suskun şahit

Adorno, Minima Moralia'dan sesleniyor:
"On dokuzuncu yüzyılda Almanlar düşlerinin resmini yaptılar; sonuç her zaman sebzeydi. Fransızlarınsa bir sebze resmi yapmaları bile yetiyordu, ortaya çıkanın bir düş olması için."



Bazı müziklerin sadece var olmaları bile bir düş olmalarına yetiyor değil mi? Tıpkı bazı insanlar ve bazı sebzeler gibi.

teknonun yaşlılığı



Kulağına bu sayfalardan da aşina olduğunuz kadim dostun kotardığı bir belgesele müzik yapmakla şereflendirilmiş naçizane kulunuz, kısıtlı lakin kasvetli yapım sürecinde müziği "yapmanın" ne olduğuna dair kafa yorarken buluyor kendini. İster istemez.

Seneler evvelinden ne diyor üstad İlhan Mimaroğlu, "Sınırsızı Sınırlamak" adı verdiği monoloğunda :

"Birgünler, orta malı olmuş bir güldürü sözü vardı. "Bir çalgı çalar mısınız?" sorusu geçtiğinde kimi piyano derdi, kimi akordeon, kimi keman...Kimi de "gromofon çalarım ben!" diye karşılık verirdi.
Bugün, müzikle uğraştığını bildiğiniz, ağırbaşlı olduğuna güvendiğiniz, kimseyi güldürme çabasında olmayan kişilerden de bu yolda bir yanıt alabilirsiniz ne çaldığını sorduğunuzda."




Her ne kadar Edgard Varèse'lerden, John Cage'lerden bu yana bu "kaydedilmiş sesin reprodüksiyonunu yaratma" durumunun yirminci asırdaki elektronik müzik icracıları ve DJ'lere temel oluşturduğu savı biraz eskimiş de olsa, çok uzun yıllardır o sayfaları açmamış da olsak, bunun (mix hatta, remix diyelim mi?) etkileri türlü şekillerde sürüyor.

DJ'lerin son yıllarda işin gidişatına eskisi kadar etkisi yok; malum. Bu sitede neşredilen bir takım creme de la creme örneklere Detroit teknosunun içerisine dozunda iliştirdiği soul sosları ile Lee Curtiss'i de katmak mümkün. O kadar. Tekno yaşlanırken ne bir eksik, ne bir fazla.

Içimizden biri ya da diğeri



2 sene evvel Loefah’ın yeni plak şirketi Swamp81’dan haberdar olduğumda ilk releaselerinin Kryptic Minds’dan olacağını da duymuştum. Loefah, yeni plak şirketinden  bahseden röportajında, dubstepin içine düştüğü çamur yığınından ve bilindik isimler dışındakilerin sadece jump-uplarla haşır neşir olduklarından yakınıp, müziği iyicene sevimsiz, tekdüze hale getirdiklerinden bahsediyordu. Aynı röportajda, Kryptic Minds'ı bu çölde bir vaha gibi anlatıyordu. Pek değer vermemiştim bu övgülere, tamam dnb prodüksiyonları iyiydi, peki ya dubstep? Adamlar tüm kuşkularımı 2 releasele silip attı, Swamp81'dan çıkan 'One of Us' ve Skream’in Disfigured Dubz’ından çıkan Code 46. Arada çıkardıkları diğer 12”leri ve LPyi atlayıp yeni LPleri 'Can’t Sleep'e geçelim.

DnBden, technodan, trip-hoptan ve ambienttan aklınızda gelen güzel ne varsa, daha karanlık ve daha evil bir halde bu adamların yaptığı işlerde var. Beatler gecenin kör karanlığında şehrin arka sokaklarında gezinen bir araba gibi akıyor. Snareler, clapler her seferinde size nerede olduğunuzu hatırlatmak için oradalar. Dalgaya vakit yok, ciddi bir iş bu. Sub-bass, içinizde korkuyu sürdürmekle kalmıyor üstüne iyicene körüklüyor. 'Fade To Nothing’e geldiğinizde ferahlık tüm bedeninizi kaplıyor gibi gelebilir ama bu tamamen bir yanılsama, hala o sokaktasınız, hala aynı yoldasınız. 'Alone' ve 'No More No Less' kickle başat yürüyen subbassıyla zaman zaman Mala dublarını hatırlatıyor. Esas cezanız ise albümün sonunda 'The Fifth' ile kesiliyor; karşı durulamaz halfstep üstüne yedirilmiş sub-bas ve midrange oyunları. Son olarak şunu söyleyeyim, benim için son birkaç ayın en iyi albümlerinden.

Hepimiz elektriğiz, kimimiz biraz daha fazla

amon-tobin-isam

Hepimiz enerji pıtırcıkları değilmiyiz bu sonsuz boşlukta hızla seyrüsefer eden? Hani kimimizin ateşi biraz daha fazladır, kimimizin içten içe yanar. Bir nevi aura diyebilirmiyiz buna? Bu soyut kavramın çok başarılı bir şekilde somutlaştırılması ve bunu yaparken biraz da aklımızı alması, Amon Tobin'den geliyor ekranlara.

üçüncü ölmem bu hain


Ağıt, ağıt gibi mi olmalı yoksa o ağıdı muhtelif zamanlarda ağır ağır anımsayanlara, anımsadıkları tek "featuring"in Mos Def'le sınırlı olmadığını da mı göstermeli bilemedik. İki karpuz aynı koltuğa sığarken nereye oturacaklarını bilemeyenlerin mamaları da o karpuzlar oluyor şüphesiz...

Love is Evil

Love is Evil

Bir süre evvel Sputnick'in paylaştigi Slavoj Zizek'in "sevgi kötülüktür" namlı videosundan esinlenerek dün gece kaydetmiş olduğum son setimi burdan dinleyebilir ve indirebilirsiniz. Afiyetle...

[soundcloud width="100%" height="81" params="" url="http://api.soundcloud.com/tracks/19139836"]

dün taziye, yarın şenlik







dün öldü, yarın doğdu, ulus baker.

önce 9, sonra 8

Roman Ruhu (Gypsy Soul) from goongoo media on Vimeo.



Yıldırım Türker'in aylar evvel, devlet büyüklerimize verdiği cevap havsalamızda: Dört dörtlük Roman olmaz Başbakan, Roman dediğin 9/8'lik olur.

alametler



Çok alametler belirdi,
vakit tamamdır.
Haram, helal oldu
helal haramdır.
Kendi kendimizle yarışmaktayız gülüm.
Ya ölü yıldızlara götüreceğiz hayatı,
Ya da dünyamıza inecek ölüm.



Aslında sadece birkaç güvercin!

Kanada'dan seslenen Aaron Funk (nam-ı diğer Venetian Snares) gözlerden yaş, kulaklardan kan gelirken nasıl kahkahalar atılacağının demonstrasyonunu "Rossz Csillag Allat Szuletett" ile avuçlarımızın içine çiviliyor.

"Ketsarko Mozgalom" alametleri bize tek tek fısıldarken, "Oengyilkos Vasarnap" aslında onların ne kadar uzun müddettir göz önünde olduğunu patlatan bir cover (evet, orjinalinde olan fakat görünmeyeni uncover eden cinsten) olarak görünüyor. Telkin ve tedavi kısmına geçemeden tehdidi yeniden mi yorumlamalı, yoksa alametlere kulak mı vermeli...

zal saati






lilo

geçmiş olsun derken?




...Geçmişin ne olduğu ve her ne ise, onunla ilişkimizin nasıl yürütülebileceğine dair daha evvel de burada sıklıkla kulak oynattık gerçi...

Kişisel hatırata olan bir Stockholm Sendromu'nun söz konusu olduğu bünyelerde tezahür eden suskunluklar, ancak Prelude In E Minor gibi bir besteyi Jerry Mulligan gibi bir "ölçek"ten dinleyerek dizginlenebiliyor. Nick Hornby-vari bir sual geliyor akla albüm döndükçe: "Acaba iyi müzik dinleyicileri bir kavram olarak "geçmiş" ile tam olarak iyi geçinemeyen, ve buna bahane olarak da kendi hatıratlarını müzik üzerinden tuttuklarını ileri süren bir garip tebaa mıdır?"


Albüm, basıldığı 1963 yılında belki dehşet rüzgarlar estirmedi fakat, ne önemi var; hangimiz estirdik ki değil mi Gerry? Ne çok şey biliyoruz değil mi Gerry?

zambaklı tabut


don't die on the motorway.

lilo

ne olur iki kere iki dört etmesin!

"hayat yeniler bizleri"ye, ellerimizde vişnelerle amin!




lilo

bizden önce varolan yaralarımız









erkan oğur'dan ve alp ersönmez'den ayrı ayrı bahsettiğimiz vaki, şu naçiz sahifelerde. ikisinin bir araya geldikleri, bir de üstüne genco arı'nın nefaset timsali parmak hareketlerini ödünç aldıkları şu ezgi günlerdir çalıyor da çalıyor. alp bey'in 'yazısız' adlı albümünden geliyor: 'burada yaralı biri var'

yer, gök





Bir an için Rushdie'nin kalemini, romanın harikulade ismini, romanlardan yapılan filmleri, filmlerden yayılan film müziklerini, kulakları ruhlarına gözlerinden daha yakın olanların nezdinde bu müziklerin gittikçe filmleri silmesini, bazı işlerin hayatın bizatihi kendisine soundtrack olduğunun söylenmesinin üzerinden binlerce gün geçmesini, bazılarının bekaretlerini kulaklarından acıya acıya kaybetmelerini filan unutalım... Hatta bir an için bu satırların ağdalı ergenliğini de görmezden gelelim.

Bir an için U2'nun ne kadar antipatik bir varoluşu simgelediğini de unutmayı deneyelim. Olmaz mı?

Ezcümle, ne demişti Dosto Baba dehşetengiz uzun, kısa öyküsü "Beyaz Geceler"de: "Tanrım, bir anlık mutluluk! Ama bir ömür boyu sürecek gerçek mutluluk!... Yoksa ömrü boyunca, yalnızca bir an için, onun kalbine yakın olmak için mi yaratılmıştı?"


"Ada"dan sevgilerle...

Ada

Fazla söze ne hacet? Michaela ablamız aka "Ada" yeni albümü "Meine zarten Pfoten" ile diyeceğini demiş zaten...

[youtube http://www.youtube.com/watch?v=B3RT-HLK5Tc&w=480&h=349]

atame!








alıntıya gel:


"bağlıyım. bağlısın. bağlı.

….

bağlılığın kadim bir tartışma mevzuu olması; bunca çeşidinden, bunca uygulamasından başka, bir yerlerdeki eksikliğine bağlanmalı belki.

bağlayıcılığından, kalıcılığından, iptilasından başka; yeri doldurulabilirliğinden, yüzergezerliğinden, vazgeçilebilirliğinden dem vurmak elzem. içeriğinden ziyade, biçimiyse mühim olan; onu, bıraktığı, müsaade ettiği boşluğa sormalı. nerede arayacağım bağlanmanın biçimini, doldurduğu yeri? eksikliğinde; artık varolmadığı yerde değil mi?

belki, bağlanan öznenin bizatihi kendisine bakmalı: kim o? dahası, ne o? bağlılıklardan, bağımlılıklardan ibaret bir nesneler, özneler ağı içinde yaşadığım açık. kötü addedilen alışkanlıkların bağlayıcılığından tut, saplantılı ilişkilere; gündelik rutinlerden tut, rutinden firara dek onca uyuşmaz, bir araya gelmez şeye bağlıyım, bağımlıyım. hepsini istiyorum. öyle bir ağ ki bağlandığım yumak, gün günden daralan bir alan bırakıyor bana: ‘ben’ dediğim şey, bağlandığım ağın müsaade ettiği boşlukta deviniyor. belki de salt ondan ibaret. madem ki kendimi, bağlı olduklarımla tanımlar haldeyim, o zaman, yumak çözülünce kalan: boşluk.

boşluk olma fikrinin çekilmezliği, hürlüğün belirsizliği, dağılganlığı mi beni bağlanmaya sevkeden? ‘ben’i ‘öteki’ üzerinden kurmanın konforu, giderek, zorunluğu mu? ister düşkün bir iptila olsun, ister yüce bir siyasi adanma; ister gündelik meyiller, ister arzu diyalektiği: bilinmeze, değişkene; sürekli firar halinde, uzakta olana çapa atmaktan başka çare bulamamış olmam mı? ne?

demek ki kendime bağlı olmam namümkün: hep ‘öteki’ne bağlıyım. öteki de çeşit çeşit. muğlaklığımı ertelemem gerek. madem ki bağım sınırımdır; sınırlarımı müdafaa etmem gerek.

….

iptilamdan vazgeçmem; kendimden, senden, ondan vazgeçmem demek. ben sana, sen ona: bağlıyız, işte, külliyen, hep."

mütemadi narkolepsi





"Çünkü başka insanların ölümü en gizli mesleğidir hepimizin. Başka ölümler çeker bizi. Ve bazen başkaları ölümü çeker bizim için."