinin 10 sene önceki hali olarak görüverenler için gelsin.

the wire'dan naklen...

senelerdir ada'da 'adventures in modern music' altbaşlığıyla çıkan serin magazin the wire'ın şubat sayısında, meram sahifesini dizen chris bohn, müziği dinlemek ve o deneyim üzerine konuşmak arasındaki gerilime şöyle işaret etmiş:

"to be sure, when the conditions are right, all other considerations fall away and the only thing that matter is the emerging dialogue between sound and process, moment-forms and the trajectories they shape over the duration that binds audience and improvisor in a mutually rewarding contract of focused playing and composerly deep listening.
...
the contract between listener and player is broken the moment anyone attempts to communicate the night's intimate acts to a third party. they might be inadequate to the task, but words are the best most of us have got for articulating experience of this most ineffable of music through description, metaphor, anectode, physics -cod- or otherwise, progress report, comparison and, inevitably some biographical information."

"demek, elimizde sözcüklerden başkaca bir şey yok.. onları nasıl kullanacağız öyleyse?" sorusuna yanıt da bir kaç sayfa ileride tony herrington'dan geliyor. 'critical mass: words of advice to the lonely music critic' başlıklı tavsiye listesinden bir-iki alıntı yapalım:

"in music criticism, style (how you say something) is as crucial as content (what you say). unlike the contributor to academic journals, who can count on the institutionalised compliance of a captive audience, the music critic must grab the attention of the lasissez-faire reader and hold it rapt for the duration of their disquisition. for this reason, the music critic must make every sentence count, and dress it up accordingly.
...
the music critic must keep the musician at arms length at all times while coaxing them into an intimate discourse regarding their philosophy and praxis.
...
the music critic should be aware of a work's world-historical significance, its cultural capital, and if that work has no such status, be prepared to construct a new world in which it will have."

nasıl?

Капитал







Ляпис Трубецкой (Lyapis Trubetskoy) geliyor, Капитал (Kapital) diyor...Fazla söze ne hacet, dahasını etsek de kiril alfabesiyle olacak zira.