Doğumun sevincini de ölümün
hüznünü de, doğanın ya da ölenin yakınlarının mahremi diye düşünürüm; bu yüzden kutlama
ya da taziye pek içimden gelmez. “İyi ki doğmuş“ diye sevindiğim, “oldu mu bu
şimdi” diye üzüldüğüm kişiler de vardır elbet. Ne tesadüf ki bugün, iki duygunun da
kesiştiği bir gün: Umut bağlanılan bir liderin gidiş, umut paylaşılan bir yazarın
doğum günü.
Fransız yazar Michel Tournier
hapisanedeyken, hapishane arkadaşları, ayakta yazabilmesi için ona özel bir masa
yapıp armağan etmişler. Yazarın ayakta duranının makbul olduğunu ve Tournier’in
de bunu layıkı ile yaptığını düşündükleri için olsa gerek.
Fotoğraflarda Chavez’i çoğu kez
yumruğunu havada sıkmış bir vaziyette ya
da ona “diktatör” diyenlerin saçmalamalarına, kelimenin içindeki “dik” kadar
anlamlı gülümsemesiyle karşılık verirken bir yandan da halkına el sallarken
gördüm. Ve hep ayaktaydı.
Kendini, yaşadığı dünyadan
soyutlamadığından kumdan, çöpten (ve belki de boktan) kitaplarını yazarken;
yaşadığı dünyadan soyutlayarak oğlunu nasıl büyüttüğünü anlatırken; müziğe, sinemaya, edebiyata dokundurmadan yapamadığı ve bu yüzden tadından yenmeyen sanal köşe yazılarını paylaşırken zihnimde canlandırdığım Ali Mert de hep ayaktadır. Ama ara sıra dinlenmek için caz -çoğunlukla avangart- dinlerken ayaklarını sehpaya
uzatıp oturmak şartıyla…
Ayakta durmak doğal seçilimin bir
sonucu ama “ayakta durmak” seçilmemenin bir nedeni. O yüzden ölenimiz, doğup da "olan"ımızdan çok. Ali Mert’e, ailesi ile birlikte, evrime inat uzun ve üretken bir
hayat dilemek gibi ufak bir hediye verirken, giden Chavez’in ardından efkar
dağıtmak ve enseyi karartmamak için “Düşmeyen kızıl bayraktan umut kesilmez”
diyeyim ve ekleyeyim.
0 comments:
Yorum Gönder