Tamamı neredeyse monologtan ibaret bir romandaki
"dedim kendi kendime" ve "diye düşündüm" tekrarları,
kolunuza batırılıp sinirinizi zıplatan iğneler gibi. Plağı nasıl tutacağını,
temizleyeceğini, saklayacağını bilemeyen acemi bir plak dinleyicisinin plak
üzerine kondurduğu çizikler misali… Romandan zevk almak için bu iğnelere bir
şekilde duyarsızlaşmanız ve ruhunuzu şeytana sattığınızı göstermeniz gerekiyor.
Oysa kusurların sürece içkin/içkinmiş gibi olanından; plak iğnesinin vinil
üzerine bıraktığı çizgilerden ya da düşüncelerin sahiplerini birbirinden ayıran
çizgilerin belirsizliğinden, gocunmaz dinleyici/okuyucu. Aksine; çok çalınmış
güzel bir plağın ya da çok düşünen biraz flu bir zihnin kusurları, ne ile
hemhal olduğunun farkına vardırır insanı. Birbirleriyle paralel düşünen
karakterler yaratmak, onların düşüncelerini ayırmaya çalışan çizgilerin yokluğunu tolere eder hatta cazip kılar ama, yapay çizgiler gözü de, kafayı da tırmalar.
Sonra Tecnics MK-1210’un da, güzel kapaklı bir “göndermeli roman"ın da sadece adı kalır.
kesin
Şef:
sputnick
on 29 Mart 2013
/
Comments: (0)
"Freud’un derin bir gözlemi: İnsanlar “hakikat”ten çok “kesinliğe”, tamı tamına emin, sarsılmaz, durağan bir nesneler düzenine sahip olmak istiyorlar... Hakikati değil, kesinliği, güvenliği, sarsılmazlığın gücünü verin bize... Pozitivizmin, yani Batı bilimlerini içeriden kurarak meşrulaştırmayı ve doğrulamayı amaç edinen ideolojinin ekseninde, “hakikat”in ve her türlü “kutsallığın” silinmesi, eritilmesi amaçlanıyorsa, burada yeni bir tür varolma isteminin, savrulan ve dengesini yitirmesi her an mümkün kozmik bir düzenin içinde “kesinlik” duygusunun, bu en derin insan ihtiyacının oluşturduğu bir değerler sistemine tekabül etmesindendir. Onun tarihi pek eskidir. Belki de Sokrates’in “söz”üne kadar geri götürülebilir: Güzel ya da iyi olabilmek için önce “bilinebilir” olmak, bilinenler arasına katılmak, yani aklın ve Logos’un mahkemesinde yargılanmış, onaylanmış olmak gerekir.
Bilimlerin hakikat arayışı üzerine temellendirilmiş olduğunu sanmak gündelik yaşamdaki olağan düşüncenin varsayımlarından en zararlısıdır. Pozitivizm en büyük işlemini neden dil üzerinde gerçekleştirmeye çabaladı? Dili fakirleştirdiği elbette söylenebilir (Ricoeur). Ancak ona yepyeni bir boyut ekleyerek gerçekleştiriyordu bu fakirleşmeyi... Dilin olgular dünyasına, olgu durumlarına tamı tamına uygun kılınmasının araçlarının neler olduğunu keşfetmeye çabalıyordu. Bilime, felsefeye ve mantığa yeni bir dil kazandırmak uğruna dil içinde gerçekleştirilecek bir operasyondu bu... Söylemin düzeni, bilim adamının sözü ve bilirkişiler dünyası, günümüz dünyasının gizli ama pek kolay peçesi indirilebilir bu güçleri açısından bakıldığında, her türlü “görüş bildirme”nin eninde sonunda estetik ve ahlaki bir “hüküm verme” olduğu anlaşılmıyor mu? Pozitivizmin kurumsal çatısı akademiden önce devlet ve polis kuvvetleri, yargı ve infaz araçları, yani şu Weber’in ünlü “meşru şiddet araçları”dır. Akademiden ve felsefi eserlerin verilmesinden önce söylemin düzenine dahil olmak gerektiği anlaşılıyor."
future
Şef:
sputnick
/
Comments: (0)
'There is no longer beauty except in the struggle. No more masterpieces without an aggressive character. Poetry must be a violent assault against the unknown forces in order to overcome them and prostrate them before men.'
Filippo Tommaso Marinetti, The Founding and Manifesto of Futurism, Figaro (Paris, Feb. 20, 1909)
emperor
Şef:
sputnick
/
Comments: (0)
'...according to Hardt and Negri's Empire, the rise of Empire is the end of national conflict, the "enemy" now, whoever he is, can no longer be ideological or national. The enemy now must be understood as a kind of criminal, as someone who represents a threat not to a political system or a nation but to the law. This is the enemy as a terrorist....In the "new order that envelops the entire space of... civilization", where conflict between nations has been made irrelevant, the "enemy" is simultaneously "banalized" (reduced to an object of routine police repression) and absolutized (as the Enemy, an absolute threat to the ethical order.'
İki Albüm, Tek Yol
Şef:
seco
/
Comments: (0)
Bu iki albüm; metal müziğin uç ve de orijinal öğelerini birer yıl arayla biz müzikseverler ile buluşturan, adını Türkçe'ye "kulak ağrısı" olarak çevirebileceğimiz bir plak şirketinden çıkmış, ellerinde hayat buldukları insanların ilk çalışmaları olan başyapıtlar. Yazının konusu ise geçenlerde edindiğim "Left Hand Path" plağıyla tüm duyu organlarımla haşır neşir olurken, o duyu organlarından göz olanının albüm kapağında gördüğü bazı detaylar. Show TV ile büyümüş bir neslin temsilcisi olarak "kırmızı daire" ile işaretlediğim kısmın "Altars of Madness" albüm kapağına çok benzemesi, LHP'den bir sene evvel çıkan bu albümden alınan ilhamla "Left Hand" yolundan gidildiğinin bir itirafı değil de nedir? Biz bu yola çıktık ama sizin "delilik" yolunda kurban ettiklerinizin ruhları yanımızda diyerek Morbid Angel tayfasına selam çakmak değil midir bu?
"Taş Yerinde Ağırdır" ya da "Taşı Gediğine Koymak"
Şef:
seco
on 8 Mart 2013
/
Comments: (0)
Albümlerinin açılışını yapan iki şarkı arasındaki fark dağlar kadar belki ama iki vokalin de şarkıya benzer şekilde girmesi, ikincisinin olduğu albümü, çıktığı vakit "ne lan bu?" deyip sonra götümüzün dibinden ayırmadığımız Kid A'in mertebesine getireceğinin habercisi gibi duruyor.
Thom Yorke abimizin "fade in"ine, yıllar sonra mukabele eden canımız-ciğerimiz-komşumuz Sakis kardeşimizin niyetinden azade, tespitimizdir; kritik kayıtlarına geçilsin.
Hüzünde, neşede ve ayakta...
Şef:
seco
/
Comments: (0)
Doğumun sevincini de ölümün
hüznünü de, doğanın ya da ölenin yakınlarının mahremi diye düşünürüm; bu yüzden kutlama
ya da taziye pek içimden gelmez. “İyi ki doğmuş“ diye sevindiğim, “oldu mu bu
şimdi” diye üzüldüğüm kişiler de vardır elbet. Ne tesadüf ki bugün, iki duygunun da
kesiştiği bir gün: Umut bağlanılan bir liderin gidiş, umut paylaşılan bir yazarın
doğum günü.
Fransız yazar Michel Tournier
hapisanedeyken, hapishane arkadaşları, ayakta yazabilmesi için ona özel bir masa
yapıp armağan etmişler. Yazarın ayakta duranının makbul olduğunu ve Tournier’in
de bunu layıkı ile yaptığını düşündükleri için olsa gerek.
Fotoğraflarda Chavez’i çoğu kez
yumruğunu havada sıkmış bir vaziyette ya
da ona “diktatör” diyenlerin saçmalamalarına, kelimenin içindeki “dik” kadar
anlamlı gülümsemesiyle karşılık verirken bir yandan da halkına el sallarken
gördüm. Ve hep ayaktaydı.
Kendini, yaşadığı dünyadan
soyutlamadığından kumdan, çöpten (ve belki de boktan) kitaplarını yazarken;
yaşadığı dünyadan soyutlayarak oğlunu nasıl büyüttüğünü anlatırken; müziğe, sinemaya, edebiyata dokundurmadan yapamadığı ve bu yüzden tadından yenmeyen sanal köşe yazılarını paylaşırken zihnimde canlandırdığım Ali Mert de hep ayaktadır. Ama ara sıra dinlenmek için caz -çoğunlukla avangart- dinlerken ayaklarını sehpaya
uzatıp oturmak şartıyla…
Ayakta durmak doğal seçilimin bir
sonucu ama “ayakta durmak” seçilmemenin bir nedeni. O yüzden ölenimiz, doğup da "olan"ımızdan çok. Ali Mert’e, ailesi ile birlikte, evrime inat uzun ve üretken bir
hayat dilemek gibi ufak bir hediye verirken, giden Chavez’in ardından efkar
dağıtmak ve enseyi karartmamak için “Düşmeyen kızıl bayraktan umut kesilmez”
diyeyim ve ekleyeyim.