ne olacak bu işler?


Modern Jazz hususunda Birleşik Devletler'den son birkaç yıl içerisinde çıkan en heyecan verici yeteneklerden biri olan New Orleans'lı genç soprano tromboncu Christian Scott bu gece bizlerle beraber sevgili "TRT Radyo 3 Jazz Saati sunumunun ses tonu huzuru"ndaki mamaseverler. Yaşının oldukça genç olmasına rağmen, dimağının geleneksel jazz eğitiminden geçmiş ortalama bir "enstrümancı"dan çok daha açık olması ile kulağımıza çarpan Scott, selam çakmaktan ziyade saygı duruşu yaptığı birçok büyüğe layık bir albümle, kariyerinin üçüncü albümü "Yesterday You Said Tomorrow" ile sahnedeki yerini alıyor.

Ornette Coleman'dan Thom Yorke'a (The Eraser yorumuna diyecek laf bulamadık mesela, "bir daha çal"dan başka...) , Miles Davis'den Bob Dylan'a kadar gidip gelinen 62 dakikalık albüm boyunca salt Christian Scott'un değil kayda iştirak eden tüm müzisyenlerin "olgunluğu" , enstrümanlarından ziyade müziğin kendisiyle olan ilişkileri, hadisenin tam manasıyla "ne estetik,ne duygulu, ne ümit verici birşey bu" kıvamını açıklamamızda bir nebze olsun bize yardımcı oluyor. Kör gözümüze sokmadan, gayet dingin, yer yer heyecanlı, küçüklere şevkatte büyüklere hürmette hiç yanlış yapmayan Scott'a zaten 2007'deki Anthem kaydından beri (ki zat'ı muhterem o kaydı felakette zarar gören New Orleans halkına adamıştı) ve bilhassa da kuzeydoğu Amerika, İngiltere ve Fransa'daki prestijli jazz eleştirmenlerini, dergilerini ve kataloglarını yakinen takip edenler yabancı değiller; lakin son günlerde herhangi bir konuda "ne olacak bu işler?" diyen geri kalan herkes için gayet güzel bir cevap bu albüm. Başlıbaşına bu albüm olacak işte, ya ne olacağıdı?




teknonun lobotomisi


Kendi kurduğu Orphanear Plakçılık bünyesindeki ilk uzunçalarını 2010 Mart ayında raflara sürecek bir Alman'la, Pawel ile haşır neşiriz bugün kadirşinas mamacılar. Bir debuttan beklemediğimiz derecede olgun, ne yaptığını, ne dediğini, nerede nasıl oturup kalkılacağını, kısacası adabı muaşereti kusursuz; lakin kesinlikle muhafazakar-tekrarcı zihniyete yaklaşmadan (ki "bir duruş olarak minimalizm" bünyesinde yeni birşeyler söylemenin çok zor olduğu şu günlerde) yenilikçi, ilerici (!) bir minimal house örneği ile karşımıza çıkıyor Pawel. Övgüleri sadece kulunuzdan değil, Osunlade, Seth Troxler, M.A.N.D.Y. gibi mühim şahsiyetlerden de bir bir topluyor. Müzik yazarları ve eleştirmenler tarafından içine sokuşturulduğu janrın (Minimal House, Minimal Techno, Click House) tabiatı gereği "loop" kavramına olan yatkınlığını, hiçbir kulağı tırmalamadan, işi ucuzlaştırmadan, albümün başından sonuna dek steril ve stabil bir kalite seviyesini tutturarak devam ettirirken işin melodi kısmını da es geçmiyor. Sadece gece saatlerindeki dans salınımları için değil, günün her saati için "uygun" bir sükunette hikayesini anlatıp çekiliveriyor. Her daim duştan yeni çıkmış bir hisssiyat plağın her yerinden "damlıyor". Sıhhatler olsun, cidden çok güzel olmuş.

toulouse de bana



1985'te Toulouse'ta kurulan kolektif Zebda, gerek sola yaslanmalarıyla, gerek bünyesindeki Kuzey Afrika menşeili elemanların fazlalığıyla ( Fransa'ya Kuzey Afrika'dan geldiysen ya Zidane olursun ya hiç...) ana-akımın ilgisini anca 1998'deki albümleri "Essence Ordinaire" ile çekebildi. Muhteviyatında, neredeyse tüm albüme sirayet eden Rai ve Dub etkileşimleri ile, salt o yollardan onlardan sonra geçeceklere değil, Asian Dub Foundation, Manu Chao'lu Radio Bemba Sound System ve bilimum Avrupa menşeili yeraltı Dub, Reggae, Rai, Punk, Rap ve Hip Hop oluşumuna yol gösterdiler; kulaklarına "çalmak dinlemek yetmez, az da okuyun" diye fısıldadılar. Sağolsunlar.

Müsadenizle Mama, çıktığı seneden beri bunca şey olmasına rağmen playlistimizdeki yerini koruyan albümlerden biri olan "Essence Ordinaire" ile, memleketin başkentinin orta yerinde, yığının çoğunluğuna olmasa da en azından bir bölümüne bile "işçi"yi , "sınıf durumu"nu, "sol"u (fazla da gaza gelmeden) bir kez daha düşün-dürtenlere teşekkür ediyor.

Bir on sene farkla da olsa, Fransa'nın Bandista'sı geliyor; müzikaliteden hiç ödün vermeden, bilakis önümüze fener tuta tuta selamını çakıyor. Bize de bilhassa "Quinze ans" ile şalalaya iştirak düşüyor.

tutku



Ne Serge hakkında, ne Jane hakkında, ne siyah beyaz fotoğraflar hakkında, ne baş tacımız French Touch'un doğuşu hakkında, ne romantizm hakkında, ne vintage estetiği hakkında, ne beyaz gömlekler ve siyah kravatlar hakkında, ne "müzisyenin teknik kabiliyetlerinden ziyade, bizatihi müziğin ruhunun ehemmiyeti" hakkında, başlanılan şeyler hakkında, biten herşey hakkında...1971 tarihli başyapıt Histoire de Melody Nelson 'dan daha fazla şey söyleyebileceğimizi düşünemedik...





Sadece, albüme yıllar sonra ,kendi müzikal kariyerinin zirvesini yaptığından habersiz, erken dönem downtempo DJ'i Howie B'nin "Ballade De Melody Nelson" remix'ini iliştirmenizi rica edebiliyoruz. Zaten "mükemmel cover" ve/veya "kusursuz remix" düsturumuzun da dediği gibi şarkının orjinalinde olan, vefakat üzeri bir şekilde örtük olduğundan,görünmeyeni "uncover" etme durumunu bir kez daha vücuda getiriyor Howie B ve Serge'i mezarında bir sigara daha yakmaya teşvik ediyor. Bize neler yaptığını varın siz düşünün.

ala franga muhalefet olur mu?

buzkıracağı cinayetleri


Sessizlik.
Sonra, "Teşekkür ederim Matthew."

Ne için? Kulübeden çıkıp yukarı, odama gittim. Temiz bir gömlek giydim, uygun bir kravat taktım ve Slate'te kendime nefis bir biftek ziyafeti çektim. John Jay Koleji ve Midtown South'tan polislerin takıldıkları bir yerdi. Ama tanıdık birine rastlamadım şükür ki. Mükellef bir yemek yedim kendi başıma. Önden martini sonradan da brendi içtim.
Dokuzuncu Cadde'ye yürüdüm. St.Paul'ün önünden geçtim. Kilise kısmı kapalıydı bu saate. Dar merdivenlerden zemin katına indim. Birkaç gece evvel Bingo oynadıkları ön taraftaki odaya değil de toplantıları yaptıkları yandaki daha küçük odaya indim.
Bir mahallede oturuyorsanız, girdisini çıktısını bilirsiniz. İlginiz olsun olmasın.
Birkaç dakika kapıda durdum. Başımın dönüp göğsümün sıkıştığını hissettim. Brendiden olmalı diye düşündüm. Güçlü bir uyarıcı. Brendiye alışkın değilim, çok sık içmem.
Kapıyı açıp içeri baktım. Bir düzine insan katlanır sandalyelerde oturuyordu. Bir masada kahve makinesi ve iç içe geçmiş plastik bardaklar vardı. Duvarlara bazı sloganlar yapıştırılmıştı. YALINLIK İŞİ KOLAYLAŞTIRIR. Yılların canına yandığımın bilgeliği.
O da muhtemelen şehrin merkezinde bunun gibi bir odaydı. Belki de SoHo'daki bir kilisenin bodrum katında.
Şansın bol olsun hanımefendi.
Bir adım geriye gittim, kapıyı kapayıp merdivenlerden yukarı çıktım. Kapının arkamdan açıldığını, peşimden insanların koşup beni çekerek geri götürdüklerini hayal ettim. Böyle bir şey olmadı.
Göğsümdeki sıkıntı geçmemişti.
Brendidendir dedim kendi kendime. Brendiden uzak dursam iyi olacaktı. Hep içtiğin şeyden şaşmayacaksın. Burbondan şaşmayacaksın.
Armstrong'un Yeri'ne gittim. Azıcık burbon, brendinin ağızda bıraktığı tadı yumuşatır. Azıcık burbon hemen herşeyi yumuşatır.

Lawrence Block, Buzkıracağı Cinayetleri (1977)


1962'de Crane Junior College Chicago'da bir öğrenci projesi olarak kurulan topluluk The Pharaohs, 1973'e kadar süren ömrü boyunca sadece üç plak yayımlayabilmesine rağmen underground jazz ve bilhassa soul çevrelerinde eyalet efsanesi haline gelmişti. Kahverengi kadife ceketler ve bol paça pantolonların kol gezdiği Chicago'dan, The Pharaohs'tan geliyor sıradaki mamamız, kolektifin 1972 tarihli ikinci plağı "In The Basement" , nakletmeye çalıştığımız "atmosferin" tamamını bünyesinde barındıran kayıtlardan. Gerektiği kadar voodoo, had safhada cool bir soul, yeterli hüzün, vintage ses renkleri,hardal-sosis gibi conga ve bass, saman kağıda basılı 30 yaş üzeri kitap kokusu, yan flütün soul ve jazz dünyasındaki özlenen tahtı, mama'da daha evvel de değindiğimiz Alice Coltrane tütsüsü kokulu; sadece onun için aylarca bu plağın zevkle aranabileceği kusursuz balad "The African Roots"...Daha ne olsun...

1972 yılından gezegene bırakılan en güzel "canlı" kayıt...

duyumsamanın mantığı


Berlin teknosunun 2000'lerin sonlarındaki duayenlerinden M.A.N.D.Y ve Booka Shade'in kanatlarının altındaki plak şirketi Get Physical bünyesinde, son zamanlarda tuhaf şeyler oluyor. Indie'ye çok uzaktan da olsa göz kırparak alışıla(aşıkoluna)gelmiş o kırılgan tekno çizgisinden biraz uzaklaşıp bambaşka sulara doğru kulaç atan Raz Ohara And The Odd Orchestra 2009 senesinde Get Physical etiketi ile raflardaki yerini alan uzunçaları "II" ile mamalandırıyor bizi. Müziğe ulaşımın artık sadece plak dükkanları ile sınırlı kalmamasından ve hemen herkesin kaydedilen eserlere bir şekilde dijital olarak ulaşabilmeye başlamasından mütevellit, iyiden iyiye genelleşerek giderek sıradanlaşan birçok indie sanatçısından, "bana arkadaşını söyle, en fazla nereye kadar gidebileceğini söyleyeyim" durumundan (bir nevi "eş durumundan") ayrıksılaşan Raz Ohara orkestrası, girişte de dediğimiz o dehşetengiz Get Physical DJ'leri ile olan münasebetini çok iyi yerlere yormuş. Ortaya deneyimleme (duyumsama) şansımızın çok az olduğu bir "blend" çıkmış. Yanlış anlaşılmasın, akustik tavırlı indie'nin içine minimal Berlin teknosu mu olur demeyin , Raz'ın ayağı öyle değil, ikisinin sentezi gibi değil de, bir nevi çiftleşmesi gibi. Et ile kemikse bunlar (ki bence değil, olmamalı. Kurtulalım artık şu sentez kafasından n'olur) daha çok Deleuze eti ve kemiği gibi : "Et tenin ölmüş olanı değildir, tüm acıları taşımış ve yaşayan tenin tüm renklerini üzerine almıştır. Tüm o çırpınmalı acılar ve kırılganlık, ama aynı zamanda rengin ve cambazlığın çekici icadı. Bacon, "hayvanlara acıyın" demez, daha ziyade, acı çeken tüm insanlar birer et parçasıdır, der."

Biliyorum,işi "Deleuze Et ve Kemik Kurumu'na (DEKK)" dek getirdik;mesele karıştı ve saçmaladı. E kulak maması da o yüzden var. Okumayı bir yerde bırakıp dinlemeye geçmek için. "Varsha" ve artçılı "Wildbirds" bu saçmalığı durultacaktır. Teşekkürler Get Physical.

Elenaor?



Am I your possession?
Am I in demand?


Ben Langmaid ve bambaşka bir sayfa, hatta defter açmak istediğimiz Eleanor "Elly" Jackson'dan oluşan La Roux, öncellikle Britanya'dan sonra bizi de yaktı kavurdu. Hanif Kureishi'nin bir kez daha kulaklarını çınlatalım, ne demişti yakışıklı : "Asıl mücadele alanı popüler kültürdür..." ve La Roux'a bağlayalım : Uzun müddettir bu kadar dolu, bu kadar taze, bu kadar çaylak olduğu kadar olgun bir pop duymamıştık. Henüz yolun çok çok başlarında olsalar da kendi isimlerini taşıyan debut albümleri ile bir çok underground prodüktör ve DJ'in "yatak odalarına" , "mahremlerine" hemencecik giriveren La Roux için, yepyeni bir senenin açılışı mı demeli, leş gibi bir senenin kapanışı mı?

Elenaor? Bize hep böyle şarkı söyle. Yalvarırız. Ağlayarak inelim dans pistlerinden. Lütfen. Elenaor?




aşk


Kieran Hebden, çok daha aşina olduğumuz ismi ile Four Tet, 2010'u hepimizden daha güzel karşıladı ve yepyeni uzunçaları There Is Love In You 'yu (manidar isimmiş) bizlere armağan etti. 1999 senesindeki debutu Dialog ile (hepsi manidarmış yahu) kolları sıvayan ve o tarihten beri yakamızı bırakmayan Hebden, kanımızca yaptığı en "olgun" en dört başı mağrur kaydı ile karşımızda bu sefer. Hani bir müzisyen mülakatı klişesi vardır ya "içime en çok sinen, en iyi albümüm son albümümdür" diye; işte o klişe resmen There Is Love In You'da vücut bulmuş desek yeridir güzide mamacılar. Son zamanlarda kıymetlinin haspihal içerisinde bulunduğu Burial gibi karanlık aksakçılar, Monolake gibi minimal techno ustaları kendisine oyun alanını epeyce genişletme fikrini vermiş, sonuçta ortaya 12 futbol sahası büyüklüğünde bir kompozisyon çıkmış. Hani neredeyse albümün tamamına yayılan o "alt metni okuma" heyecanı , o kadar kendiliğinden, o kadar akışkan bir rahatlık içerisinde ki, yapabileceğimiz en iyi şey, bitince yeniden başlatmak oluyor. Sonra yeniden.

'gidenler, dönmeyenler'




2009 sonu 2010 başı hiç de hoş olmayan durumlara sahne oldu. kara trenin yataklı vagonuna pek kıymetlilerimizi bindirdik, uğurladık. daha önce burada andığımız lhasa de sela vücudundaki tuhaflıkların, vic chessnut amerikan sağlık sistemindeki tuhaflık denemeyecek acımasızlıkların; express'in alt başlığı 'enternasyonal şalala'ya ilham olmuş mano solo ise erken yaşlardaki şırınga merakından kendine miras kalmış aidsin peşine takıldı; göçüp gittiler.

sırasıyla, yağmurlu tarafından bir 'de cara a la pared', 'implosive' bir 'coward', sonra da 'la barre est dure' dinlesek mi? bi' batıp çıksak mı?

zira, tutup da yemekli'de bir araya gelseler tüm yolculuğu bir şölene döndürürler, hem kendileri, hem bizim için...

bira göbek yapmıyormuş


XX. asrın içi en çok boşaltılmış kavramlarından biri rock'n'roll. Them Crooked Vultures ise rock'n'roll'un bizce 2000'lerde Birleşik Amerika menşeili "kurtarıcı"larından biri liderliğinde, çoğumuzun Queens Of The Stone Age'den hatırladığımız, "sokak birası arkadaşı" kılıklı Josh Homme'un, ünleri birbirlerinden merdane iki elemanı da alarak (bas gitarda Led Zeppelin'den John Paul Jones, davulda Nirvana'dan Dave Grohl) kurduğu bir topluluk. 2009 senesinin sonlarına doğru bastıkları kendi adlarını taşıyan plakları ile hatırı sayılır bir ses getirdiler.

Tabi bu tip "supergroup" denemelerinin ses getirmesi, merak uyandırması gayet tahmin edilebilir; ummadık taşsız hadiseler. Son kertede, anlatacağı hikayeyi çoktan anlatıp bitirmiş, bizatihi "söyleyecek başka şeyi kalmamış olması durumu"nun bile endüstri tarafından sonuna kadar kullanıldığı bir sahne distortion ihtivalı rock müzik sahnesi. Bu "durum"dan nasibini çoktan alan emektar zeplin John Paul Jones ve en janjanlı Nirvana'cı Dave Grohl'dan fazla da bir beklentimiz yoktu ama sırf Josh Homme'un yenilikçi prodüksiyon fikirleri ve çekici vokali için kulak kabartıyoruz Them Crooked Vultures'a. Bakalım yine bi birayı kendisi açıp elimize verirken "naber abi" diyecek mi?

daha iyi hissediyor musunuz?






2004 yılındaki debutları Coming On Strong'da yer alan dehşetengiz Playboy parçasına ertesi sene Future Sounds Of Jazz toplamalarında rastlayıp titrediğimiz İngiliz electro topluluğu Hot Chip 'in yepyeni kaydı "One Life Stand" raflardan evvel (alışık olduğunuz üzere) mama'da.

Electro sahnesinde bilhassa Alexis Taylor ve Joe Goddard'ın (güzel soyad) vokalleriyle muadillerinden ayrışan Hot Chip, özellikle İngiltere'de oldukça popülerleşerek bize kendilerince bir 2000'ler masalı sunmaya devam ediyor. Birçoklarının Pet Shop Boys'un tahtını uygun gördükleri (Pet Shop Boys'a beslenilen nefret üzerine yazı yazalım!) Hot Chip umarız o saçmasapan yollara dümeni kırmadan, ama suya sabuna da dokunmadan bildiği yolda bize beyaz odalarda steril electro pop soundları sunmaya devam eder. Bilhassa da yenilikçi vokal teknikleriyle (I Feel Better'daki vokalle daha iyi hissetmemek ne mümkün yahu?) zihnimizi açar da açar.

Ha illa bi tahta oturması gerekiyorsa zorlanarak "Zoot Woman'la aranız iyiyse, yanına Hot Chip'i de oturtabilirsiniz" diyelim, I Feel Better'a bir kez daha dikizlenelim.

fabrica

Salt bir icra merkezi olmaktan çıkıp uzun müddettir modern elektronik müziğe yön veren Londra'nın önde gelen kulüplerinden Fabric'in belli başlı DJ'ler ile iki ayrı isim altında (Fabric ve FabricLive) Kasım 2001'den beri yayınladığı toplama serisinin son halkası D-Bridge ve Instra:Mental işbirliği ile 2010'un Şubat'ında raflara sürülmeden evvel mamacılar için kulakmaması'nda.

Her iki serinin de ekseriyetle techno, house, electronica ve tech-house janrlarını kapsaması, diğer üniteleri de işlemediği manasına gelmiyor. Yeri geliyor The Herbaliser hip hop, rap ve abstract'in en sıcak "brit" örneklerini veriyor; yeri geliyor sihirli rockçu Adam Freeland 10 adımda bigbeat'ten breakbeat'e nasıl geçilir malumatı arz ediyor; yeri geliyor efsane BBC DJ'i John Peel (huzur içinde yatsın) bir toplamada bize yekpare çağdaş müzik dersi veriyor; yeri geliyor Ricardo Villalobos, Matthew Dear, M.A.N.D.Y gibi isimler nasıl bu kadar el üzerinde tutulduklarının formülünü açıklıyor. Yeri geldikçe geliyor; 9. yılında giderek efsaneleşen Fabric serisi 100 parçaya yaklaşıyor. Bize de her Fabric serisi toplamasında hafsalamıza bir hikaye daha katmak düşüyor.

Çağdaş elektronik müziği yakinen takip eden tüm takipçilere önerilecek toplamalar Fabric'inkiler. Toplayın.

7 lanetli mevsim



7 lanetli mevsim geçtikten sonra, havanın alacakaranlığa çaldığı bir vakit, koca dağın 12 insan uzunluğunda ağaçlarla kaplı yamacında göründü yılın ilk karı. Tüm ağaçlar sanki onun hayatının başlangıç tarihinin çok öncesinden beri bulundukları yerde değillermiş de, o geçerken yerlerini alıp donmuşlar gibi serilmişler önüne, ta dağların bitip göğün başladığı yere kadar. İnip yolunu asfalttan çıkarmış karlı dağa doğru, ayakları bir sonraki adımın ne kadar derine ineceğini bilmez, görmez; gözleri kısılmış huzurdan. Kulaklarına eski dostlardan biri bir ölü şiir, bir hüzünlü veda fısıldamış. Fısıldanana gülümserken bileklerinden dizlerine uzanan karın içinde gittikçe hızlanıp kara gömülene; genzi alev almış ispirtolu pamuk gibi yanana kadar koşmuş.

Suyun öteki yanındaki komşudan, 13 sene evvelinden eski dost Sakis Tolis ve çetesi Rotting Christ kulağa tekrar karla kaplı kuşların uçtuğu ama benzinli kervanların geçmediği ıssız bir dağ eteğinde çalındı. Albümü elele açan Sorrowful Farewell ve Among Two Storms'a binlerce selam...

7 lanetli mevsim geçtikten sonra, havanın alacakaranlığa çaldığı bir vakit, koca dağın 12 insan uzunluğunda ağaçlarla kaplı yamacında göründü yılın ilk karı!