Ofelya


Belki düstur baştan beri yanlıştı...Belki de kitapta yazdığı gibi Tanrı, neyi O'ndan daha fazla severseniz, onu sizden alırdı. Kendiniz dahil.

Gideceği yerin elbet bir haddi hududu olduğunu bile bile katırın sırtına yükü bindirmeye devam etmek, yıllarca bu blog'da yazılan "hatıratı müziğin üzerine yıkmak" düsturunu istiap haddinden emekli etti sevgili mamaperverler. Yük, her adımda ağırlık merkezini değiştirerek sabrı da etkisiz hale getirdikten sonra, yavaştan hiç taşmaması gereken yerlere taştı da üstelik. Taştıkça da ağırlaştı.

Fazla sese ne hacet; yetinip, memnun kalacaklarımızın gerçekten öyle olduklarını, onları kaybetmeden nasıl anlarız ki? Her neyse, kıvamı hafif artırılmış gibi yapılmış kişisel gelişim lafları da "istiap eşeği"ne yaramıyor; yaramayacak.

Stephan Micus, neyin, sonuna kadar kafi geleceğini bas bas bağırıyor işte.

balina nasıl balina oldu?

"Tanrı'nın evinin arkasında küçücük bir bahçe varmış. Tanrı bu bahçede kendisi için havuç, soğan, fasulye gibi şeyler yetiştirirmiş. Minicik, güzel bir yermiş burası. Sebzeler sıra sıra, düzenli bir şekilde ekili; bahçe, yabancı hayvanlar girmesin diye, derli toplu bir tahta perde ile çevriliymiş. Tanrı çok memnunmuş bahçesinden.
Bir gün havuçların bulunduğu yerde ayrıkotlarını temizlerken havuç sıralarının arasında tuhaf bir şey görmüş. Kapkara bir şeymiş bu. Boyu da iki-üç santim ya var ya yokmuş. Bir ucundan toprağa kök salmış bir şey.
"Çok tuhaf," demiş Tanrı kendi kendine "Hiç buna benzer bir şey görmemiştim şimdiye kadar. Acaba büyüyünce ne olacak?"
Böyle diyerek ona dokunmaktan vazgeçmiş.
Ertesi gün, bahçede çalışırken, birden o ufacık parlak şeyi hatırlamış. Gidip bakmış, bir de ne görsün? Sabaha kadar bir gün öncesine göre boyu iki kat uzamış. Beş santimlik, parlak siyah bir yumurtaya benzer bir şey olmuş.
Tanrı her gün gidip bakıyor, o da her gün biraz daha büyüyormuş. Aslında, her sabah, bir önceki güne göre boyu iki kat uzuyormuş.
Boyu bir buçuk metreyi bulunca, Tanrı, "Artık çok büyüdü." demiş. "Onu koparıp pişireyim."
Ama bir gün daha bırakmış bahçede.
Ertesi gün üç metre olmuş o garip bitki. Bu durumuyla Tanrı'nın tencerelerinden hiçbirine sığamazmış.
Tanrı durup başını kaşımaya başlamış. Bu haliyle bile bir sürü havucu eziyormuş. Eğer aynı hızla büyümeye devam ederse kısa bir süre sonra Tanrı'nın evini itip yerle bir etmesi bile beklenebilirmiş.
Birden Tanrı bu ne olduğu belli olmayan şeye bakarken, o da gözünü açıp Tanrı'ya bakmaz mı?
Tanrı çok şaşırmış.
Göz oldukça küçük ve yuvarlakmış. Kökten en uzak ve çok kalın olan öbür uçtaymış. Tanrı yaratığın çevresinde dolanmış. Öbür yanda da bir göz varmış ve o göz de Tanrı'ya bakıyormuş.
"Vay! Vay! Vay!" demiş Tanrı. "Günaydın!"
Göz bir açılıp bir kapanmış, gözün altındaki dümdüz parlak deri parçası hafifçe kırışmış, yaratık gülüyor gibiymiş. Ama görünürde bir ağız olmadığı için Tanrı yaratığın gülüp gülmediğini anlayamamış.
Ertesi gün Tanrı erkenden uyanıp bahçesine çıkmış.
Düşündüğü gibi bir de bakmış ki, küçük gözlü siyah sebzesi bir gecede bir kat daha uzamış. Başıyla bahçenin tahta bahçesini itmiş, yola taşmış; başı yolun üzerinde, bir gözü yere bir gözü göğe bakıyor, sırtı da mutfağın duvarına yaslanıyormuş.
Tanrı başına doğru yürüyüp yaratığın gözünün içine bakmış.
Sert bir sesle, "Çok da büyük bir şeysin," demiş. "Rica ederim, evim yıkılmadan şu büyümeni durdur."
Tanrı'nın şaşkın bakışları arasında yaratık ağzını açmış. Gözlerin biraz aşağısında baştan başa ince uzun bir yarık varmış.
"Durduramam..." demiş ağız.
Tanrı bu söze verecek karşılık bulamamış. En sonunda, "Peki nasıl bir şeysin sen, bana onu söyleyebilir misin? Nesin, kimsin,haberin var mı?" diye sormuş.
"Ben," demiş yaratık, "Balina-otu'yum. Sen öküz-gözü, katırtırnağı, atkestanesi gibi şeyler duymadın mı? Ben de Balina-otu'yum işte.
Artık Tanrı'nın yapabileceği bir şey yokmuş.
Ertesi sabah Balina-otu yolu baştan başa geçmiş, gövdesinin bir yanı da mutfak duvarını, mutfağın içine doğru çökertmiş. Artık bir otobüsten hem daha uzun, hem de daha genişmiş.
Tanrı bunu görünce, bütün hayvanları bir araya toplamış.
"Tuhaf bir şey var burada," demiş. "Şuna bakın. Ne yapacağız bunu?"
Öbür hayvanlar Balina-otu'nun çevresinde dolanmışlar. Derisi o kadar parlakmış ki, ona bakınca tıpkı aynadaki gibi kendi yüzlerini görebiliyorlarmış.
Devekuşu, "Olduğu gibi bırakalım," demiş. "Nasıl olsa kuruyup gider."
"Ya büyümeye devam ederse?" demiş Tanrı. "Bütün dünyayı kaplayıncaya kadar büyürse? Onun sırtında yaşamak zorunda kalırız. O zaman halimiz ne olur, düşünebiliyor musunuz?"
"Bana kalırsa," demiş Fare, "denize atalım gitsin."
Tanrı düşünmüş. "Olmaz," demiş, "çok sert bir ceza olur onu denize atmak. En iyisi bir-iki gün daha kendi haline bırakalım."
Üçüncü günün sonunda Tanrı'nın evi yerle bir olmuş, Balina-otu'nun boyu da bir sokak boyu kadar uzamış.
"İşte," demiş Fare, "şimdi de bunu denize atmak için çok geç kaldık. Balina-otu yerinden kımıldatılamayacak kadar büyüdü."
Ama Tanrı Balina-otu'nun her yanını iplerle sarıp sarmalamış, sonra da bütün hayvanları onu yerinden oynatmak için yardıma çağırmış.
"Hey!" diye bağırmış Balina-otu. "Rahat bırakın beni."
"Doğru denize," demiş Fare. "Sen de bunu hak ettin doğrusu. Hiç o kadar yer kaplanır mı?"
"Ama ben hayatımdan memnunum!" diye bağırmış Balina-otu yeniden. "Ben burada yatmaktan başka bir şey yapmıyorum ki. Bırakın beni uyuyayım. Ben burada yatıp uyumak için yaratılmışım."


"Doğru denize!" diye bağırmış Fare.
"Yapmayın!" diye bağırmış Balina-otu.
"Doğru denize!" diye bağrışarak iplere asılmış bütün hayvanlar. Yeri göğü sarsan bir inlemeyle Balina-otu'nun kökü topraktan kopmuş. Balina-otu çırpınmaya, kıvranmaya başlamış. Öbür hayvanlar onu büyük bir güçle denize sürüklerlerken Balina-otu'nun kıvranan uzun kuyruğu da evleri, ağaçları yerle bir ediyormuş.
En sonunda çok yüksek bir uçurumun kenarına gelmişler. Büyük bir gürültüyle onu uçurumun kenarından denize yuvarlamışlar.
"İmdat! İmdat!" diye bağırıyormuş Balina-otu. "Boğulacağım! Ne olur karaya çıkmama izin verin de, orada rahatça uyuyayım."
"Boyun kısalmadan olmaz!" diye bağırmış Tanrı.
"Boyun kısalmadan gelemezsin!"
"Peki, ama nasıl küçüleyim?" diye ağlayarak sormuş Balina-otu denizin ortasında bir o yana, bir bu yana sallanarak. "Ne olur, karada yaşayabilmek için nasıl küçülebilirim bana söyler misiniz?"
Tanrı o derin uçurumun kenarından eğilip parmağını Balina-otu'nun başına sokup çıkarmış.
"Ay!" diye bağırmış Balina-otu. "Ne yaptınız, öyle? Bir delik açtınız başımda. Şimdi içime su dolacak o delikten."
"Yo, hayır," demiş Tanrı. "Gövdenin bir bölümü oradan dışarı çıkacak. Şimdi gövdenin bir bölümünü oradan dışarı püskürtmeye başla."
Balina-otu püskürtünce, gövdesi Tanrı'nın açtığı delikten yukarılara kadar fışkırmış.
"Şimdi püskürtmeye devam et," demiş Tanrı. Balina-otu püskürtmüş, püskürtmüş. Biraz sonra epeyce küçülmüş. Küçüldükçe eskiden dümdüz, pırıl pırıl olan derisinde minicik kırışıklıklar meydana gelmiş.
Sonunda Tanrı "Bir hıyar kadar küçülünce, bana seslen. O zaman seni yeniden bahçeme alırım. Ama hıyar boyuna gelene kadar denizde kalacaksın." diyip bütün hayvanlarla birlikte oradan uzaklaşmış. Balina-otu denizde tek başına kalakalmış.
Bir süre sonra Balina-otu bir otobüs kadar küçülmüş. Ama püskürtmek oldukça yorucu bir işmiş, Balina-otu'nun da yorgunluktan uykusu gelmiş. Derin bir soluk alıp uyumak için denizin dibine inmiş. Çünkü en sevdiği şey uyumakmış. Uyandığı zaman öfkeyle kükremiş. Uyuduğu sırada yeniden bir sokak uzunluğunda çift bacalı gemi şişmanlığında bir Balina-otu haline gelmiş.
Çarçabuk suyun yüzüne çıkıp içini püskürtmeye başlamış. Kısa bir süre sonra bir kamyon kadar küçülmüş. Ama biraz sonra uykusu gelmiş. Derin bir soluk alıp denizin dibine inmiş.
Uyandığı zaman gene bir sokak boyu uzamışmış. Bu yıllarca böyle sürmüş. Bugün de sürüp gidiyor.
Balina-otu püskürtmeyle küçülmesine küçülüyor, ama uyudukça da büyüyor. Arada bir çok güçlü olduğu bir gün, kendisini bir otomobil kadar küçülttüğü bile oluyor. Ama, her zaman, hıyar kadar küçülmesine vakit kalmadan aklına uykunun ne tatlı bir şey olduğu geliveriyor. Uyandığı zaman bir de bakıyor ki gene büyümüş.
En çok istediği şey yeniden karaya çıkıp toprağa kök salmak ve güneşin altında uykuya dalmak. Ama bunun için azgın denizlerde dolanıp içini püskürtmek zorunda. Yeniden karaya dönünceye kadar da, öbür canlılar ona yalnızca Balina diyorlar."

aralık ya da ara'lık


Karenin sol alt köşesinde. Ona göre sağ üst. Aralık, köşeden diğerine üç metre, üç adım, üç saniye. Kendine verdiği sozleri yerine getirmeyen bir yirmibeş bu ara'lık. Sızı veren koku buralarda bi yerde, ama bulamıyor. Aklındakini konuşmuyor, konuştuğu aklından geçmiyor. Ölen akasya ağaçlarının kaçıncı mezar ziyaretindeki, kaçıncı kaçma teşebbüsünün veya uzun cümlelerin kafa karıştırıcılığının vazgeçilen hikayesi bu, hatırlamıyorum. Emniyet kemerini takınca, istemsiz dönüp bakan şoförün aklına gelen ilk şey neden güven? Peki ya kulağa fısıldanmış üç santimetre kalınlığındaki kitabın, altı çizili sessiz bir cümlesini, uykudan once kim seçip hatırlatıyor?

15tebir bir


Kafası karışık, sakin, hiddetli, alakasız.
Corto Ramirez - 15tebir bir by corto

küflü göz

qrcode
QR kodlarla ne yapacağınızı biliyorsunuz. 



"ara sıra, son hızla koşarken kendini ikiye bölercesine gerisin geri dönüyor, kendini kovalayan birine saldırır gibi, büyük bir hünerle Arabeskler çiziyor, birden ters yönde hızlanıp, bu gösteriden başları dönmüş çiftin çevresindeki turlarına yeniden başlıyordu."


the myth


Okay Temiz yurt dışı festivallerinde çalmak için gruba bir kemancı arar.Sevda grubunun hepsi batı enstrümanları çalmaktadır,koma sesleri çalan yoktur.Bir arkadaşının vasıtasıyla Bodrum'da çalan kemancı Salih Baysal'ı bulur.

Salih Baysal tipik bir Ege köylüsüdür.Bodrum'da meyhanelerde orda burda,fasıllarda,sokaklarda çalar.Kafayı bulanlar çağırır o gecenin kaçı olursa olsun gider çalar.

Dinlediğimiz zaman Türk sanat müziği,folklor melodileri,makamlar çaldığını görürüz ama makamlar arasında şarkıların hemen her yerinde doğaçlamalar yapabilir.Aslında john Coltrane gibi Miles Davis gibi bebop gibi tınlar onun çalışı! Arşeyi kaldırmaz telden...Kendi tabiriyle 'Arkadaş ben kafayı buluyorum bu seslerle' der...

Sevda grubuyla birlikte İsveç'e giderler.Türkiye'de kemanın arşesini hiç kaldırmadan çaldığı için 'macuncu' diye alay eder müzisyenler ama Avrupa'da ayakta alkışlanır Baysal.Polonya ve Amerika'da ortak çıkan Jazz-Podium Dergisi --Down Beat gibi çok ciddi bir jazz dergisidir- Stephane Grapelli,Jean Luc Ponty,Sven Hasmusson'dan sonra Salih Baysal'ı dünyanın en iyi 4. kemancısı seçer.Karakter olarak da fizik olarak da ince,zayıf ve naif bir insandır.

a farewell to arms

betonun soğukluğu, -35 derece, belirsizlik, eski

Mercato

malihulya




"melankolinin genellikle gereğinden çok ve uygunsuz yemek içmekten ve az hareket etmekten kaynaklandığı yolundaki -klasik- görüş, galenus'ta ağır basmıştır. bunun için de, melankoli eğilimi taşıyanlara uzun bir diyet listesi sunulmuş. bunların başında mide-bağırsak bölgesinde şişkinlik, kaynama yapması olası besi maddelerinin kısıtlanması ya da büsbütün yenmemesi önerilmiştir. bu nedenle de, özellikle, kara safranın ve diğer kara beden özsularının yapımını artırması olası, koyu-kara renkli ve ekşi besi maddelerinin yenmesi ve içilmesi tavsiye edilmemiştir.
...
örneğin melankoliklere ... koyu kırmızı şarap içilmesi salık verilmez. buna karşın ... -zorunlu kalındığı durumlarda- çok su katılmış şarabın içilmesi önerilmiştir.
...
melankolik insanlara ve hastalara müzik dinletilmesi eski bir gelenektir. galenus da bunu çok önemsemiş, bu tür sorunları olanlara ısrarla müzik dinlemelerini salık vermiştir.

antikçağ kültüründe müzik eğitiminin çok özel bir yeri olmuş; müzik, dünyayı ve insanı karmaşadan ve kaostan kurtarıp evrensel harmoniyi kurabilecek tek sanat olarak tanımlanmışır. pythagoras, müziğin, astronomi, geometri, matematik, insanruhu ve evren arasındaki harmoniyi kurabileceğini savunmuştur. platon, dünya ruhunun evrensel harmoniyi içerdiğini, müziğin makrokozmos ve mikrokozmosu en güzel ve en erdemli biçimde birleştirip insanın hakikati anlamasına yardım edebileceğini düşünmüştür.
...
hüzünlü insanlara frigya melodileri, düzene pek uymayan safça insanlara dor müziği dinletilmesi öngörülmüştür. ruhsal huzursuzluk içinde olanlara iyonya tipi müzik dinletilmesi salık verilmiştir."

dr. serol teber, melankoli: normal bir anomali, say yayınları

dört duvar



RA Real Scenes...


Real Scenes: Bristol from Resident Advisor on Vimeo.
Online elektronik müzik dergisi ve etkinlik rehberi Resident Advisor bir süre önce yayınlamaya başladığı "Real Scenes" kısa belgesel serisini severek takip ediyoruz. Her bölüm, elektronik müzik dünyasında ikonik bir yere sahip ayri bir şehri incelemekte ve ilgili şehrin mevcut müzik kültürünü ve bunu yaratan etkenleri kısa bir 'kapsül belgesel' tadında soframıza mama olarak sunmaktadır. Buyrun, ilk üç bölüm olan Bristol, Detroit ve Berlin. Dördüncüyü heyecanla bekliyoruz...

glossolalia

21’lik Abel Tesfaye, erken akşamların nemli, melankolik, karanlık ama şehvetli kokusuna sarı ışıkla katıldı. Bir sıkımlık canı olmadığı kesin, dövüşüyor.

The Weeknd - Initiation by The_Weeknd






"kulak müziğe, gözün resme olduğundan daha uzaktır. bu nedenle o uzaklıktan yanılsamalarını besleyebilen kulağın durumu daha iyidir: kimse aynı anda on orkestrayı dinlemesini beklemez ondan."

paul valery

Dub to Jungle

Dub'ı çocuklarıyla buluşturma turlarından ilki Dub to Dubstep turu olarak yapılmıştı. Channel One Sound yanına RSD, Kromestar, Jazzsteppa ve The Uplifter'ı alıp gezinmişti sağda solda. Geçen mayısta ise bu sefer büyük oğlan jungledaydı sıra. Channel One Sound'a eşlik eden ise Congo Natty idi. Daha fazla uzatmanın manası yok, bu iki ismi anmak yeterli.
Aşağıda Kane FM'in bu tur sırasında hazırladığı belgesel var. Kaçırmayın ve dalın.