biberli barok

Merhaba mamacılar, sitenin yengesinden taze ve biraz ürkek bir merhaba! Bir süredir klavsensever ve çalar arkadaşım b.nin bana tanıştırdığı Heinrich Ignaz Franz von Biber’in (1644-1704) keman sonatlarını dinliyorum.

mail


Biber Barok Dönem’de Çek Cumhuriyeti’nde doğup çoğunlukla Avusturya’da yaşamış. Avusturya baroğunun temsilcisi ve 17. yüzyılın en önemli kemancılarından. Umarım kendimi TRT 3’e bağlamamışımdır diyor ve devam ediyorum: Avusturya baroğu İtalyan-Alman kırması bir gelenek, Alman’dan sıcak İtalyan’dan derin diyelim. Biber, kemanın kullanımını gerek virtüözitesiyle gerek de bestelerken telleri farklı akortlaması ya da çok daha sonra kullanılmaya başlayacak olan efektler keşfetmesiyle, genişletmiş- kemanı biraz yormuş, ama çokça sevmiş bir besteci. Bu efektlere örnek olabilecek “Sonata Representativa”(1669) adlı, basso continuo(sürekli bas) eşlikli bir keman sonatı var ki, kedisinden tavuğuna, kurbağasından örümceğine pek çok hayvanı duyabiliyoruz içinde.


16b5808a8da06cf8060a5110_l


Eğlenceli hale getirmeye çalıştığım bu girizgahtan sonra, sadede, beni en çok etkileyene geçmek isterim. Aynı albümde yer alan, ama sonatlardan olmayan “Solo Keman için Passacaglia”ya. Passacaglia 17. yüzyıl İspanyasının bir dansı- dans dediysek yanlış anlaşılmasın, hayli ağır ve kasvetli bir tür… Söz konusu parça 4 ses üzerine aslında. Bizi içine çeken, bir daha bir daha döndüren bu sade motif, bana batmakta olan birini çağrıştırıyor. O kadar yorgun ki yukarı çekemiyor kendini, karşı koyamıyor. Biber, diğer sonatlarında zaman zaman yaptığı gibi, hızla tekrarlanan notalardan oluşan uzun sololarla soluksuz bırakmıyor bizi. Söylemek istediği şeyi acımasız denecek kadar sade biçimde söylüyor. Kemanın sesi, zamanın bir yerinde asılı kalmış, duyulamayan bir müzik gibi yalnız başına akıp gidiyor.

hakiki şalala: bandista!

dostların müthiş işi, dünkü hikayeyi çiçeklendiriyor: bandista, coşkusunu ancak alıntılayarak paylaşabileceğimiz bir kafayla, şarkılarını ve marşları yeniden yeniden, pek güzel pek neşeli söyleyip bize, hepimize armağan ettiler dün! marş dediğimize bakmayın: o bildik hallerinden dünyaya, bir sürü ritme, tarza fışkırmış hakiki enternasyonal bir şalaladan bahsediyoruz.

"kalplerimizde, kardeşlerimizde, kardeşlerimize..." notunu da aktararak..
buyrun, buradan yakın. ya da istediğiniz yerden yakın.. sadece bunu da değil, nasıl denk gelirse!




BANDİSTA - De te Fabula Narratur

Armağanımızdır!

Dünyayı değiştirmek mümkün; çığlıklarla, terle, mağlubiyetlerden süzülen demle, sözle, eylemle, müzikle; tezlikle elzem ve nikbin tebessümümüzle, dansımızla, devrimimizle, devasa MÜMKÜN!!!

Armanığımızdır yıldıza, mayısa, kara-kızıl bayraklara, yumruğa, doğacak güneşe, unutmadık inandık bulanmadık bilendik diyenlere, bilenlere ve bilmeyenlere, mor giyenlere, sarı sepya hüzünlere, kahrı çekenlere, tahtı devirenlere, işçilere, işsizlere, mülksüzlere, düşmüşlere, düş kuranlara, yek duranlara, pek çok, hem de pek çok olanlara, sizlere, kardeşlerimize.

Bandista - De Te Fabula Narratur albümü 1 Mayıs sabahı 1 Mayıs alanında, www.tayfabandista.org adresinde ve bir marşın söylenmesi gerektiği her an, her yerde.

çünkü anlatılan bizim hikâyemizdir..
.



bandista_flyer




De te fabula narratur, senin hikayeni anlatıyorlar*

Bandista bir aralık, bu darlık bu basmakalıp, bu ayık kafayla esrik taklitleri, bu aramızda yaşayan katilleri teşhir etmek gerek dedi evde uyuklarken. Uyanmak gerek dedi önce kendi kendine, evde bir gitar çaldı manuş, klarnet aktı meyanlı, kaydırmalı, akordeon zaten doldurmuştu köşe bucak, vurmalılar hazırdı "marş"a, başladı ev'in hikâyesi, varyetesi söküp söküp yapmanın.




Print



Bandista evi şenlik kıyamet bir eylem bandosu şimdi ses vermekte ska, balkan, vertov, reggae, eşitlik, özgürlük, cango, votka, adalet, kökler sularından... Bandista evinde geceler gündüz gündüzler denktir geceye, bu evde güneş batsa da dinlenir ev hece heceye. Bu evin odaları geniş uzun dar hayal; bu evde mebzul miktar kapılar kilitsiz gıcırdar. Bu evde koridorlar, sokaklar ve meydanlar, sahneler salonlar dansla sesle hınçla çığlıklar... Bu ev bir dağ başında bir gettoda ya da down-town'da, bu ev dev bir karavan bu evi bulur arayan. Bu evin sakinleri kara kızıl mor renkleri, yeşil sarı turunç ve nar, bu ev binbir bedenle var. Bu ev döker alınteri, bu ev rahim yangın yeri; söndürür kandilleri nice esrik sever evi. Bu evde geçmiş hüzünle değil hüsnü kabulle, bu evde gelecek yokla değil beklenir telaşla. Bu ev tenha bu ev dar-maduman kanma yalan, gözyaşları ağıtlar destanlar epik tasalar, bu evde yasalar değil ses verir yoldaş maison'lar!



...Sollte jedoch der deutsche Leser pharisäisch die Achseln zucken über die Zustände der englischen Industrie und Ackerbauarbeiter, oder sich optimistisch dabei beruhigen, dass in Deutschland die Sachen noch lange nicht so schlimm stehn, so muss ich ihm zurufen: De te fabula narratur!


...ama eğer Alman okur, İngiliz sanayi ve tarım işçilerinin durumuna omuz silker, ya da iyimser bir biçimde Almanya'da işlerin bu kadar kötü olmadığı düşüncesiyle kendini avutursa, ona açıkça şunu söylemeliyim: "De te fabula narratur!'
Karl Marx, Das Kapital, Vorwort / Önsöz, 1867


"De te fabula narratur, senin hikâyeni anlatıyorlar... bize söyleyeceği bir şey daha vardır: Warensprache'nin [meta dolaşımının dili], metaların dilinden telaffuz edilmiş anlatısını (biteviye kapitalizmin konuşması) tercümesi yeterli değildir: onun yerine başka bir anlatının, yepyeni bir anlamın konulması, kısacası "başka bir hikâyenin anlatılması" gerekir. Bu "yeni hikâyeyi dinlemek" için birçok kulağın dikilmiş olduğunu biliyoruz. Ama diller kendi kendilerine konuşamazlar. Farklı hikâyelerin –neredeyse sayısızca– nasıl olanaklı olduklarını anlamış olmak pek şaşırtıcı gelebilir."
Ulus Baker, Marx'ın Bir Çift Sözü Var, 1996