kültür, dil, sanat, çeviri?



hepimizin vardır "ne dediğini anlasaydım, keşke!"  diye içlendiğimiz sanat ürünleri. peki çeviri doyurur mu? çoğu zaman hayır. dilimiz, görsel ve düşünsel algılarımız, içinde bulunduğumuz topluma göre şekilleniyorsa, içinde bulunmadığımız bir toplumun kültür ürünlerinden doyumumuzu tepe noktasında almamız ancak "daha fazla fikir edinme" ile -belki- mümkün olabilir.  neyse, pek "bilmiş" konuştum.

12 yaşımda annemin cd'lerinin arasında bulduğum ok computer albümünü dinlerken "radiohead'in ne dediğini anlasaydım keşke" dedim. o yaşlarda kulağıma aşağıdaki parçalardan da bir avuç bal çalınsa... belki, kim bilir o gazla, "wüi japğan lö fığanse avek pil u fas."*tan çok daha fazlasını öğrenirdim.

artık "ne dediğini anlasaydım, keşke." yerine "ne anlattığını hissetseydim, keşke."

 *Oui, j'apprends le français avec Pile ou Face. (evet, pile ou face ile fransızca öğreniyorum.)

Fransızca






Fransız'dan İspanyolca



İspanyol'dan Portekizce



Portekizce


Boşnakça



Wolof dili


uzar gider...

lilo

erik mevsimi

ayva ve erik pek severim ama bu erik mevsimi çok tatsız. yağmurlar yağıyor, gökler gürüldüyor. gökler gürüldedikçe yağmurlar tekrar yağıyor. işin içinden çıkamayan bir kadın da tatlı tatlı "git" diyor. ayva yesek daha iyiydi. ya da yeşil bir elma.

[youtube http://www.youtube.com/watch?v=Dsv6c9GTua4&w=500&h=314]

arap baharı




sanal sosyal ağlarla desteklenen beklenmedik devrimler silsilesi hemen güneyimizdeki sıcak diyarları bir tuhaf salladı, bakalım nerelere ilerleyecek mevzu daha. biz de sondan bir önceki eskişehir mama zirvesinde internetten devşirdiğimiz bir arap baharı yaşadık, sevgili mamaperverler! buyrun, siz de indirin bu baharı.






el iqaa, 9/11 sonrası medeniyet çatışması atmosferinin ürettiği ara durumlardan biri olarak detroit-beirut hattından bildiriyor. buna şer ekseni diyenler bakalım flying lotus - ümmü gülsüm hattına ne diyecekler!

bilhassa "we were struck by love" kafasını, son zamanların en hakiki sentezlerinden biri olarak kutsuyoruz. amin.

konuşmana gerek yok, ben hissediyorum

http://www.youtube.com/watch?v=50AYQ0LraY8&feature=related

perestişe bak!

http://www.youtube.com/watch?v=L_dJ4Lg8IiE

bodi bill







'o olmadı' derseniz, budur o zaman:





ağaçlı yolun sonundaki merdivenler

...Sıradan insanların sıradan hayatlarını okuyoruz bu öykülerde. Ne var ki en sıradan hayatlarda geçen en basit olayların bile nasıl fırtınalı varoluşsal deneyimlere yol açtığına şahit oluyoruz. Yaşanan acı aydınlanmalar, aynadaki kendinden memnun suretleri paramparça edebiliyor. Cehennemin insanın içinde pusuda beklediği, insanın kendi cehennemini kendisinin yarattığı görülüyor. Ve anlıyoruz ki, eğer hikâyesi iyi bir yazar tarafından anlatılırsa, hiçbir hayat sıradan değil...

Birleşik Devletler orijinli ikili Arms and Sleepers, gönlümüzün telini hoplatmasa da inceden kağıt kesiğine maruz bıraktığı 2009 tarihli Matador'unu bu yıl "The Organ Hearts" isimli uzunçaları ile devam ettiriyor. Olağan dışı hikayeler anlatmasa da, sıradan hikayeler böyle anlatılınca bazen sıra dışı hale gelebiliyor. Değil mi?

pembe gagasını

Akla gelebilecek tüm iletişim kanallarındaki iktidar kontrolü konusu(sansür), sanki çok yeni bir mevzu imiş gibi kopan patırtı ne kadar beyaz yakalı hassasiyeti kokuyor; gerçi, her şeye de bir kulp bulmakta mama yazarlarından öteye de geçilmiyor ya... (buraya en sık kullandığınız küfürü iliştirin. lütufen...)

Halbuki asıl filtrelenmesi gereken ("yasak" demenin neo-liberalcesi değil mi bu "filtre" lafı?) bir sabah kalabalık bir caddede yürürken sizi şaşırtmasını bekleyerek "shuffle"a aldığınız müzik çalarınızın size birden şunu yapması olmalı...
http://www.youtube.com/watch?v=YPNvSAz3_MY
Şarkının içerisindeki Fender Rhoads'ı filtreleyebilir misin Abidin? Lütufen...

kim fark eder ki?


Şehrin ışıklarının artık sönmeye başladığı bir saatte, bir metro vagonunda, birinin yaşamı oturduğu plastik koltukta son bulur. Bir sonraki günün akşamına kadar ring seferini devam ettiren metroya binip inen hiç kimse, vagonda ölü bir adam olduğunu fark etmez...

ECM bünyesinde olduğuna şaşırmadığımız Norveç'li trompetçi Arve Henriksen'in 2004 yılında kaydettiği Chiaroscuro, bizi o trenin tam da o vagonuna davet ediyor aslında. Fark eder misiniz bilinmez ama...

iki dudağının arası


Üstadı sadece haftanın bir bölümüne hapsetmek hiç olmuyor; belki de haklısınız. Ama yine de, bilhassa da mütemadi bir gidiş halinde olanlara çekici gelmesi kaçınılmaz olan "Chat Baker durgunluğu", belki de en fazla tüm hafta sonu olan bitenler arasında sadece pişman olunanların akılda kaldığı Pazar gecelerine yakışıyor...Sadece albümün açılışındaki "Thrill Is Gone" bile biraz evvel neredeyse 20 kere okunup 40 kere düşünerek yazılan cümleyi anlatmıyor mu? Hem de sadece üç dakikada? Yenilen bozuk balıklar bile birkaç saatte çıkıp gidiyor da, o Pazar gecesi akılda kalanları ne yapacağız?

Tüm hafta sonu olan bitenler arasında sadece pişman olunanların akılda kaldığı Pazar gecelerine yakışıyor.

güneş değsin yüzümüze


Sanırız mama'cılar arasında kafayı yağmura buluta ve onların sebep olduğu renge takanlar vardır. Göz nurlarımız listesinde ilk 50'ye rahatlıkla girecek olan Quantic, son yıllarda iyice takıldığı Combo Barbaro orkestrasını yeniden düşündüğü bu EP ile yazı erkenden getiriveriyor. Fazla kalmayın altında, hakikaten çarpıyor.

kim dedi?

Merrill Garbus

Piyano ogretmeni hippie bir anne, hamileligi boyunca Bach calisirsa dogan cocuk neler yapabilir?



dijital ses kayit cihazi ile kaydedilmis, tUnE-yArDs- BiRd-BrAiNs




ve 19 Nisan'da cikmis studyo albumleri  W h o k i l l

deneysel deyip gecmeyin...

lilo