kuyu


"Kent'te gördüğüm ve konuştuğum ve benimle konuşan Kadın.

Işıksız bir odadayım. Odamda olduğunu söylediler. Yatağımdaydı, benimdi tümüyle, ışıksız! Çok heyecanlandım. Bir korkudur aldı beni. Yırtık pırtık giysiler içindeydim, ben. Kibarlar alemindendi o, kendini vermeyi bilen; gitmesi gerekiyormuş! Tarifsiz bir acı duydum: kucaklayıp yatağın dışına yuvarladım. Hemen hemen çıplaktı. Çok çelimsiz olduğumdan üstüne düştüm ve onunla birlikte sürüklendim halılar arasında, ışıksız!
Bizimkilerin lambaları art arda, kırmızı ışıklarla yanıyordu yandaki odalarda. Kadın gözden kayboldu o zaman. Tanrının istemediğinden de fazla çok gözyaşı döktüm.

Sonsuz kente çıktım. Ey yorgunluk! Sağır gecede ve mutluluktan firarda boğulmuş. Dünyayı kar altında soluksuz bırakmak isteyen o kış gecelerinden biriydi sanki. Haykırıp "nerelerde o kadın?" diye sorduğum dostlar doğruyu söylemiyordu. Onun geçtiği yere bakan pencerelerin önündeydim her akşam: kefenli bir bahçede koşuyordum. İttiler beni. Sonsuz gözyaşları döktüm bütün bunlara. Sonunda toz dolu bir yere indim ve çatılar üzerine oturdum. Ve bu geceyle tükenmeye bıraktım bütün gözyaşlarımı gövdemin. -Yine de yıkılmışlığım hiç terk etmedi beni.

Anladım ki günlük yaşamını sürdürüyordu o; ve iyiliğin aynı yere dönmesi bir yıldızın dönmesinden daha uzun zaman alıyor. Dönmedi ve dönmeyecek odama gelmiş olan o Tapılası Kadın, -hiç ummadığım bir şey. Gerçek, bu kez, dünyanın bütün çocuklarından daha fazla ağladım."


A. Rimbaud


"Müzik bir ömür için yeterli ancak, bir ömür müzik için yeterli gelmiyor"

Trajedi, felaketin olduğu andan ziyade onun silinemediği daha sükun anları tanımlayan bir hal ise Sergei Rachmaninov'un mirası da bize bunun ne menem bir ruh hali olduğuna dair ipuçları veriyor; kuşkusuz. Bir duruş olarak virtüöziteden mümkün mertebe kaçınmayı bellediğimizden olsa gerek, ismini zikreder zikretmez onun ne kusursuz parmaklı pir piyano üstadı olduğunu akla getirenlerden ziyade bahsini ettiğimiz o trajik vaziyete "takılmayı" tercih ediyoruz.

Öncelikle 2 numaralı senfoniyi açan ve adeta bize "neyi açtınız da kapatıyorsunuz?" diyiveren dehşetengiz "The Grave" (Allegro ma non troppo) karşılıyor kulaklarımızı. İsmi bir karşılamadan ziyade bir bitişi andırsa da, sözünü ettiğimiz o "sürdürülebilir trajedi" esnasında bu anlamların pek de bir anlamı kalmıyor. Kendi yaşamında da asıl felaketin, yani ikinci savaşın, kendisinden ziyade ona yol açan o sessiz gidişattan dem vurduğu hayli ortada.

İkinci plak ise görünürde uzak ama histe yakın bir başka mevziden top atışı halinde. Şaşırtıcı biçimde Sovyet Kültür Bakanlığı himayesinde sunulan kayıt, daha sessiz. Akla gelebilecek her anlamda.