15tebir dort



Kafa corba. Itinayla dinleyiniz.

Corto Ramirez - 15tebir dort by corto

pes ses



"Abe bana ne zaman bir e-posta atsa, hazır yiyeceklerşe ilgili sloganları da kullanıyor. Hepsini bir yerde topladım. Liste şöyle:

Yeterli Park Alanı.
Müdürünüze sendikalaşmayı sorun... Yok, sormayın.
Kızartma hamuru kızartması: nefis.
Backlit Plexiglas Levhaları: Mükemmel BB silahı hedefleri
Kedi Maması: Bir Sonraki Seviye
Müşteriler Gereğinden Fazla Peçete Alıyor
E coli. Az Pişmiş Çöreklerde 157 Çeşit Bakteri Ürüyor.
Yaşlı Çalışanlara Kabadayılık Etmek Daha Kolay
Palyaçolardan herkes korkar."

Douglas Coupland, Mikroserfler, 1995.



Douglas Coupland, bazı müziklerde de vücut buldu tabi ki. The Cooper Temple Clause, sadece tek bir parça ile bir açıp bir kapatıyor işte.

cumartesi gecesi ateşi

5. Cadde ile 59. Sokak yakınlarında güçlü bir esinti San Domineco'nun tentelerini kaldırıyor. Barda loş bir ışık. Siyah bolero ceket giymiş bir barmen.
Amanda Graham. Sek martini, dört zeytinli. Kolsuz siyah elbise. Mikimoto incileri. Küçük mermer masanın karşısında Diedre. Manhattan. Buzsuz.

"Paulie er ya da geç öğrenecektir, Mandy."

Amanda içkisini yudumluyor.

"Nasıl?"

"Bir yolunu bulur."

Geçiştiren bir el sallama. 

"Müneccim değil ya."

"Ona benzer bir şey ama. Ve kimin için? Değer mi?"

"Piyano çalıyor. Güzel iş. Bleecker Sokağı'nda."

"Ben de bunu söylüyorum ya."

Amanda ilk zeytinden ufak bir ısırık alıyor. 

"Sence Paulie ne yapar?"

Diedre içkisini yudumluyor. 

"Seni öldürür."

Amanda'nın zeytin tanesi kristal bardağın içine düşüp votka ve vermutu dalgalandırıyor. Bleecker Sokağı'nın yumuşak ezgileri kaygı verici, uyumsuz bir tona bürünüyor.

"Sence gerçekten yapar mı?"

Yağmur, Thomas H. Cook, Manhattan Noir.



70'lerin sarı sıcak tonlarının, ahşap hoparlör süngeri kokusu ile "detective noir" romanlarının saman kağıdı kokusunun birleşiminden kaynaklandığı aşikar. İlk videoda kralı sunan sarışını kimileriniz tanımıştır; Kenny Rogers:


ahşap akşamüzeri masaları


Rai'nin sadece 90'lara ait gelip geçici bir aperatif olduğunu söylediler.  Emile emile kuruyan Kuzey Afrika'nın, dibi düşesice Fransa'daki tezahürüdür diyip, küçümsediler.  Avrupalı birkaç pop yıldızının bir iki albümüne döktüğü çöl baharatıdır; eceli yakındır dediler.

Sağolsun Raşid bunların hiç birine kulak asmadı, The Clash (En sıkı Ankara'lılardan biri Joe Strummer'a bin selam!) yadigarı Rock The Casbah'ı "Rock El Casbah" yaparak cool'luğun kitabını yazdı kitabını!  Öyle bir performanstan böyle bir klip de çıkınca Abidin'e sorulan mutluluk sualleri bile manasız kaldı.

Bir muhattaba, ahşap bir masada, akşamüzeri sükuneti eşliğinde sorulan ağdalı sual "sen mutluluğun resmini yapabilir misin?" olmamalı belki. "Şu arkada sonsuza kadar yürüyecekmiş gibi duran yaylıların hikayesini anlatsana?" olmalı.  Nokta:


sakla onu


"geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
bakınıp dururken duvarlara
boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar
gibi
yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik
kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata
alınmaya
kendimizi hazırlar gibi
yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar

denemeseniz de, bilirsiniz
hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar"


eskisi kadar


"Kapitalist üretim sistemi, ortaya çıkışından itibaren pek çok gelişme aşamasını geride bırakmıştır ve bırakmaktadır. Bu süreç içersinde kimi zaman ekonomik-politik nitelik sıçramaları yaşarken (emperyalizm gibi), kimi zaman da sadece üretimdeki iş örgütlenmesiyle ilgili aşamalar kaydedilmiştir. Elbette ki diyalektik gereği yaşamın her alanı arasındaki karşılıklı ilişkilenme, iş örgütlenmesi sistemiyle ilgili aşamalara da farklı alanlarda, kültürel, sanatsal, siyasal vb. boyutlar kazandırabilmiştir. Ya da tersinden bakarsak kapitalizmin gelişimindeki belli bir dönemin iş örgütlenmesindeki karşılığı, Fordizm olarak kavramlaşmıştır.

Fordizm kavramına isim babalığı da yapan A.B.D.’li otomotiv sanayicisi Henry Ford, aynı zamanda “üretim bandı” tekniğinin mucididir. Bu teknikle birlikte üretim süreci, doğrusal bir hat üzerinde parçaların sırayla bir araya getirilip monte edildiği bir iş organizasyonu ekseninde örgütlenmiştir. Daha öncesinde tam bir karmaşanın hakim olduğu üretim ve montaj aşamaları, böylelikle üretimi, üretim hızını en üst seviyeye çıkaracak biçimde organize edilmiştir. Bu sayede daha gerçekçi bir üretim planlaması yapılabilmiş, işgücünden de önemli ölçüde tasarruf sağlanabilmiştir.

Ancak bugün fordizm olarak anılan sistem, sadece üretim bandından ibaret değildir. Bant sistemini da kapsayan, seri üretime ait tüm gelişme ve yenilikler, bir bütün olarak fordist sistemi oluşturur. Yine sistemin kurucusu olan Henry Ford, tüm üretimini tek bir modelde (T Modeli) yoğunlaştırmıştır. Böylece geniş ölçekte, tek bir modelin çok ve hızlı üretimiyle bir standardizasyona gidilirken, üretilen otomobilin daha ucuza satılabilmesinin de yolu açılmıştır. Bu tek ve basit modele kafayı öylesine takmıştır ki Henry Ford, artık demode olduğunda bile uzunca bir dönem kendisine köşeyi döndüren bu modelin üretiminde ısrar etmiştir.

Fordist iş örgütlenmesi, büyük çaplı fabrikalarda, üretimin her aşamasının aynı fabrika kompleksi içinde gerçekleştiği, çok sayıda işçinin aynı fabrikada toplandığı, üretimin tek, ya da birkaç modelin çok ve basitleştirilmiş üretimine odaklandığı, üretimin her aşamasında standardizasyonun temel ilke olduğu ve tüm üretim sürecinin üretim bandı üzerinde yoğunlaştığı, ona göre organize olduğu bir üretim sistemidir. Fordist üretimde üretim bandının hızı, üzerinde en fazla yoğunlaşılan temel unsurdur. Bu hız arttıkça verim yükselecek, birim zamanda imâl edilen ürün sayısı artacak, böylece ucuzlayacak; bu arada daha az işçiye gereksinim duyulacaktır. Gerek rekabet edebilmek, gerekse de bir işçiden daha fazla artı-değer sağlayabilmek için tüm dikkat, üretim bandının hızlandırılmasına yoğunlaştırılır. Böylece maliyet azaltılırken, sömürü artırılacaktır.

Fordizm, üretimin örgütlenmesi yönüyle kapitalizm öncesi üretim biçimlerinin reddidir, anti-tezidir. Kapitalizmden önce, tüm üretim alanlarında kişinin yeteneği, becerisi belirleyiciydi. Özellikle zanaatçılıkta, üretimin tüm aşamalarında tek bir usta söz sahibiydi ve ürün, başından sonuna kadar onun elinden çıkıyordu. Her bir ürün, tek tek üretiliyordu. Aynı anda birden fazla ürünün üretilmesi sözkonusu değildi. Bırakalım standart olmayı, her bir ustanın ürününün kendine özgü olması, neredeyse bir kuraldı. Böylelikle ustalar, yaptıkları işe bir anlamıyla imzalarını atıyorlardı.

Kapitalizm ise, bireylerin değil, sınıfın üretimine dayanır. Kapitalizmle ortaya çıkan üretimin toplumsal niteliği de kendini bu noktada gösterir. Kapitalizm öncesi ekonomi biçimlerinde tek tek her bir kölenin ya da serfin üretimlerinin toplamı, toplam ekonomiyi oluşturabilir. Yani tek tek her bir ezilenin üretimi, varolan üretim sisteminin bir modelini oluşturabilir. Ama kapitalist üretim, tek bir işçiye indirgenebilecek, onun üretimiyle açıklanabilecek birşey değildir. Kapitalist üretimde işçilerin yaptığı üretim toplumsaldır. Yani aynı anda birçok işçinin emek-gücünün örgütlü-koordineli hareketi sözkonusudur. Bir fabrikada tornacısından montajcısına, teknik ressamından elektrikçisine, depo hamalından dökümcüsüne, muhasebecisinden temizlikçisine kadar tüm işçilerin aynı anda ve işbölümü temelinde çalışması olmaksızın fabrikanın çalışmasından, üretmesinden sözedilemez. Tek tek her işçi, yaptığı iş ne kadar önemli olursa olsun, sistem açısından belirleyici değildir. İşçiler ancak sınıf olarak, sınıf olabildikleri -o bilinci edinebildikleri- ölçüde kapitalist sistem içersinde belirleyici hale gelirler ve süreci politik sonuçlarına vardırabildikleri oranda da iktidara yaklaşırlar ve onu elde ederler. Eğilim olarak kapitalizm, üretimi basitleştirerek kalifiye işçi ihtiyacını azaltır. Böylece daha düşük ücretle işçi çalıştırabileceği gibi işçiye olan bağımlılığını da azaltmış olur. Geçmiş zanaatçılık üretiminde üreticinin ustalığı en önemli etken iken, kapitalizmde bunun önemi giderek azaltılır ve zaman içersinde sıfırlanır. Kapitalizmin bu yönelimine en iyi karşılığı fordist iş örgütlenmesi vermiştir ve böylece tüm işlevi bir cıvatayı sıkmaya, vb. indirgenen işçi, makinenin bir parçası haline gelirken yaptığı iş hiçbir eğitim, beceri vb. gerektirmemektedir.

Kapitalizm öncesi üretimin bir diğer özelliği de dağınıklığıdır. Her bir sektör ayrı bir yerde yoğunlaşmıştır ve bu nedenle bir üretim merkezinden sözedebilmenin olanağı yoktur. Lonca sistemi tarafından kesin sınırlarla faaliyet alanları belirlenmiş olan zanaatçılar, asla başka bir zanaat kolunda faaliyet gösteremezler, üretim yapamazlar. Oysa kapitalist üretimin fordist modelinde tüm hammaddelerin toplandığı bir fabrikada o ürün için ne gerekliyse hepsi birden üretilir. Ahşaptan yapılmış bir at arabasını marangoza yaptıran birisi, atın koşum takımlarını, dizginleri sayacıdan alırken, arabanın tekerleklerine geçirilecek demiri de demirciye yaptırmak zorundaydı. Oysa fordist üretim tarzında bir ürün, a’dan z’ye tek bir fabrikada üretilir; Fordizmde merkezileşme esastır.

Zanaatçılıkta az sayıda, üzerinde yoğunlaşılmış ürünler ortaya konurken, kapitalizmde çok sayıda, seri, biri diğerinden hiçbir açıdan farklı olmayan ürünler üretilir. Bunun bir yansıması da estetik alanındadır. Zanaatçılık döneminde bir ustanın tüm hünerinin üzerinde cisimleştiği ürünler alabildiğine süslü, nakış gibi işlenmiş ve en makbulü en fazla el emeği içereni iken, kapitalist üretimde tekil ustalardan değil, kitlesel üretim yapan işçilerden olabildiğince daha çok verim almaya çalışan patronlar için üretim ne kadar basit olursa o kadar hızlı ve ucuz olur; Bu yüzden en makbul ürünler alabildiğine sade, düz hatlı ve el emeğinden çok makine üretimine dayalı olmaktadır. Böylece otomobilden binalara, sokak lambasından radyoya kadar tüm ürünler giderek daha sade biçimli, basit yapılı üretilegelmiştir.
Kapitalizmle birlikte feodalizmin reddiyesi temelinde üretimin yeniden örgütlenmesi, fordizmde en uç noktasına varmıştır. Fordist iş örgütlenmesinde işkolları arasında kesin ayrım çizgileri çekilmiştir. Bu tarz bir işbölümü, had safhadaki bir yabancılaşmayı da beraberinde getirmiştir. 

Üretim bandındaki bir işçinin tek bir işlevi vardır: Önünden hızla akıp gitmekte olan nesnelerde tek yönlü olarak, tek bir değişiklik yapmak. İşçinin düşünsel olarak yapabileceklerinin, onun insani anlamdaki diğer üretici kapasitesinin fordist iş örgütlenmesi açısından hiçbir önemi yoktur. O, üretim sürecinde diğer tüm insani özelliklerinden, niteliklerinden soyutlanmıştır. Deyim yerindeyse sadece tek bir işi yapan bir makineye, bir robota indirgenmiştir. Fordist anlayışa uygun olarak geliştirilen ve adına “iş ekonomisi” ya da “endüstri mühendisliği” denen bilim dalları, patronların isteğine bağlı olarak bu “makineyi” en verimli, en hızlı çalıştırabilmenin yollarını araştırır. Bir dönemin sosyalizm uygulamalarında da bu olgunun tüm yönleriyle bilince çıkarılamamasından kaynaklı olarak fordizme benzer üretim organizasyonlarına rastlanılabilmiştir. Revizyonist bloğun yaşadığı, sonrasında onu çöküşe götürecek olan iç krizde, belirleyici olmasa da bu tür olguların da etkisi vardır. Altın çağını ‘60-’70’li yıllarda yaşayan Fordizm, sonrasında üretim örgütlenişi olarak ağırlığını yitirmiş, yerini özünde kendisinin daha farklı bir biçimi olan yeni üretim tarzlarına bırakmıştır."


Tabi ki kimseden ikinci bir "Tundra" vakası bekleyecek durumumuz yok. Yine de Squarepusher, halen oralarda bir yerlerde olduğunu "Ufabulum" diye fısıldadı, bir ufak hatırlatma babında.

Lakin, Fordist bir üretim bandının henüz başlarında, vücudumuzun çeperine yakan bir soğuklukta lazer kesimler yapan sevgili Tom Jenkinson, söz konusu bandın ortalarının da aslında başlarından pek farkı olmadığını "Tundra" diye fısıldamaya devam etmiyor mu?