“... Amerikan zenci müziği Amerikalı oluşundan yarar gördü. Salt
egzotik, ilkel ve burjuvazi dışı değil modern olarak da karşılandı. Caz
orkestraları, Henry Ford ile aynı ülkeden geliyordu. Avrupa kıtasında Birinci
Dünya Savaşı’nın hemen ardından caza ivme kazandıran entelektüeller ve
sanatçılar, moderniteyi her zaman türün çekici nitelikleri arasına
katmaktadırlar. Bu müziği muğlak biçimde (lokomotifler dışında), hiçbir
benzeşim göstermediği makine uygarlığına bağlama konusundaki saçma moda da
buradan kaynaklanmaktadır…”
Böyle yazıyor geçen günlerde dünyaya gözlerini kapayan Marksist tarihçi Eric Hobsbawn, cazın Avrupa’ya gelişini anlatırken.
“Tekrar ve tekrar, durmadan aynı mekanik işi yapmanın doğurduğu sonu gelmez acının kahır yüklü tekdüzeliği, Sisyphus’un işine benzer; sırtlanılan iş yükü, bitip tükenmiş haldeki işçinin durmadan gerisin geriye üzerine yuvarlanan kayayı andırır.”
Modernliğin ise insana nasıl geldiği bir üstteki alıntıda... Henry Ford’un (modern) üretim bant işçileri artık Sisyphus’un kendisi bile değil sadece birer uzvu. Kahır ise daha katmerli… Avrupa okumuşunun caza yakıştırdığı modernlik işte bu.
Modernliğe giden yolun kaldırım taşlarına bakalım bir de. Afrika’dan
gemilere bindirilip yeni kıtaya getirilen ve bizzat makine olarak kullanılan siyahlara ki onlar Amerika’nın dünyaya en büyük ihracı olan popüler müziğin kaynağıdırlar:
“… Müzik ilk bakışta, gemideki gibi hafifmeşrep ve kaygısız gelebilir
ama armonilerin ve parlak, mutlu ritimlerin altında sık sık o diğer sesleri,
kölelerin ve torunlarının öfkeli, tehditkar seslerini, özgürlük ya da intikam arayanların
“isyan müziğini” duyarsınız.”
Kölelikten ücretli köleliğe terfi etmek ilerleme
tabii ama dahası mümkün. Esaret yolcularının
torunlarından bazılarının halen süren ayrımcılığa dur demeye ve daha ileri
gitmeye niyetleri var. Ama modern dünyanın koskoca Birleşik Devletleri’nin de kapı
gibi burjuva kurumları var, tüm isyankar zencilerin çanına ot tıkayacak
hapishaneleri var.
Gelelim zurnanın zırt dediği yere:
Kara Panter George Jackson’ın öldürülmesi, her
türlü pisliğin döndüğü o hapishanelerden biri olan Attica’da, 43
kişinin ölümüyle sonuçlanan büyük bir isyanın ateşleyicisi olur. Sene 1971... İsyandan birkaç ay sonra da
free cazın militan temsilcisi Archie Shepp, Attica Blues albümünü çıkartır. Free
caz demek o zamanlar siyahlara rağmen en siyah caz demektir. Fakat bu albümde
Shepp belki de saygı duruşunda bulunduğu siyah yoldaşlarının anısına, onların da
sevebileceği geleneksel motiflere yakın, soul-R&B-funk esintili bir big band tarzı tutturur. Saksafonu ile aralara kendi imzasını atmayı da ihmal etmez.
Yıllar geçtikçe unutulmasın diye konuşmayı da:
“George Jackson veya Attica’da yaşamlarını yitirmiş insanlar
gibi insanlar adaletsizlik ve bahtsızlık karşısında büyük bir cesaretin simgesi
olmuşlardır. Aralarından bazıları hayatlarını dünyayı değiştirmek umuduyla feda
ettiler. Ancak maalesef çok az şey değişti, hatta durum her zamankinden daha da
vahimleşti.(Şu anda artık) Hepimiz tutukluyuz."
Tüm tutuklulara selam olsun.
Tüm tutuklulara selam olsun.