kimi merhum yazarların evrak-ı metrukesi, hele ki onları pek sevmişsek, külliyatlarını yutarcasına kat etmişsek, çelişkili hisler yaratır bizde: işte, yazarımızın 'yeni', henüz okumadığımız bir kaç satırı daha yayınlanacaktır. artık mektup mu olur, yarım kalmış metin mi; yayıncıların şimdiye dek gözünden kaçmış eski hikayeler mi, başka isimlerle yayınladığı edebi bir detektiflik sonucunda ortaya çıkmış taşlamalar mı; her ne ise, heyecan vericidir. eh, öte yandan da artık bu işin sonuna yaklaştığımızı, artık ondan bir şey okuyamayacağımız yere geldiğimizi duyurur bize 'yeni' metinler. (bunlar benim bilge karasu külliyatının macerasına ilişkin hislerimdi mesela.)
sanatçımız hayattaysa da benzer durumlar var: her yeni yayın yeni bir heyecan; ne ki kötü olma ihtimali de var: yani, yazarımızın en azından bizim nezdimizde ölmesi.
yeni albümlerle ilgili ne diyeceğiz? sabırsızlıkla beklediğimiz, stüdyoya girildiği haberlerini takip edip post-prodüksiyona süre biçtiğimiz vakidir. kimi zaman biri çıkar da müziği bıraktığını ilan eder de kahroluruz, kiminin ise bir türlü bırakmamasından şikayet etmişliğimiz de vardır.
sevdiğimiz, çok sevdiğimiz biri yeni bir albüm kaydetti, sevgili mamaperver terakki fırkası mensupları: anouar brahem, the astounding eyes of rita'da bas klarinette klaus gesing, basta bjorn meyer, darbuka ve bendirde khaled yassine ile çalışmış.
john surman ile yaptıkları thimar'daki havaya benzer bir tonla, renkle karşılaşıyoruz, zira bas klarinetle ud o tonda halvet ediyorlar. ne ki bas bambaşka bir kafada işliyor; dolayısıyla albümün tadı da başka bir yöne doğru kayıyor. thimar'ın her yanından taşan salaş hüzün ve serserilik yok burada: brahem, yeni şarkılarında belki de basın disipliniyle daha ritmik şarkılar yapmış. uzatmamalı: değil mi ki herkesin enver'in uduyla imtihanı kendinedir?
yine de the lover of beirut'un son çeyreğinde tüm saz taifesinin birbiriyle hemhal oluşuna, rita'nın muazzam gözlerinde hepsinin tatlı tatlı eriyişine şehadet etmenin başka hiçbir şeye değişilmeyeceğini belirtmeden geçemeyeceğiz.
etkili etkileşim
Şef:
sputnick
/
Comments: (0)
Finlandiya'lı kankamız Jimi Tenor, daha evvelki mamalarımızdan birine de konu olan duruşunu, bu sefer yanına Afro-Beat, Free Jazz ve Soul'un gelmiş geçmiş en yetili enstrümantalistlerinden olan, eski toprak üstad Tony Allen'ı da alarak kaldığı yerden devam ettiriyor sevgili mamaperverler. Bu denli kabul edilmişliğinin manasını çözemeyip, nedenini bilmediğimiz bir nefretle uzaktan baktığımız müzik gurularından Brian Eno'nun (örnekler kolaylıkla çoğaltılabilir) "belki de yaşayan en iyi davulcu" dediği Tony Allen'ın, Jimi Tenor'un hayli eklektik tarzına katkısı, Joystone albümündeki Kabu Kabu orkestrasının yaptığından kat kat (gani gani, kabu kabu) fazla. 1950 ve 1970'lerin Free Jazz ve bilhassa da Afro Beat'inin modern kayıtlarda işin içine nasıl harmanlanması gerektiği ve işbu harmandan ne harika, ne cool ambiyanslar çıkabildiğinin bir dersi niteliğindeki uzunçalar Inspiration Information, içimize önceden buzu atılmış boş bardağa koyulan herhangi bir likit (lick it) estetiğinde doluveriyor. Tekniğe dikiz : Allen'ın davulu ve diğer vurmalıların bile üflemeliler kadar "önde", tuşlular kadar "zarif" olduğu plağın kaydı esnasında 60'lar ve 70'lerde üretilen mikrofon ve mikserlerin kullanılması küçük ama acıktıran bir ayrıntı. Zaman zaman (melodikliğini kaybetmeden) spoken word'leşen vokaller, genel olarak tam kıvamında ("kıvam"ın rölatifliğine inat) bir sound, sololarda yer yer kaotik ama hiçbir zaman groove'u kaybetmeyen bir estetik. Bundan ötesini arayan mamaseverler de varsa,ki umarız vardır, üzgünüz nefesimiz şimdilik buna yetiyor...
Albümün kayıt aşamasında çekilen şu muhteşem görüntüler ve söylenenler, bize burda ne desek hep bir eksik kalacağını ispatlamış oluyor. Hadi resmi, fotoğrafı filan geçtik; mutluluğun videosunu çekebilir misiniz? Nezaketinize teşekkür ederiz, ama bizim için olanını çekmişler bile...
bir daha şalala!
Şef:
sputnick
on 29 Ekim 2009
/
Comments: (0)
bandista'yı anmıştık. 'ya basta 2009 ya da mücadeleye devam turu' dediler; başkentten önce yol üzerindeki şehrimizi şereflendirdiler.
üç yeni ve keskin şarkıdan müteşekkil paşanın başucu şarkıları'nı, zaten dinlemişsinizdir ya, dinlemediyseniz buyrun buradan yakın.
bugünün foucaultcu sloganı e.'den geliyor: nerede harekat, orada barikat!
üç yeni ve keskin şarkıdan müteşekkil paşanın başucu şarkıları'nı, zaten dinlemişsinizdir ya, dinlemediyseniz buyrun buradan yakın.
bugünün foucaultcu sloganı e.'den geliyor: nerede harekat, orada barikat!
ısırgan otu çayı
Şef:
sputnick
on 27 Ekim 2009
/
Comments: (1)
"Yeni fark edilen" için, "sükun içindeki nefes alışverişleri" için , spesifik bir yere uzun dalgın bakışlardan ziyade, "bol slow motion'lı ve blur'lü bakışlar" için, "huzurlu, serin bi hava" için, ne kadar zorlanılsa da bir türlü yapılamayan o "gittiğin yerden ziyade yolculuğun kendisinden" alınan keyifler için, koltuğa kıvrılıp yapılan tüm "dirsek keyifleri" için, miskinlikten ziyade zevkten uzatılan "pazar kahvaltıları" için, "fermuarı kapanmayan tüm botlar" için, aç karnına ama dinçken içilen bir fincan ısırgan otu çayı için...
Londra menşeili estetik harikaları The Clientele 6. plağı Bonfires On The Heath'i piyasaya çıkardı. "Kamerayı birkaç yüz, sonra da birkaç bin metre yukarı kaldırdığımızda kadraja giren herkes" için.
Nasıl derler, "A Must Have."
Londra menşeili estetik harikaları The Clientele 6. plağı Bonfires On The Heath'i piyasaya çıkardı. "Kamerayı birkaç yüz, sonra da birkaç bin metre yukarı kaldırdığımızda kadraja giren herkes" için.
Nasıl derler, "A Must Have."
kid loco'nun resmini çizebilir misin?
Şef:
sputnick
on 25 Ekim 2009
/
Comments: (2)
Çoğu zaman "mutlu olma hali"nin tarifi Fransız üstad Kid Loco, 2000 senesindeki ilk ve tek ziyaretinden sonra, yine yeni yeniden, misafirimiz oluyor! Tanışmayanlar için fırsat, aşıklarına müjde : Kid Loco 8 Ocak 2010 Cuma gecesini cennete çevirmeye DJ Set'i ile birlikte Tamirane 'ye geliyor...Hani Kid Loco'yu bunca yaşanmışlıktan sonra asıl ismi ile Jean Yves Prieur diye çağırabilecek olmanın mutluluğunu tarif etmek zor...
sayıyla 12 yazıyla oniki
Şef:
sputnick
/
Comments: (2)
1998'den bir yıl önce kayıt ve meşk hayatını bitirdikleri zamana dek 3 albüm kaydetmiş olan jazz-postrock grubu 12twelve ile tanışalım, sondan başlayarak.
son albüm l'univers, davullarının derinliğiyle, gitarının saykedelikliğiyle, saksafonunun serseriliğiyle kimi zaman coltrane'i, kimi zaman tamburada'yı, kimi zaman morphine'i, çoğu zaman da sadece kendini anımsatıyor. özellikle la habitacion de albert'in ikinci yarısına açıla o şahane kulaklar, derim, naçizane.
türlerin kökeni
Şef:
sputnick
/
Comments: (2)
Bonobo'lar kendilerini aynada tanıyabilir(felsefe), sesler çıkarabilir(müzik) ve birbirleriyle iletişim kurmak için karmaşık hareketler(dans) yapabilir. Genç şempanzeler oyun oynarken ya da birbirini gıdıkladığında güler. Duygularını çeşitli şekillerde belli ederler. Konuşabilmelerini sağlayacak bir fizyolojiye sahip olmasalar da insanların kullandığı işaret dilinden bazı hareketleri öğrenebilirler, elbette dil bilgisi ve sözcük dizimi olmaksızın. Çeşitli aletleri kullanabilirler; bazıları ince dallardan faydalanarak termit "avlar"; kimisi ağır taşların yardımıyla ceviz kırar ya da dişlerini kullanarak mızrak sivriltir. Her şeyi birbirlerinden öğrenirler. Bu anlamda, değişik şempanze grupları, kendilerine has bir kültüre sahip olurlar.
Bilhassa, 1929 yılında tanımlanmış olan tür Bonobo'lar (Pan Paniscus), yemek paylaşımı ve üreme sorununa çok daha keyifli bir açıdan yaklaşır. Bir grup baskın erkek tarafından idare edilen şempanze topluluklarının yanında bonobolar, cinsel temasın (dişi-erkek, dişi-dişi, erişkin-genç) evrensel sosyal sorun çözücü işlev gördüğü feminist bir hippi kolektifi gibidir. Birden fazla bonobonun merakını cezbeden her şey, çiftleşmeyle son bulur.
Vervet bonobolarının (Chlorocebus aethiops) insanınkine çok benzer bir demlenme alışkanlığı da vardır. St. Kitts adlı Karayip adasındaki maymunlar, barlara gitmekte ve insanların yarıda bıraktıkları içkileri bitirmektedir. Çoğu sosyal içicidir ve arkadaşlarıyla içmeyi tercih eder. Alkolü meyve suyuyla karıştırmayı tercih ederler ve asla yemekten önce içmezler.
Tüm bu benzerliklere rağmen insanlarla maymunlar arasında dağlar kadar fark var, bu farkı ancak hayal gücümüzle kapatabiliriz. İşte o arada kalan hayalgücü kısmı içinse Londra'lı Simon Green'e (a.k.a Bonobo) bağlanmayı sürdürüyoruz. Bonobo 2010 yılında raflardaki yerini alması beklenen yeni uzunçalarından ilk EP The Keeper 'ı , Andrea Triana'nın dehşetengiz vokaliyle beraber, ortalarda bir yerlere "deney muzu" gibi bırakıveriyor. Bize de ne yapmak düşüyor?
the big picture
Şef:
sputnick
on 24 Ekim 2009
/
Comments: (1)
Hayat boyunca ismi, cismi (görüntüsü) ne zaman geçse bilinçaltı ile karışık bir rüya sosu içeren baskın bir gülümseme ile hatırlanan bazı "kahraman"lar olması, çocukça olduğu kadar da insancıl birşey değil mi? Peki bir adamı ,tüm hayatını bir kenara bırakıp, yaşadığı sadece "bir an" için bu raddeye getirme hususunda Yuri Alekseyevich Gagarin 'den (Ю́рий Алексе́евич Гага́рин) daha kudretli kim olabilir? Uçsuz bucaksız, geniş Moskova caddelerinde görünen her "şey" gibi (yollar, binalar, mimari akımlara göndermeli ayrıntılar, sokak sanatı püskürmeleri ve tabi ki heykeller) insan hafsalasını zorlayan "ölçek" meselesinin bütün karakteristiğini yansıtan o devasa heykeli ilk gördüğüm andan beri, bu zat-ı muhteremin kulunuzdaki derin etkisi gün geçtikçe artar, artar...
Gezegenden geçtiğimiz sene aniden ayrılan Esbjörn Svensson'u, grubu ile birlikte 1999 senesinde, gezegenin görüp görebileceği en yaratıcı isimlerden birine sahip şarkısı "From Gagarin's Point Of View" ve şarkı ile aynı adı taşıyan albümün kaydı esnasında da Yuri'yi böyle bir yerlere koyduğunu farz ediyoruz. Esbjörn ile Ankara'da tanışmamızdan ve bu muhabetten ölesiye zevklendikten sadece 3 sene sonra gezegenden ayrılmasına mı üzülelim, albümü adadığı Gagarin'in bir "resmi" hepimizden önce mi gördüğüne gülümseyelim bilemiyorum ki...
devendra kısa düştü diyenlere...
Şef:
sputnick
/
Comments: (1)
baby ep'sini sevenlere, "daha, daha!" diyenlere. devendra banhart sizi, bizi kırmıyor, ilişkiler tarihinin en gıcık sorusunu sora sora geliyor: what will we be
fıtrat'ın titreşim sanatını eda edişidir.
Şef:
sputnick
/
Comments: (0)
var var; bu ailede bir şeyler var. hoş ritmler var, scratch dokunuşları var, funk'ın allahı var. fink'in daha neşeli, sosyal, eğlenceli biraderinin bir önceki albümünde, the art of vibration'da herşey var. vokalci ablaların sahnedeki titreşimi gibi bir şey.
fıtrat'ı takdimimizdir.
Şef:
sputnick
on 23 Ekim 2009
/
Comments: (0)
fazla söze ne hacet! tru thoughts ailesinin pırlanta gibi bir ferdi daha. buyrun, natural self'i dinleyin.
bir sek votka, bir the mars volta
Şef:
sputnick
on 16 Ekim 2009
/
Comments: (1)
bira şarkısıymış gibi bir atmosfer verebilir ilk etapta; yanıltmasın. son albüm octahedron'un açılış şarkısı 'since we've been wrong' geliyor; votka bitiyor...
bach'ınız..
Şef:
sputnick
/
Comments: (0)
takipteki mamaperverler anımsar: daha önce bir girimizde glenn gould dolayımıyla bach'a değinmiştik. bach, tabii, değinilip geçilecek biri değil. yazdığı her satır "müzikten mi bahis açacağız, matematikten mi?" sorusuna şık bir çalım olarak nitelendirilebilir. bu satırlardan en çok tüketileni de çello süitleridir, malumunuz. tüketilmek derken, aslında tüketerek bitirilebilir birşey değil bu parçalar. çalanın fıtratına, tarzına göre kah koşuşturarak, kah ağır azende, tekrar tekrar kulağımızı temizleyen, oradan zihnimize duhul edip eşsiz bir hareket yaratan katman katman, börek gibi, hatta ev yapımı baklava gibi ezgiler: her katmanda ayrı hikaye, ayrı 'pattern', ayrı özne (şu kontrpuan mevzuunu biraz şizofrenik buluyorum da).. ekleyeyim mi: favorim rostropovich...
fügler bende hep, ana metinle dip not ilişkisindeki hiyerarşinin ortadan kalktığı bir edebi (yahut, akademik) fantezi, bir ütopya hissi yaratır. dipnot artık ne anametinden küçük fontlarla yazılıdır, ne de onu destekleyen veriler içermek zorundadır. rol çalar, metindekinin aksini iddia eder, metni oluşturan kelimelerin aynını kullanarak başka anlamlara gelen cümleler kurar. tersini söyler, karıştırır, düşürür. bach bende hep bu hissiyatı ve zihinsel çalışmayı motive eder.
şükür ki, istiklal'in göbeğinde, st antuan kilisesinde çello süitlerinden 1, 3 ve 5.yi dinlemek nasip oldu bu fakire. kilisenin akustiğine güvenimiz tamdı. e., ü. ve bendeniz, ahşap sıralara oturduk; kah kubbeleri, kah ufkumuzda salınan pek güzel ışıklandırılmış nasıralı'yı seyre daldık. sonra, alexander rudin gelip süitleri biraz aceleci bir tempoyla icra etmeye koyuldu. maalesef kilisenin akustiği ile rudin'in temposu arasında faz farkı mevcuttu.
koyu tonların tizleri bastırdığı, seslerin birbirinin içinde eridiği bozbulanık bir iniltiyle karşılaştığımda korktum, üzüldüm. sanki bir buğulu camın ardından hareket eden bir imgeyi izliyor gibiydim: net çizgilerden ve tanınabilir bir simadan çok bir kütleye tamamlanan koyu lekeler görür gibi. yahut, işte, cezanne'ın resimlerindeki kesinliksiz, sınırları belirsiz, perspektifi hep süzülen, kayan manzaralara bakar gibi - neden hep görsel alana referans vermek zorunda kalıyorum işitsel bir deneyimi tasvir etmek için? neyse ki bir süre sonra kulaklarım sonuna kadar açılıp avlanmaya başladılar. yüzlerce kez dinlediğim, ezberden mırıldanabildiğim ezgiler, belki sadece duyma melekemden değil, daha çok hayal gücümden, hafızamdan sökün edip vücuda geldiler. pek hoştu!
fügler bende hep, ana metinle dip not ilişkisindeki hiyerarşinin ortadan kalktığı bir edebi (yahut, akademik) fantezi, bir ütopya hissi yaratır. dipnot artık ne anametinden küçük fontlarla yazılıdır, ne de onu destekleyen veriler içermek zorundadır. rol çalar, metindekinin aksini iddia eder, metni oluşturan kelimelerin aynını kullanarak başka anlamlara gelen cümleler kurar. tersini söyler, karıştırır, düşürür. bach bende hep bu hissiyatı ve zihinsel çalışmayı motive eder.
şükür ki, istiklal'in göbeğinde, st antuan kilisesinde çello süitlerinden 1, 3 ve 5.yi dinlemek nasip oldu bu fakire. kilisenin akustiğine güvenimiz tamdı. e., ü. ve bendeniz, ahşap sıralara oturduk; kah kubbeleri, kah ufkumuzda salınan pek güzel ışıklandırılmış nasıralı'yı seyre daldık. sonra, alexander rudin gelip süitleri biraz aceleci bir tempoyla icra etmeye koyuldu. maalesef kilisenin akustiği ile rudin'in temposu arasında faz farkı mevcuttu.
koyu tonların tizleri bastırdığı, seslerin birbirinin içinde eridiği bozbulanık bir iniltiyle karşılaştığımda korktum, üzüldüm. sanki bir buğulu camın ardından hareket eden bir imgeyi izliyor gibiydim: net çizgilerden ve tanınabilir bir simadan çok bir kütleye tamamlanan koyu lekeler görür gibi. yahut, işte, cezanne'ın resimlerindeki kesinliksiz, sınırları belirsiz, perspektifi hep süzülen, kayan manzaralara bakar gibi - neden hep görsel alana referans vermek zorunda kalıyorum işitsel bir deneyimi tasvir etmek için? neyse ki bir süre sonra kulaklarım sonuna kadar açılıp avlanmaya başladılar. yüzlerce kez dinlediğim, ezberden mırıldanabildiğim ezgiler, belki sadece duyma melekemden değil, daha çok hayal gücümden, hafızamdan sökün edip vücuda geldiler. pek hoştu!
soul'da birleşelim
Şef:
sputnick
on 8 Ekim 2009
/
Comments: (1)
Soul'un 2000'li yıllardaki halinden memnun olmak, istikbalinden ümitlenmek hayli zor. 1950'li yılların ortalarından 70'lerin başlarına kadar olan dönemde altın çağını yaşayan bu "yeni dünya" güzelliği, bilhassa da ana akım içerisinde 1990'lı ve 2000'li yıllarda bir yanda ucuz ve rezil R'n'B vokal gruplarının, beri yanda da Amy Winehouse misali Kelebek eki arka sayfası celebrity'lerinin altında ezildi de ezildi. Büyük Britanya, Fransa ve Kuzey Avrupa memleketlerindeki canımız ciğerimiz underground örneklere Birleşik Devletler'den de yanıt gecikmedi neyse ki. En azından biz öyle gördük.
Mayer Hawthorne (Andrew Mayer Cohen) , Michigan'ın bağrından kopup melekler şehrine yerleşmiş eski bir hip hop DJ/prodüktörü. Keza uzun müddet pikapların arkasında seslerle haşır neşir olmasının kazandırdığı "kulak", 2009 senesindeki debut albumü A Strange Arrangement'daki neredeyse her parçada ona yol-su-elektrik olarak geri dönmüş. Prodüktörlüğünü de bizzat kendisinin üstlendiği kayıtta Mayer, bize salt soul'un olması gereken soundlarını 30 sene evvelki örneklerinin üzerine kopya kağıdı koymadan çizmekle kalmıyor, ipeksi vokal stilini de bizimle paylaşmaktan hiç çekinmiyor. Sevgili Hawthorne son yıllarda duyduğumuz en estetik romantizmlerden birinin, en yumuşak aşk soul'unun kucağına atıveriyor bizi. Biz de ağır çekimde o yumuşacık yatağa mutlulukla düşüveriyoruz. En iyi soul, aşkla dolu mutlu soul.
bi havalardayız
Şef:
sputnick
on 5 Ekim 2009
/
Comments: (12)
French Touch'ın belki de en göze batan üyesi Air, 8. uzunçaları ile karşımızda. Air için söylenebilecek çoğu şeyi daha evvel diskografilerinde hala favorimiz olan debut album "Premiers Symptômes" mamasında söylemiştik. İnsanın modern klasikler hakkındaki fikri bu kadar çabuk değişmiyor tabi. Fikrimiz baki.
Gelelim yeni albüm Love 2 'ya...Bir sanat yapıtının klasik muamelesi görmesi, belki de, tüm karakteristik özelliklerini ilelebet koruyarak yine de her seferinde yeni bir şeyler söyleyebilmesinde saklıdır. Air bizce artık estetik vuruculuğu sürekli olmasa da belirli bir seviyede olan, klasikleşmiş bir topluluk. Love 2'daki istisnasız tüm parçalarda da bu kokuyu almak çok zor değil. Her parça, her dakika, teknik olarak seçilmiş her sound, her dokunuş tam da bir Air albümünden beklenen, kemikleşmiş dinleyicisini pek şaşırtmayacak biçiminden seçilmiş. Özensiz değil ama tahmin edilebilir, ve salt bu özelliği ile de kabul edilebilir bir kayıt çıkmış ortaya. 2006 yılındaki ikinci solo plağı 5:55'ın kaydı sırasında prodüktör koltuğunda oturan Air ikilisine de selamlarını bu albümdeki bazı parçalara varlığını,sesini ve telaffuzunu vererek çakan Charlotte Gainsbourg abla da cabası...
beybi
Şef:
sputnick
on 3 Ekim 2009
/
Comments: (4)
tuhaf adamlar kadrosuna biraz fazla "göstere göstere" dahil olmuş devendra banhart'ı, sputnik'e sevdiremedik hiç. (devendra da kimmiş, biz daha tomwaitsnickcaveleonardcohen'i bile sevdiremedik adama!) ama bu ep'yi, hele ki ilk parçayı sevecek diye düşündük.
devendra banhart, kulağımıza, cocorosie sayesinde takıldıydı; tıpkı johnsongillerin antony'si gibi. bu deli kızkardeşlere ilişkin ne düşünürsünüz bilmem ama, şahane yancıları var:) devendra, biraz beck bozması gibi duyulsa da ilk etapta (beck de bozdu kendini gerçi, o ayrı), yavaş yavaş "hmm, orijinal çocuk aslında" hissiyatını veriyor. ahir zaman dervişi (ama three-stripes içinde) görünümü, natalie portman'la gönül oyunları, tuhaf klipler ve kartonetler... daha ne ister insan bir spectacle'dan?
hakkında fazla da bilgim olmayan konularda atıp tutmayı keseyim ve bir ortayaş lafzıyla noktalayayım: müzik aleminde "millet deliye, biz akıllıya hasret!"
devendra banhart, kulağımıza, cocorosie sayesinde takıldıydı; tıpkı johnsongillerin antony'si gibi. bu deli kızkardeşlere ilişkin ne düşünürsünüz bilmem ama, şahane yancıları var:) devendra, biraz beck bozması gibi duyulsa da ilk etapta (beck de bozdu kendini gerçi, o ayrı), yavaş yavaş "hmm, orijinal çocuk aslında" hissiyatını veriyor. ahir zaman dervişi (ama three-stripes içinde) görünümü, natalie portman'la gönül oyunları, tuhaf klipler ve kartonetler... daha ne ister insan bir spectacle'dan?
hakkında fazla da bilgim olmayan konularda atıp tutmayı keseyim ve bir ortayaş lafzıyla noktalayayım: müzik aleminde "millet deliye, biz akıllıya hasret!"
aman amanda
Şef:
sputnick
on 2 Ekim 2009
/
Comments: (2)
Kıyıcılıkta olmasa da kımıldatmada sınır tanımayan kadınlar listemize Roisin Murphy, Miss Kittin, Santogold, Kelis, Peaches ve Lilly Allen gibi isimlerden sonra Philedelphia'dan fırlama Amanda Mallory (a.k.a. Amanda Blank) de fırtına gibi bir giriş yaptı. 2006 senesinde basılan EP'si Blow ile yeraltında hakkında konuşulmaya başlayan Amanda 2009 tarihli uzunçaları I Love You ile hoperlörlerimizde. Fazla söze ne hacet, haftasonu şehrin hip mekanlarında arzı endam etmeden evvel dağınık odasında çeşit çeşit parfüm, çeşit çeşit elbise arasından en çarpıcılarını seçip, sözkonusu mekandan evvel mutlaka stüdyoya giden bir abla ile daha karşı karşıyayız işte. Bu tip albümlerde hep işin müzikal kısmı ile D.I.Y. düsturlu adsız prodüktör ve DJ'ler , marketing kısmı ile de öndeki bu kızlar ilgileniyor gibi gelse de...Pekala, sorun yok. Selamlar olsun kuzeydoğu Amerika undergrounduna diyip, geçelim.
Girizgahta zikrettiğimiz isimlerden herhangi biriyle en az bir gece geçirmiş iseniz, Amanda'da sizi o kıyafetle stüdyoda bekliyor.Electro, electro-clash, hip hop ve rock ve pop'un kesiştiği köşede. We love you all.