elbette ki "dub"le


1960'ların sonlarında Kingston, Jamaika doğumlu canparemiz reggae'nin bir alt başlığı olarak hoperlörlerden midemize vurmaya başlayan dub, genellikle bağlı bulunduğu janra olan sadakati ile beraber onu aksaklaştırıp, bozup, yeniden düzenlemeyi ve tanımlamayı aynı turntable içinde eritti. Bir olguya göbekten ve gönülden bağlı olup da, onu seneler boyu bambaşka yerlere (misal modern dub'ın kaleleri Fransa, İngiltere gibi) ve buralardaki yeraltı kültürlerine sokup, hatta işi orada da bırakmayarak, başlı başına bağımsız bir alt-kültür yaratan ikinci bir janr daha bulmak zordur heralde musiki tarihinde.
Mevzunun başından beri reggae plakları içine gömülü DJ'ler ve sesçiler (sound system) o plaklardaki vokalleri bir şekilde dışarıya alıp, bas yürüyüşlerini ve vurmalıları "dub"leleştirirken bu deneyin nelere yol açacağını biliyorlar mıydı bilemeyiz lakin, 1970'lerin başlarından itibaren olay yavaştan Lee "Scratch" Perry, Keith Hudson, Errol Thompson ve tabi ki King Tubby gibi isimlerle yerüstünde iyiden iyiye görünmeye başlamıştı bile. Yeryüzüne çıktıkça ve takvimler 1980'lere doğru ilerledikçe Hip Hop ve Punk gibi "belirleyici" türlerle de çiftleşmeyi ihmal etmeyen dub, 2000'lere gelindiğinde ise adeta vazgeçilmez bir "baba" (90'lardaki trip hop, başlı başına downtempo, tekno, jungle, drum and bass, dubstep, house, chill out, hip hop ve hatta jazz Dub'ın dölleri olmasa ne halde olurdu kim bilir?) olan Dub'a ne kadar saygı duysak az. Gayet oturaklı bir özet olan bu iki toplama vesilesi ile, dublelenen bass'ları ve 60'ların sonlarında sıcak Jamaika stüdyolarındaki terli DJ'lerin elinde doğduğundan bu yana sebep olduğu herşeyin "ağırlığı"nı size emanet ediyoruz.

Önünüzde bir yol ayrımı var sevgili mamacılar; ya Dub hakkında tamamiyle öznel, yer yer tutarsız ve emprovize bir yazı okuyacaksınız (ki burdaysanız yüksek ihtimalle okudunuz bile) ya da hemen şu toplamaları "deneyimlemeye" koyulacaksınız :

Hi-Fidelity Dub Sessions Chapter 1

Hi-Fidelity Dub Sessions Chapter 2

Hi-Fidelity Dub Sessions Chapter 3

Hi-Fidelity Dub Sessions Chapter 4

Hi-Fidelity Dub Sessions Chapter 5

karanlık zamanlarda da güneş açar


Son zamanlarda fiziksel olarak çok farklı mecralarda bulunsak da, aklımız mütemadi olarak "modern hip hop'u yeniden okumak, düzenlemek, parçalara ayırıp yeniden birleştirmek" başlığı altında gezindi durdu sevgili "mama klasörcüleri". Tüm bu hip hop, sampling, turntablism işlerinin özünün nerelerden beslenip, hangi temeller üzerine köprüler kurduğunu burada bir kez daha kafaya kakmaya lüzum yok; lakin aklımız sürekli (burada da daha evvel birkaç kez bahsettiğimize emin olduğumuz) "yeni dalga yer altı hip hop" öncüleri Climber, Dj Spooky, Manuvers, harikulade Maker, resmen "kaynayan" Qwel gibi isimlere kayıyordu ki, bunlara yepyeni ve en az onlar kadar sağlam bir ikili daha eklendi : Dark Time Sunshine.

Henüz dumanı üzerinde Vessel isimli uzunçalarları ile konuk ettiğimiz Dark Time Sunshine, yukarıda ismini saydığımız öncüllerinin izinde yürüyerek, hatta bazılarının iştiraki (featuring) ile kaydetmiş albümü. Qwel, daha evvel Adam Freeland ile de omuz omuza gördüğümüz Aesop Rock, Nyqwil, DJ Swagg, Toni Hill, Dj Zone (ki kendisi son yılların en heyecan verici turntablistlerinden biri) ve Reva Devito gibi isimler bu iştiraklerin bazıları. Gereğinden de fazla ciddiye alınması gereken bu "turntablism ve sampling kültürü"nü bir adım ileri taşıdığı aşikar olan bu "yeni dalga"cıların herhangi birine daha evvel kulak vermediyseniz, bu sefer sıra sizde. O adımı nereye doğru attıkları mühim. Geleceğimiz içün, geçmişimiz içün, huzurumuz içün...Mühim.
"Dubstep, house, intelligent hip hop, ambient taraflarında ayrı ayrı neler oluyor acep?" diyenler için ama daha da mühimi 2010 yılında henüz "işte bu yılın olayı!" diyemeyen mamacılar için, Londra'lı ikili Mount Kimbie karşınızda. Uzun müddettir beklenen ilk uzunçalarlarını Hotflush etikteti ile çıkaran ikiliyi bu vesile ile NME, Uncut ve Les Inrockuptibles gibi mecmuaların sayfalarından evvel mamalıyoruz.

bir tünelin vizyonu


"Dubstep, house, intelligent hip hop, sampling, ambient taraflarında ayrı ayrı neler oluyor acep?" diyenler için ama daha da mühimi 2010 yılında henüz "işte bu yılın olayı!" diyemeyen mamacılar için, Londra'lı ikili Mount Kimbie karşınızda. Uzun müddettir beklenen ilk uzunçalarlarını Hotflush etiketi ile çıkaran ikiliyi bu vesile ile NME, Uncut ve Les Inrockuptibles gibi mecmuaların sayfalarından evvel mamalıyoruz...

Son zamanlarda Instra:mental, Four Tet ve Black Sands albümünün Bonobo vokalisti sevgili Andreya Triana gibi oldukça mühim isimlere yaptıkları remixler ve bilhassa gerek Kıta Avrupası gerek Britanya'da sergiledikleri canlı performanslarla bu senenin en "aranılan", en "lafı geçen" hadiselerinden biri olacağı şimdiden aşikar olan Mount Kimbie ikilisini yakın takibe alıyoruz. Dillere pelesenk olmuş canlı performanslarını dinleyebilmek için de tesbih çekmeye devam ediyoruz...

seçenekler


"Kitaplar her zaman vardı. Karmakarışık hayatımın tek değişmezleri. En yakın arkadaşım Sutton'ın altını çizdiği gibi, 'bu kahrolası okuma da neyin nesi? Allah aşkına, sen bir zamanlar polistin.'
Tam İrlanda mantığı.
Ona, o zaman da, daha sonra da aynı yanıtı verdim, 'Okumak beni buralardan uzaklaştırıyor.'
Klasik tavırla yanıtladı beni :'Boktan konuşmalar bunlar.'
Daha önce de söylediğim gibi babam tren yolunda çalışırdı. Kovboy kitaplarını severdi. Ceketinin cebinde her zaman okunmaktan eskimiş bir Zane Grey olurdu. Bir gün kitaplarını bana vermeye başladı. Annem, 'Çocuğu hanım evladı ypacaksın' derdi.
Ama annemin duyamayacağı zamanlarda babam, 'Annene aldırma, kötü bir niyeti yok, sen okumaya devam et' diye fısıldardı kulağıma.
'Neden baba?'
Okumayı keseceğimden değil, çoktan bağımlılık haline getirmiştim okumayı.
'Kitaplar sana seçenekler sunar.'
'Seçenek nedir?'
Babamın gözlerinde dalgın bir bakış belirdi,
'Özgürlüktür oğlum.'

Ken Bruen "The Guards" 2007; Türkçesi : "Ahlaksızlar" Kırmızı Kedi Yayınevi, 2008.

1976 tarihli IF albümünde saygıdeğer multi-enstrümantalist Nathan Davis tenor saksofon, soprano saksofon, bas klarnet and flütteki hikayelerini gerçekten şu nem ve sıcakta ihtiyacımız olan cool'lukta bir toplulukla (Abraham Laboriel, George Caldwell, Dave Palmar, Willie Amoaku) kaydettiğinde kimseler bu kaydın, ustanın son plağı olacağını tahmin etmemişti. Koltuğa birden fazla karpuzdan ziyade, fazladan da şekerli sulu kavun, sert şeftali, parlak kiraz, buğulu üzüm, soğuk incir ve bolca da karışık kuruyemiş ila bol buzlu içkiler, meşrubatlar da sığdırarak, "bize seçenekler sunan" Nathan Davis hocaya selam çakmadan geçemiyoruz.

dünyadaki tek kupa

2003 yılında, Ludovic Navarre liderliğinde, o seneler popülaritesinin doruklarında olan St. Germain grubunda trompet üfleyen Pascal Ohse, yine Navarre'nin prodüktörlüğünde solo albümünü Soel 'i kaydetti. Albüm her ne kadar büyük St. Germain işlerinin gölgesinde kalsa da, türün meraklıları tarafından hemen ayrı bir yere konuldu.

Zaman: 1960'ların son demleri ila 1970'lerin ortasına kadar olan bölüm. Mekan: Afrika'nın kendisi olmasa da nüfusunun yoğun olduğu suburbanlar. İman: Yer yer Barry White'a ama çokça büyük üstad Isaac Hayes'a çakılan selamlar, gayet sağlam bir Afro-Beat, Blaxploitation ve Nu Jazz kokteyli, cool baslar, wah wah pedalları, yan flütler, melodik spoken word'lerle bezeli vokaller ve Pascal Ohse'nin trompeti...Vuvuzela dinlemekten iyidir.

birikmişleri almak...

memuriyette hayli meşhur tabirdir: görevlendirilirsiniz mesela, yolu yövmiyesi sonradan gelir; yahut ne bileyim, ödenmemiş ders paralarınız vardır bir yerlerden, devlet bunu bulup buluşturur, öder, filan; nice zaman sonra birikmişleri toplarsınız... bu mecrada durum farklı elbet: burada birikmişler alınmaz, verilir! aylardır birikmiş olanların infilakı olarak alınız aşağıdakileri.

herşeyden evvel pedro almodovar ustanın "los abrazos rotos"unu anmalıyım, zira, nicedir birlikte çalıştığı alberto iglesias, bu filme yaptığı müziklerde ruhumuzun derununa duhul etmekte pek bir mahir. miguel poveda ismiyle maruf bir pop-flamenko solistinden linkteki gibi bir şaheseri devşirmek her bestekarın haddi olmasa gerek.

hararet

hararet, mevsimin getirdiği, bizim de alkol tüketmek marifetiyle katkıda bulunduğumuz bir hal, değil mi? madonna'sından kelis'ine, kuzey avrupalılar dışındaki tüm kadın sanatçılarımızn kliplerinde rastlaşmaktan haz duyduğumuz nemli ten, kendi üzerimizde o kadar da hoş durmuyor.

ter akacak


Yaz mevsiminin geldiğini, havanın ısınmasından, nemin nefes alırken göğüste hissedilmesinden, yosun kokusunun surata çarpmasından, gölge yerlerin çekiciliğinin artmasından, "tiril tiril" lafının tedavüle girmesinden, bardaklara fazladan buzların atılmasından, sineklerin "dolaşıma" girmesinden, pencerelerin kapıların geceleri de kapatılmamasından, 70'lerden kalan yelpazelerin sallanmasından, tavan pervanelerinden, güneş kremi kokusu ve terden ziyade, midemizi titretirken serinleten dub bass yürüyüşlerinden, "davulun makbülü trampete az vurulanıdır" düsturlu serin reggae ritimlerinden, mojitolardaki ekstra buz ve nanenin kardeşliği gibi kardeş olan iki kıta Güney Amerika ve Afrika kökenli üflemeli tarzından, akşamüzeri güneşinde iyice ısınan ahşap renkli kongaların sesinden anlayan tüm mamacılar için, Tru Thoughts başatı Quantic ve Flowering Inferno Orkestrası müjdeyi kucağınıza bırakıyor.

Dog With A Rope, hoperlörlerin eskitemediği Will Holland'ın (a.k.a Quantic) Flowering Inferno Orkestrası ile 2008'de basılan ve burada da yer vermeden geçemediğimiz "Death Of The Revolution" kaydından sonra, ondan çok daha pişmiş, olmuş, oturmuş ikinci plağı... Fazla söze ne hacet, zaten havalar ısınıyor, daha fazla laf kalabalığı dinlemekten ziyade basın play' tuşuna, koyun "Swing Easy"deki üflemeli melodilerinin ve "Cumbia Sobre El Mar"ın cool'luğnunu şerefine iki buz daha. Hadi.

gözün garip hayali



"...İnsanın hakikati, sana gösterdiğinde değil, gösteremediğindedir.
Bundan ötürü, onu tanımak istersen dediklerine degil, demediklerine kulak ver. "


Mısır doğumlu ud üstadı Joseph Tawadros, Lübnan'lı bir "deli" Halil Cibran'a (kendisine doğunun Oscar Wilde'ı demek geliyor içimizden) adadığı The Prophet kaydı ile pazar kahvaltısının ertesindeki öğle saatlerinde içilen bir fincan kahve niyetine huzurlarınızda sevgili mamacılar. Telveniz bol olsun.


"Bir gün göz dedi ki: Bu vadilerin ötesinde mavi sisle örtülü bir dağ görüyorum... Ne güzel değil mi?... Kulak dinledi ve dedi ki: Fakat dağ nerede onu işitemiyorum... Sonra el dedi ki: Ona dokunmak için uğraşıp duruyorum ama dağ yok ki... Burun dedi ki: Dağ yok, kokusunu alamıyorum... Sonra göz başka tarafa döndü, diğerleri gözün garip hayali hakkında konuştular ve şöyle dediler: Gözün bir sorunu olmalı... "

Halil Cibran.

taze olgun


1999 yılından beri aktif olmasına rağmen, 2003 yılında yayımlanan "Tasty" albümü ile geniş mi geniş tüm kitlelerce gönül tahtına oturtulan, aynı yıllarda kalburüstü birkaç DJ ve prodüktör ile ortak çalışmaları ile de başka bir takım çevrelerle dirsek teması da kurmuş, sözkonusu uzunçalar Tasty ile adı Brit Awards'larla, Grammy'lerle bile anılmış lakin aynı sükseyi onu takip eden 2006 tarihli "Kelis Was Here" ile pek de yakalayamamış Kelis, 2010 yaz mevsimini kariyerinin bizce en "doyurucu", en "olgun" , en ........ albümü Flesh Tone ile kutluyor.





Sözü açtığımız "Tasty" albümü ile modern R&B ve Soul'a hayli taze bir soluk üfleyen Kelis, "Flesh Tone" ile o "kök"lerini geri plana atıp dümeni iyiden iyiye Electronica, House, Electro-House gibi derin sulara kırıyor. Çoğunluğun "Trick Me" , "Milkshake" ve Alman tekno superstarı Timo Maas ile kaydettiği sarsıcı "Help Me" gibi single'ları ile hatırladığı güzel Kelis'i, yüzdüğü bu yeni sularda tabi ki mühim prodüktörler de yalnız bırakmıyor. Ammo, Jean Baptiste, Benny Benassi, Burns, Diplo, David Guetta, Boys Noize, Free School, DJ Switch ve will.i.am. gibi isimler Flesh Tone plağının arka planında görünenlerden sadece birkaçı. Ufku olabilidiğince açık, manalı lirikleri yüksek dozda "profesyonel" vokal teknikleri ve gediksiz bir prodüksiyonla soframıza sunan Kelis'i, tekrar Tasty günlerindeki gibi yakinen takibe almamızın şart olduğunu hissediyoruz. Hem Kelis "beni takip et" der de, hangi mamacı burun kıvırır ki?

geçici bir heves

"Dave Brubeck, Avrupa ve Asya ülkelerindeki konser gezisinden döndüğünde, her ülkeden edindiği intibalarla birer parça hazırlamış. Bu ara Türk Halk Musikisi iyice izlenmiş olacak ki, bizi anmak için bir değil iki parça yazmış. Birinin adı "Blue Rondo a la Turk", öbürününki de "Golden Horn" yani Haliç. Biliyorum, Türk Müsikisi gönüllüleri de kaş çatacaklar bunlara, salt cazı tutanlar da. Birinciler, Türk Halk Musikisinin ritm ve melodi özelliklerinin ilim yoluyla ele alınması gerektiğini ve ancak bu yolla halk musikisiyle birleşmeye gidileceğini söyleyecekler, öbürleri de cazın kendine has tempo ve ritim unsurlarının dışardan, hele Türk Musikisinin aksak ritimlerinden hiçbir şey almayacağını, cazın bünyesinin buna uygun olmadığını söyleyecekler.





İki görüşe de saygı göstermek gerekir. Nitekim Brubeck'in söz konusu tecrübeleri ilgi çekici olmakla birlikte, caz yönünden de, Türk Halk Musikisi ile cazın birleştirilmesi yönünden de, başarılı değil. Acak bu başarısızlık, böyle bir birleşmenin imkansız olduğunu düşündürmez.
Temel unsurlarında hiçbir benzer yanı olmayan iki musikiyi birleştirme çabası, çılgınca bir serüven gibi gözüküyorsa da, unutmayalım ki bütün sanatlara ileri akımları getirenler hep çılgın serüvencilerdir. Brubeck'in girişkenliği şimdilik bir başarısızlığa uğramıştır. Ünlü cazcının bugünden sonra da aynı yolda çalışmalar yapacağını hiç zannetmiyorum. Bu onun için gelip geçici bir hevesti. Ama yurdumuzda hem cazı, hem Türk Halk Musikisini, hem Batı musikisini bilen birkaç musikişinas var. Bu çılgınca serüvene atılmayı biraz da onlardan bekleyelim. Bakalım sonuç ne oluyor?"


Cazdan elektronik müziğe, yerel musikiden klasik batı ruhuna, popüler olandan yerin yedi kat altında neler olduğuna kadar tüm mühim musiki hususlarında dimağımızı tam manasıyla "aydınlatan" İlhan K. Mimaroğlu'na Milliyet Gazetesi, 18 Aralık 1960 tarihli yazısını bahane ederek bir kez daha saygılarımızı sunuyoruz. 18 Aralık 1960.

kapıyı açmamla flaşlar patladı

Müziğin paylaşımının dijitalleşmesi ve işbu dijitalleşme ile bir bakıma da sanallaşmasından beri, tek dişi kalmış pek çok dev plak şirketinin dümenini kırdığı "albümden ziyade single satalım" mantığı, "tüketicilerin" (dinleyici değil) ekseriyetinin "zaten popüler albümlerin hemen hepsi one-hit-wonder; salt bir parça için koca albümü neden omuzlarıma yükleyeyim ki?" kolaycılığı (liberalliği de desek sanırız yamulmuş olmayız) ile birleşince ortalık bir anda singlelardan, EP'lerden geçilmez oldu sevgili mama-miacılar.

Biz yine de bırakalım bu klişe saptamaları da, EP'lerin her ciddi müzik dinleyicisi için oynadığı role, yani uzunçalardan evvel ve/veya hemen sonra, onda yer alan bir parçaya ayrıca dikkat çekmeye ve farklı yorumlar, okumalar ve remixler ile ne gibi yan manalara (paralel evrenlere) sebebiyet vereceğini duymaya dönelim. Uzun müddettir Berlin elektronik müzik sahnesinin (ve daha evvel yine burada konu ettiğimiz gibi son zamanlarda da moda tasarım camiasının) önde gelenlerinden Ellen Allien'in 2010 tarihli albümü Dust 'tan doğan single Flashy Flashy'e lafı bağlayalım.

Nedense doğduğu albümün tamamından daha fazla "okuduğumuz" Flashy Flashy single'ı, bünyesinde parçanın özünde var olan ama örtülü olan birçok hikayenin de üzerindeki tülü hafifçe aralayan iki dehşetengiz remixi de barındırıyor. Brooklyn'li tekno üstadı Alexi Delano ve bilhassa dikkatimizi çeken, kendi tabiriyle "deneysel house" prodüktörü Nicolas Jaar'a koca bir Ellen Allien albümünden ziyade bizi sadece iki remixe hapsettikleri için minnetlerimizi borç biliyoruz.

Nicolas Jaar, ilk uzunçalarını 2010 senesinin sonbaharında bitirecek olan bir "yeni keşif". Çaylak muamelesi görmekten sıyrılalı epey bir süre olmuş, New York çevrelerinde "içi dolu" house, tech house, minimal raflarında yerlerini alan birkaç single ve ağızdan ağıza bulaşan kulağı ile toplaşkaların aranılan DJ'lerinden olmuş bile. Nereye doğru gideceğinden ziyade yola başlayış noktası ile takdirimizi toplayan Jaar'a bir ömür boyu dönen plaklar diliyoruz; 2010 yazı için : "Daha fazla tech house! hemen şimdi!" diyoruz...

yadigar






Mayıs'ın 1'inde.
Bir kez daha.
Jam sucka Jam! Groove sucka Groove! Dance sucka Dance! Move sucka Move!