berlin'in "reich"le-i tedrisatı

Minimal tekno, minimal house, deep house, click house,glitch, microhouse ve bunun gibi türlerin salt "biraz mürekkep yalamış dans müziği" kategorisine sokulmasının haksızlık olduğunu düşünerek geçti son bir iki gün kadirşinas mama takipçileri. Bilhassa Berlin menşeili bu "yükte hafif pahada ağır işler"in(minimal'ın tanımı olsun bu) her zaman illa da "dans" etmek veya salınmak için olmadığını iyi ses sistemlerinde doğru ekolayzır ve volume ayarları ile hissetmek mümkün. Elektronik müziğin birçok türevinde olduğu gibi bu işlerde de minimal tekno, bulunduğunuz mekana ayrı bir dekorasyon yapıştırıverip , bulunduğunuz zamanda da belirgin kırılmalara neden oluyor. Bir nevi şahsına münhasır bir ambient yaratmakta oldukça yetili olan janrı, Berlin'in hip underground kulüplerinde geceyarıları plakların başına geçen hikaye anlatıcılarından takip etmek naçizane tavsiyemiz.
watergate
Söz konusu kulüpler arasında nehir kıyısındaki Watergate son dönemde olayın başatlarından sayılmakta. Uluslararası bir şöhrete çoktan kavuşmuş mekan, salt bir janrın kalbi olan şehirde yaşamını sürdürmekle kalmıyor, bünyesindeki resident DJ'lerin yaptığı setleri de plaklaştırıp işi büyütüyor son iki senedir. Şu ana kadar kronoljik sıra ile Onur Özer, Sascha Funke ve Konrad Black gibi isimlerin setlerini basan şirket bu güzellemeleri devam ettirecek gibi görünüyor. Bir kez daha ana akım teknonun berbatlığını, Berlin'in "mürekkebi ziyadesiyle yalamış" underground minimal teknosu ile gideriyoruz. Salt volume'ü yüksek gece dansları için değil , günün her saati için bir ambient olarak servis ediyoruz. Derdimiz de bu. Watergate serilerini yakinen takibe devam, mis gibi kapak tasarımları için de Matthias'a selam...
Watergate Image #7Watergate Image #2Watergate Image #5

sürülmüş güneş kremi kokusu ve boşalmış mojito bardakları

00-quantic_and_his_combo_barbaro-tradition_in_transition-(trudd190)-2009-shanky
Quantic boş durmuyor , boş durmadıkça bize "e hadi artık sürüşmeye başlayın güneş kremlerini..." diyor. Şaka bir yana (ne demekse, hangi yanaysa?) son yıllarda nefret edilesi yaz mevsimini bu kadar estetize edebilen daha iyi bir kayıt duymamıştık. Klasik latin havalarının gereğinden fazla kalabalık, yorucu, ruhsuz tekrarlara dayananan sıcak sakilliği bu kadar modernize edilip güzelleştirilebilirdi , onu da yapsa yapsa tabi ki Quantic yapardı. Sevgili Holland , zaten birkaç senedir sadece DJ masasının arkasında harikalar yaratmakla yetinmiyor , durmadan gezip tozup, kah Spanky Wilson gibi unutulmuş olduğu kadar "cool" soul solistlerini tozlu plaklardan tekrar günlük hayatımıza sokuyor , kah masanın etrafından dolaşıp bir davulun ya da trompetin başına geçip kurduğu canlı gruplara eşlik ediyor. 2009 senesi için de liderliğini yaptığı yeni toplaşka Combo Barbaro ile beraber bardaklarda buz olmaya devam eden Quantic, bu canlı kayıt işini olabildiğince "olgunlaştırmış" , işin kıvamını iyiden iyiye çözmüş görünüyor. Bu havalarda mama, beklentileri boşa çıkarmıyor : Quantic And His Combo Bárbaro 'yu getiriyor , Tradition In Transition , daha plakçılara düşmeden buzdolabındaki yerini alıyor...

jean saul partre

buyrun, karısını alıp tatile çıkan çapkın filozofa başlıktaki adı takan boris vian'ın sesini dinleyin!

boris_vian11

bu arada, yengeyi esefle kınıyoruz, zira kime sorsanız (simone de beauvoir dışında) ikisinden boris olanını seçer. zaten tatilde de hayır etmemiş, "çalışacam" deyip kitabın başına oturmuş hafız.

metropolitain

henüz görmek kısmet olmadı a, okulda bahsi çok geçmiştir: hector guimard'ın evvelsi yüzyılın sonunda, geçen yüzyılın başında art nouveau nam stilde tabiattan mülhem tasarlayıp cuk oturttuğu metro giriş merdivenleri, kapıları hayranlığımızı kazanmıştır hep. kenti daha makul kılmak, güzelleştirmek fikri, aslında, hiç hoşumuza gitmez: rezil olan rezil kalmalı, öyle görünmeli, cilalanmamalı, giderek bıktırmalı, püskürtmelidir ki insanlar kurtulsun.. kentsel mobilya tasarımına ilişkin naçizane cinai fikirlerimizi bir kenara bırakalım da kentin doğurduğu en güzel şeylerden birini, kent müziğini konuşalım. hatta konuşmayalım, dinleyelim.


0000197580_350

emmanuel santarromana'nın metropolitain albümünün kapağında yukarıda bahsi geçen metro girişlerini görüyoruz. albümde de metroya inip paris'in pluralité'si ile karşılaşıyoruz. şehre kulak verip kim varsa dinlemiş, üzerine sesleri, ezgileri dizmiş üstad.

yeni bir buluş değil bu, hayli vakit olmuş albüm çıkalı, ne ki sabah sabah listemizin shuffle'ında müthiş opera'yla karşılaşınca, yazmadan edemedik.

p.s. paris deyince, kent müziği deyince, la haine'da koca speaker'ları cama dayayıp ellerini ovuşturup edith piaf eşliğinde vinil marifetiyle polise kalayı basan kenar mahalleli dj'i es geçmek mümkün mü, a dostlar? bu da celalettin cerrah'a valilik hediyesi olsun osmaniye sokaklarından doğru :)

azıcık Benga sür, geçer...

benga
Sadece kapalı mekanlardaki ses sistemlerinin mükemmelliği ile ilgilenen odyofillerden değilseniz , dışarda yürür,koşar,bisiklete biner, metroda ivmesini hisseder, otobüsle gider,uçaktan aşağı bakar iken de iyi bir kulaklıkla müziği deneyimlemek ve hissiyatının dönüşümünü algılamak isteyenlerdenseniz , bizdensiniz. Hani Miles'ın dünyada sadece iki tür müzik olduğunu iddia etmesi gibi : İyi müzik , kötü müzik. Ya o , ya bu.
CS330159-01A-BIG
Benga son 4-5 senedir , ne gariptir ki bilhassa taşınabilir müzikçalarlarınız için gezegenin en makul seslerini diziyor. Dubstep'in rüzgarının ilk esmeye başladığı 2004-2005'lerde adı en sık duyulan isimlerden birisiydi şüphesiz. Şu sıralar biraz daha yeraltında , biraz daha yakın. Hani o güzeller güzeli Leftfield vardı ya , hani her fırsatta saygıdan başımız önde el pençe divan durduğumuz , Diary Of An Afro Warrior albümünü dinlerken bizdeki o saygıdan çok daha fazlasını Benga'nın gösterdiğini anlıyoruz "mighty" Leftfield'a...

Benga. Tuğlalı bir duvar dibinde gecenin bir vakti asık suratlarla yanyana fotoğraf çektireceğiniz tek adam!

Seni aldatmadım, öyle bir şey yok, olmadı.

ThomYorke-TheEraser

Please excuse me but I got to ask,
Are you only being nice
Because you want something?

şen ola düğün!

düğünler hayli tuhaf 'gathering'ler. kız tarafının, oğlan tarafının, her iki tarafı da tanıyan 'ikili oynayanlar'ın, hiç bir tarafı tanımadığı halde partnerinin peşine takılıp oraya gelmek durumunda olanların toplaştığı, tarafların gizli gizli yahut açıktan birbirini tarttığı, memnuniyetsizlere pek çok malzeme sunabilecek türlü aksaklık ve sakilliğin kuvvetle muhtemel vuku bulduğu sazlı sözlü, içkili pastalı kıprışmalar silsilesi..

hayli eğlenceli bir düğüne iştirak ettim; yanlış anlaşılmasın. tabii ki absürditeden kaçış yoktu: pek sevgili gelin hanım ve damat bey nikah masasına ilerlerkenki müzik, örneğin, hayli 'victorious' bir kafa yapıyordu. keza, şahane bir terasta verilen yemekte de cevdet nam bir çılgın şarkıcı, detone ötesi çığırtganlığıyla insanları kah kolbastıya kah harmandalıya, oradan sezensi hüzünlemecelere, giderek hızlanan halaylara filan davet ediyor, davet etmek de ne, çekiştiriyordu.


dugun


patlayan baslar, kötü mikrofonlarla farklılaşmış keman sesleri, synth'e kayıtlı cızır cızır ziller, davullar, per total kalabalık bir uğultuya, kollektif bir iniltiye dönüşen bir şey değil de nedir, düğün sound'u?

ikinci defa: yanlış anlaşılmasın! bu sound'a gıcık olduğumdan değil, bunun da bir estetiği olduğu için yazıyorum bu fakir satırları. bedük'ün düğünlü videosunu hatırlayalım: videoda pembeye çalan dolgun renklerin, hayli baskın noise'un, ses kaydındaki boktanlığın 80-90'lara dair bir şey olduğuna kani isek, düğün sound'unun da farklı bir estetik deneyim olduğunu kabul etmemiz gerek. tıpkı pavyon sound'u gibi.

daha önce mecmuamızda arabesk'e ilişkin yazıldı çizildi. fairuz derin bulut & ali tekintüre işbirliği gibi, müslüm gürses'in inauthentique albümleri gibi pop konulara değinmişliğimiz var. ne var ki bu damarın bağlandığı daha derin, sığası yüksek bir dip suyu var: cengiz kurdoğlu, arif susam gibi pavyon synth'cilerinin albümlerinin yok sattığı bir çocukluk anımsıyorum. bir taraftan da pavyon müziği denebilecek sound'u hayli melezleştirmiş örnekler var. cengiz coşkuner nam zat-ı muhterem'i anımsıyorum: hayli türki bıyık ile elvis'in son zamanlarındaki saçlarını gülcemalinde birleştirip bembeyaz fender'iyle bizi kaset kapaklarından içeri davet eden o tuhaf adam (evet, hatırlayanlar için, hüner coşkuner'in ağabeyi olmalı) .

ve bir de geçenlerde öte yana göçmüş biri: adanalı santana kurtuluş türkgüven. ankaralı her gencin gece yarılarında tuhaf bir hayranlıkla ve gıcıklıkla izlediği süleyman bağcıoğlu'na pek benzeyen bu gitaristi en iyi yansıtanlardan biri olmasa da fikir vermesi ve açılışı yapması için şu videoyu önerip çekileyim. pavyon sound'una radikal bir uçtan eklenebilecek erken örneklerini aramak da meraklısına düşsün.

p.s. k.t.'den bahseden ş.ye pek çok teşekkür.

Drum'n'Bass nereye?

Alttaki videoda gönlümüzün kraliçesinin derdini anlatırken "modern dokunuş"lardan ve drum'n'bass'ten dem vurmasından sonra , bir "drum'n'bass nerelerdeydi, neler oldu da nerelere geldi..." fırtınası bizi sardı saygıdeğer mamacillolar. 1990'lı yılların ilk yarısından itibaren başlayan janr , o yıllarda şüphesiz muhafazakar dinleyiciler tarafından en çok sataşılan janrlardan biri oldu. "Garage'larda 3-5 kişilik veletlerin kendin-çal-kendin-dinle düsturu ile saçmaladıkları bir tür bişeyler işte" olduğuna uzun müddet herkesi inandırmaya çalıştılar lakin , olaylar çok farklı gelişti malumunuz. Drum'n'Bass yıllar içinde, o yeraltı hangarlarından çıkıp, onlarca kola ayrılıp , milyonlarca kulağı zehirledi. Ana akım listeleri zehirlemezden evvel , dünya müziği ile sevişip , bu sevişmeden olan oğlan çocuğunu da dünya müziği haline getirdi.
Drum'n'Bass, Dub , Garage , Dubstep, Breaks gibi şeyler deyince söz konusu işlerin başatlığını yapan bir iki memleket gelir akla ilk etapta lakin size İspanya desem? Evet evet yanlış okumadınız ,bugünkü konuğumuz güzel İspanya'dan DJ Filastine. Muhteremi size anlatmak zor , en iyisi "kimim ben?" sualini kendi ağzından cevaplasın bizlere : " i am a specialist in counter-hegemonic brown sound, world's only luddite laptopist, on a mission to jam their signal with my noise..." Diyecek tek şey var : Vay arkadaş!
filastine.jpg
Filastine 2000'lı yılların başlarından itibaren öncelikle bazı lokal yeraltı toplamalarında kendisini göstermeye başlar. Giderek işlerini verdiği toplamalar lokalliklerini yitirip, tüm Avrupa'da isminin duyulmasına vesile olurlar. 2006 yılında Soot Records etiketi ile yayınlanan debutu "Burn It" ile etrafı iyiden iyiye yakmaya başlayan Filastine , bu sene ikinci albümü Dirty Bomb 'u da raflara bırakıverir.
Filastine - Burn It.jpgFilastine - Dirty Bomb.jpg
Plakların her ikisininde de dikkatimizi çeken ilk şey , birçok parçada Filastine'in müziğe "konuklar" davet ettiği oldu. Yalnız bu davetler alışkın olduğumuz featuring'ler gibi sadece "bi uğrayıp kaçarak" işi soğutmaktan ziyade daha da bir ısıtıyor. Kendileri de salt misafir olmaktansa işin içine-derinine girdiklerinden, mevzudan son derece haberdar görünüyor ve yapılması gerekeni yapıyorlar sadece. Filastine'in kafasından ise nasıl görüntüler geçtiğini hala anlamaya , görmeye , hissetmeye çalışıyoruz.

Yazının bir yerlerinde dem vurmuştuk sanırım "muhafazakar müzik dinleyici"lerinden , hani neredeyse (on)yıllardır pelesenk ettikleri laf vardır ya "..bilmiyorum , bu müzik çok ...soğuk?..yani.." İlk başlarda buna tevazuyla yaklaşıp yıllar geçtikçe derdi anlatmaktan dil epilasyonuna uğramış mamacılar için geliyor Filastine ; soğuğu mu kaldı artık yahu , adam her yeri yakıyor , gerçek bir İspanyol gibi!
Olabildiğince sıcak ve acılı servis ediniz.

ya allah, ya bismillah...

1 Ağustos gecesi , Babylon Alaçatı'da kucaklarımız da kulaklarımız gibi apaçık olacak.





Söylenecek ne olabilir ki şundan başka : "Kurban olurum!"

Haydi Kızlar Ghetto'lara...

_cdcover
Ne zaman Ghetto'lardaki hissiyat şehir merkezlerinden fersah fersah ileri gitti dense , işte o an akla Hip Hop da gelmemeli mi sevgili mama fetişistleri? Artık can sıkan bir temcit gitarı kıvamına gelen "Punk tavrı ve tarihi" konulu yazılar gibi , biz de burada sizlerin önüne Hip Hop'un arka sokaklardaki pikaplarda dönen maceralarını , Afrika Bambaata'ları , Spoken word'leri filan bir kez daha koymayacağız. Lakin meramımız beyazların da uzun bir müddettir zıplayabildiği! Yeraltındaki "beyaz" DJ/Prodüktör ve MC'ler uzun süredir kayda değer işler çıkarmakta iken bu işlerin en sert yumruklarından birini 2003 yılında Maker vurmuştu bile.
pic_maker
İşi salt hip hop'ta bıraksa yine iyi , ne arasak buluyoruz abide , downtempo ise güzeli , trip hop ise kıvamı , soul ise bedenden ayrılmamışı hep burada. "Beyaz" dediğimize bakmayın tabi ki , işin her yerinden güvenebileceğimiz bir siyah "groove" akmakta. Hip Hop ana akımdaki çirkinliğini , yeraltı samimiyeti ve groove'u ile dengelemekte. Hangi kıtada olursanız olun kulak kesilmenizde fayda görüyoruz. "Abandon All Cargo" eşiliğinde kafalarımızın hafif salınımında huzuru buluyoruz.

n.ye notlar...

pek kadirşinas, pek 'haklara saygılı' mecmuamıza bir tekzip geldi. kendi ağzımızın süzgecinden geçirerek de olsa yayınlamamak, ilkelerimize aykırı davranmak olmaz mı? (aslında olmaz da, n. memnun olsun, tek dileğimiz bu)..

şubat 2009'da kültür pazarı (adorno ve horkheimer değil, radyodtü) başlıklı girimizde, ailemizin çellisti pek gıymatlı n.yi, brahms'ın piyano viyolonsel sonatının ilk kısmını (ki favorimizdir) 'oryantel' bulmakla suçlamışız. halbuki o, onu, sadece 'arabesque' bulmuş idi :)


07


eh, madem bu kadar muhabbeti oldu, o zaman dönüp, istanbul pre-modern yazımızda gönderme yaptığımız last boat from halki / heybeli’den son vapur albümünde 4. track'i teşkil eden çello taksimini dinleyelim de bir çello nasıl arabi bir güzelliği kat edermiş görelim...

(ama, n. de dinlesin ha..)

izlanda'nın güllerinden...

emiliana torrini (davíðsdóttir) istanbul nam şehiririsine gelecek ve lakin biz muhtemelen orada olamayacağız. yani, kimilerimiz orada olacak da, hepimiz değil.. amaaan, işte..

i52bn9


ne gam! buyrun buradan yakın, izlanda'nın daha akıllı uslu cicilerinden birini, başkalarının tune'ları ile soslanmış halde tadın.

Günün İlk Albümü, Günün İlk Şarkısı...

Hayatımızın soundtrack'lerini dizerken en mühim kısımlardan biri de sabahları , o güne başlamak için seçilen ilk albümler değil mi sevgili mama takipçileri? O albümün günün geri kalan kısmının nasıl geçeceğini belirlemekte önemli yeri olduğunu düşünenler için bugün kulunuzun güne başladığı uzunçaları sunmakta hiç imtina etmiyoruz. Stephen Marley , soyadının rahatlıkla getirebileceği rahatlığı ve tembelliği bu albümün prodüksiyonu sırasında göstermemiş neyse ki. "Babasının mirası" geyiklerine hiç girmeden pek kırılgan olduğu kadar pek profesyonel ve kıvamlı bir iş çıkarmış. Kullanılan sample'lardan , beat'lerden , vokallerden , düzenlemelerden ve tabi ki ruhtan çıkardığımız, Stephen'ın bu albümdeki featuring'lere ( Mos Def , Damian Marley , Ben Harper , vs..) çok daha ciddi bir katkı yapıp bir sonraki albümünün prodüktör koltuğuna mesela DJ Shadow'u oturtması gerektiği oldu. Evet evet , DJ Shadow Stephen Marley elele , nice tuhaf sabahlara...
16486_01_Booklet.qxd

E iyi güzel de Stephen , bunun bir de akustik versiyonlarını kaydetsen ne iyi olurdu diyen obezlerimiz için de birşeyler düşündük :
stephen%20marley
Gitmeden geçemeyeceğiz : "You're Gonna Leave" , son yıllarda dinlediğimiz en "groovy" ağıt değil de nedir ki? Hayatta herhangi birşey "groovy" olmamalı da ne olmalı?

Sputnik.

barber

adagio for strings op. 11