arap baharı




sanal sosyal ağlarla desteklenen beklenmedik devrimler silsilesi hemen güneyimizdeki sıcak diyarları bir tuhaf salladı, bakalım nerelere ilerleyecek mevzu daha. biz de sondan bir önceki eskişehir mama zirvesinde internetten devşirdiğimiz bir arap baharı yaşadık, sevgili mamaperverler! buyrun, siz de indirin bu baharı.






el iqaa, 9/11 sonrası medeniyet çatışması atmosferinin ürettiği ara durumlardan biri olarak detroit-beirut hattından bildiriyor. buna şer ekseni diyenler bakalım flying lotus - ümmü gülsüm hattına ne diyecekler!

bilhassa "we were struck by love" kafasını, son zamanların en hakiki sentezlerinden biri olarak kutsuyoruz. amin.

konuşmana gerek yok, ben hissediyorum

http://www.youtube.com/watch?v=50AYQ0LraY8&feature=related

perestişe bak!

http://www.youtube.com/watch?v=L_dJ4Lg8IiE

bodi bill







'o olmadı' derseniz, budur o zaman:





ağaçlı yolun sonundaki merdivenler

...Sıradan insanların sıradan hayatlarını okuyoruz bu öykülerde. Ne var ki en sıradan hayatlarda geçen en basit olayların bile nasıl fırtınalı varoluşsal deneyimlere yol açtığına şahit oluyoruz. Yaşanan acı aydınlanmalar, aynadaki kendinden memnun suretleri paramparça edebiliyor. Cehennemin insanın içinde pusuda beklediği, insanın kendi cehennemini kendisinin yarattığı görülüyor. Ve anlıyoruz ki, eğer hikâyesi iyi bir yazar tarafından anlatılırsa, hiçbir hayat sıradan değil...

Birleşik Devletler orijinli ikili Arms and Sleepers, gönlümüzün telini hoplatmasa da inceden kağıt kesiğine maruz bıraktığı 2009 tarihli Matador'unu bu yıl "The Organ Hearts" isimli uzunçaları ile devam ettiriyor. Olağan dışı hikayeler anlatmasa da, sıradan hikayeler böyle anlatılınca bazen sıra dışı hale gelebiliyor. Değil mi?

pembe gagasını

Akla gelebilecek tüm iletişim kanallarındaki iktidar kontrolü konusu(sansür), sanki çok yeni bir mevzu imiş gibi kopan patırtı ne kadar beyaz yakalı hassasiyeti kokuyor; gerçi, her şeye de bir kulp bulmakta mama yazarlarından öteye de geçilmiyor ya... (buraya en sık kullandığınız küfürü iliştirin. lütufen...)

Halbuki asıl filtrelenmesi gereken ("yasak" demenin neo-liberalcesi değil mi bu "filtre" lafı?) bir sabah kalabalık bir caddede yürürken sizi şaşırtmasını bekleyerek "shuffle"a aldığınız müzik çalarınızın size birden şunu yapması olmalı...
http://www.youtube.com/watch?v=YPNvSAz3_MY
Şarkının içerisindeki Fender Rhoads'ı filtreleyebilir misin Abidin? Lütufen...

kim fark eder ki?


Şehrin ışıklarının artık sönmeye başladığı bir saatte, bir metro vagonunda, birinin yaşamı oturduğu plastik koltukta son bulur. Bir sonraki günün akşamına kadar ring seferini devam ettiren metroya binip inen hiç kimse, vagonda ölü bir adam olduğunu fark etmez...

ECM bünyesinde olduğuna şaşırmadığımız Norveç'li trompetçi Arve Henriksen'in 2004 yılında kaydettiği Chiaroscuro, bizi o trenin tam da o vagonuna davet ediyor aslında. Fark eder misiniz bilinmez ama...

iki dudağının arası


Üstadı sadece haftanın bir bölümüne hapsetmek hiç olmuyor; belki de haklısınız. Ama yine de, bilhassa da mütemadi bir gidiş halinde olanlara çekici gelmesi kaçınılmaz olan "Chat Baker durgunluğu", belki de en fazla tüm hafta sonu olan bitenler arasında sadece pişman olunanların akılda kaldığı Pazar gecelerine yakışıyor...Sadece albümün açılışındaki "Thrill Is Gone" bile biraz evvel neredeyse 20 kere okunup 40 kere düşünerek yazılan cümleyi anlatmıyor mu? Hem de sadece üç dakikada? Yenilen bozuk balıklar bile birkaç saatte çıkıp gidiyor da, o Pazar gecesi akılda kalanları ne yapacağız?

Tüm hafta sonu olan bitenler arasında sadece pişman olunanların akılda kaldığı Pazar gecelerine yakışıyor.

güneş değsin yüzümüze


Sanırız mama'cılar arasında kafayı yağmura buluta ve onların sebep olduğu renge takanlar vardır. Göz nurlarımız listesinde ilk 50'ye rahatlıkla girecek olan Quantic, son yıllarda iyice takıldığı Combo Barbaro orkestrasını yeniden düşündüğü bu EP ile yazı erkenden getiriveriyor. Fazla kalmayın altında, hakikaten çarpıyor.

kim dedi?

Merrill Garbus

Piyano ogretmeni hippie bir anne, hamileligi boyunca Bach calisirsa dogan cocuk neler yapabilir?



dijital ses kayit cihazi ile kaydedilmis, tUnE-yArDs- BiRd-BrAiNs




ve 19 Nisan'da cikmis studyo albumleri  W h o k i l l

deneysel deyip gecmeyin...

lilo

yollarda bul beni

http://www.youtube.com/watch?v=jN_w8CbdS8o&feature=share

Sanırız sadece şarkının sonunda bir anlık duyulan belli belirsiz saksofonda aramak lazım.

sezen abla

başkası “bir yorgan misali örtündüm yalnızlığı, bu yıl da aşk buraya hiç uğramadı” dese, at zekerinde kelebek kanadı esintisi yaratır a, işte, bu kadın, yarı-ithal bir drum’n’bass üzerine döşediği yarı-yanık edasıyla hazmedilir kılıyor bu meşum cümleyi. çünkü aynı kadın, bir başka şarkıya girmeden evvelki ud taksiminde o muazzam çalgıyla nasıl muhabbet edebileceğini, dahası, onunla nasıl hemhal olabileceğini de gözümüzün, gönlümüzün önüne seriveriyor. yani, seneler evvel yaptı bunları bu kadın! senelerdir, öyle ya da böyle, yapıyor. yapıyor kadın bunları! yapıyor yani! itirazı olan?




seneler herkesten kucak kucak alıp götürür, pek çoğunu görünmez kılarken, cümle kimyanın ve dahi tükenmesi namümkün muğlak bir arzunun iptilasıyla, sezen aksu her lafzında bir yerlerimize (aynı anda ve farklı anlarda pek çok yerimize) temas ediyor; hem de kendi resmini daha da, daha da belirginleştiriyor.

devamsız tilmizlerden müteşekkil tuhaf bir ekole sahip olduğu söylenegelir: onun vokalistliğiyle başlayıp titrek tay adımlarıyla popüler kültür hayatımıza duhul etmiş, sonra -kendi olmaya, yahut külliyen kayboluşa doğru- kopmuş nice isim mevcut, bir nefeste sayılabilecek. tilmizlerinin parlamasının da sönmesinin de onu yüceltiyor olması, ne tuhaf, ne güzel!

boğaz’a bakan evinde –ki videolarından birinde görünür bir vapurun yansıdığı bir serencam- bir zaman ikamet etmiş olanlar, müzikten, esrardan ve şehvetten müteşekkil, dursuz duraksız bir ‘kafa’dan bahsediyorlar. şahane hikaye! ağır takıldıkça kah ağırlaşan, kah hafifleyen ‘kafalar’ desek daha iyi, herhalde: pek çoğu saçma sapan adam ve kadın müsveddelerinin albümünü çekip çevirmiş, bir kısmı ‘kendi’ne saklanmış bir tuhaf külliyat. birine sattığı bir şarkıyı yıllar sonra (pek mahir olduğu müzik pazarına saygısından, bekliyor biraz, herhalde) kendi icra ettiğinde, her nasılsa, bir kilidin kovuğuna oturması hissini yaşıyoruz. “zulada bir kaç şişe yakut, yer gök kırmızı” diyecekse birileri, ondan başka kime inanabiliriz?

öte yandan, beraber bestelediği, çaldığı, söylediği cemaat de takdire şayan: erkan baba’dan night ark’a uzanan çok kültürlü, çok kimlikli bir güzel rota. hem, kim, pek sevgili turgut uyar’ın dizelerine bu kadar tad’lı tasallut edebildi, ondan başka?

pek kıymetlimiz metis yayınları sağolsun; şarkı sözleri kitap oldu, seneler evvel. bir de fatih akın adlı müthiş serserinin, malum filmin merkezine onu oturtmak marifetiyle icra ettiği muazzam –ve pek yerinde- saygı duruşu, tüm yazdıklarımıza, düşündüklerimize cila! (‘istanbul hatırası’nın filmdeki versiyonunu hatırlamayanlarla işim olmaz; bu böyle.) ne ki, sezen aksu belgeseli, sezen aksu monografisi, hala, eksik. bunca ağır hissiyat ve dahi ona eşlik eden nebat, ve elbet bir o kadar kimya onu alıp götürmeden, biri yapsa şu işi! ama bu kişi naim dilmener olmasa, mesela. olur da yapılırsa güzel bir biçimde, sadece pop denen hadiseye kılavuz olmaz o: kendi ruhani sergüzeştimize dair bir şeyler de çıkar oradan, zannederim. senelerdir dilimizde: hepimizi kanser edecek bu kadın! burası malum! ama, kendisi çekip gitmeden, kayıt düşmek lazım değil mi, bu zamanların tarihine, onu? eski bir ahşaba küçük bir parça sedefi hakkınca kakmak gibi?

hadi!

hani, “hepimizi gömer; gömsün de!” diyesim var. bu işlere bakan bir tanrıya, mevcutsa, “beni al, onu alma” demek isterim. olur da göçerse, yine ondan alıntılayarak, “yapacak hiç bir şey yok, gitmek istedi, gitti” derim, elbet. son iki alıntıyı fena halde yanlış kullandığımı –ve dahi tek başına söz’ün, müzik olmadan o kilidi kovuğuna asla oturtmayacağını da- not ederek.

“artık hayatımdan çıksan diyorum” diyor bir yerde; bizden el cevab: “takatimiz var hala: aynen devam, sezen abla!”. işte, yaz kapıda: gene patlatacaktır bir hit. ve elbet, plağın diğer yüzünde derunumuza duhul edecek bir yürek burgusu. işte, ona hazırlık olsun bu naçizane yazı bozuntusu.

p.s. naçiz yazarınızın da hazır bulunduğu bir konserde, şarkılarına hep bir ağızdan eşlik eden binlerce amfitiyatro sakinine şöyle buyuruyordu, sezen abla: "aslında kendiniz şarkı söylemek istiyorsunuz, ama siz söylerken benim de burada olmamı istiyorsunuz!" haklıydı.