Kulağına bu sayfalardan da aşina olduğunuz kadim dostun kotardığı bir belgesele müzik yapmakla şereflendirilmiş naçizane kulunuz, kısıtlı lakin kasvetli yapım sürecinde müziği "yapmanın" ne olduğuna dair kafa yorarken buluyor kendini. İster istemez.
Seneler evvelinden ne diyor üstad İlhan Mimaroğlu, "Sınırsızı Sınırlamak" adı verdiği monoloğunda :
"Birgünler, orta malı olmuş bir güldürü sözü vardı. "Bir çalgı çalar mısınız?" sorusu geçtiğinde kimi piyano derdi, kimi akordeon, kimi keman...Kimi de "gromofon çalarım ben!" diye karşılık verirdi.
Bugün, müzikle uğraştığını bildiğiniz, ağırbaşlı olduğuna güvendiğiniz, kimseyi güldürme çabasında olmayan kişilerden de bu yolda bir yanıt alabilirsiniz ne çaldığını sorduğunuzda."
Her ne kadar Edgard Varèse'lerden, John Cage'lerden bu yana bu "kaydedilmiş sesin reprodüksiyonunu yaratma" durumunun yirminci asırdaki elektronik müzik icracıları ve DJ'lere temel oluşturduğu savı biraz eskimiş de olsa, çok uzun yıllardır o sayfaları açmamış da olsak, bunun (mix hatta, remix diyelim mi?) etkileri türlü şekillerde sürüyor.
DJ'lerin son yıllarda işin gidişatına eskisi kadar etkisi yok; malum. Bu sitede neşredilen bir takım creme de la creme örneklere Detroit teknosunun içerisine dozunda iliştirdiği soul sosları ile Lee Curtiss'i de katmak mümkün. O kadar. Tekno yaşlanırken ne bir eksik, ne bir fazla.
1 comments:
o şeref bize ait, gözüm.
Yorum Gönder