her darbeye katlanmamalı insan, tanrı kimi yakalamışsa, derim ki, o batmalı.
hayat planı
Şef:
lilo
on 16 Ağustos 2011
/
Comments: (0)
sessiz bir evden gönderir tanrılar çoğun
geçici olarak, yabancılara sevdiklerini
soylu resmi hatırlayarak
arrivederci!
Şef:
lilo
/
Comments: (0)
nedir bu,
eski mutluluk kıyılarda
beni esir eden, ki onları
kendi vatanımdan çok seviyorum
çünkü tanrısal bir
esarete satılmış gibiyim
apollo'nun gittiği yerde
eski mutluluk kıyılarda
beni esir eden, ki onları
kendi vatanımdan çok seviyorum
çünkü tanrısal bir
esarete satılmış gibiyim
apollo'nun gittiği yerde
denizdeki kanepe
Şef:
sputnick
/
Comments: (0)
Sadece güneşli günlerin akşamlarının üzerleri "Tanrım! Bu bir delilik!" demekten uzaklaşılır. Bu yüzden mi akşam üzerleri günün en çabuk geçen anlarıdır?
Senegal'de de durum böyle ki, Les Freres Guisse albümün adını da şarkının adı olarak düşünmüş. Dikkate şayan plak şirketi K7'de bu deliliği atlamamış.
Senegal'de de durum böyle ki, Les Freres Guisse albümün adını da şarkının adı olarak düşünmüş. Dikkate şayan plak şirketi K7'de bu deliliği atlamamış.
suretteki delilik
Şef:
sputnick
on 12 Ağustos 2011
/
Comments: (0)

"Tanrı, içimde vaktiyle olmuş, şimdi olan ve sonra olacak olan o kadar korkunç bir şeyin korkusudur ki, her ne pahasına olursa olsun, bunun vaktiyle olmuş olduğunu, şimdi olduğunu ya da sonra olacağını yadsıdığımı var gücümle yadsıyarak haykırmam gerekirdi. Ama yalan söyleyeceğim."
Müziğin meczuplaştığı noktaları, kendi kısıtlı dimağımızla tabi, okumaya başladıkça aslında kulağın bu meczubiyete ne kadar yakın bir organ olduğunu daha iyi anlıyoruz. Estetiğin diğer yaratılarının sıklıkla afaroz ettiği kulak, ruha kuş uçumu en "direk" yol olduğunu her seferinde bizi kündeye getirerek söylüyor değil mi?
Ne demişler? Gitarcı Omar A. Rodriguez-Lopez'in, yanına Cedric Bixler Zavala'yı da alarak oluşturduğu The Mars Volta, kulaklara Progresif Rock'tan Saykodelike, Avant-Garde'dan Salsa'ya, Latin Jazz'dan Funk'a, Post-Hardcore'dan vs....vs....
yanan baruta körükle ateş etmek
Şef:
sputnick
/
Comments: (0)
Daha evvel çeşitli mevzularda dile getirdiğimiz karın ağrılarından biriydi: "Oryantalizmin, şarkiyatçılığın en fenası içe doğru patlayan (duhül eden diyelim) versiyonudur" lafı. Yani hali hazırda "şark"ta iken olduğu yere sanki garptaymış gibi bakmak, bir üst basamaktan oryantalizmin en ucuz turizmini yapmak idi kasıt. Bu duruş, birçok yerde olduğu gibi müzikte de birçok kişiyi ihya etti; etmeye devam ediyor.
Her neyse, konu o değil. Peki ya "yıkım"ın içe doğru patlayanına ne demeli? Kişisel tarihimizdeki belki de ilk dekonstrüksyonu yapan şey değil midir Nirvana? Sahi, wordpress köyünden bile kovulan şu naçiz günlükte neden Nirvana yok? Ha?
1980'lerin sonlarından, 90'ların ortalarına bile varamayan o kısa sürede Nirvana'nın basit bir teenage-angst vaziyetinden çok daha fazlası olduğu gerçeği, sadece o tarihlerin bizim teenage'liğimize denk gelmesiyle açıklanabilecek kadar basit midir? Yere batasıca rock tarihçileri ve eleştirmenlerinin dediği gibi Nirvana, Sex Pistols-Killing Joke hatta The Pixies'in uzantısı mıdır? Sahi rock tarihi ilahlaştırmaya (ilah endüstrisi de silah kadar öldürücü değil midir?) neden bu kadar meyyaldir? Nirvana sadece kulaklıklarla veya hoperlörlerle okunabilir mi? Son iki soru birbiriyle çelişir mi? Çelişse umrunuzda olur mu?
Her neyse, konu o da değil. Peki ya tüm araçları ile "endüstri" içine girmiş müzik ne derece derman olabilir? Halil Turhanlı'nın vaktiyle dediği gibi "herkesin bir şekilde kabul edip müzik marketlerdeki raflara koyduğu bir alt kültür ne boka yarar?"
Ağır bir çürüyüşün, seçilen birinin gözü önünde olmasıyla yüz binlerce kişinin gözü önünde olması arasında ne fark vardır? Kitabın aksine, artık "seçilmiş" olanlar o çürüyüşe tanık olmaları için mi seçilir hale geldi? Bu ilah endüstrisi yüzünden mi insanlar, geride bıraktıklarına kendilerinin hatırladığından daha fazla anı bırakmaya başladı?
Neyse, konu o değil.
Her neyse, konu o değil. Peki ya "yıkım"ın içe doğru patlayanına ne demeli? Kişisel tarihimizdeki belki de ilk dekonstrüksyonu yapan şey değil midir Nirvana? Sahi, wordpress köyünden bile kovulan şu naçiz günlükte neden Nirvana yok? Ha?
1980'lerin sonlarından, 90'ların ortalarına bile varamayan o kısa sürede Nirvana'nın basit bir teenage-angst vaziyetinden çok daha fazlası olduğu gerçeği, sadece o tarihlerin bizim teenage'liğimize denk gelmesiyle açıklanabilecek kadar basit midir? Yere batasıca rock tarihçileri ve eleştirmenlerinin dediği gibi Nirvana, Sex Pistols-Killing Joke hatta The Pixies'in uzantısı mıdır? Sahi rock tarihi ilahlaştırmaya (ilah endüstrisi de silah kadar öldürücü değil midir?) neden bu kadar meyyaldir? Nirvana sadece kulaklıklarla veya hoperlörlerle okunabilir mi? Son iki soru birbiriyle çelişir mi? Çelişse umrunuzda olur mu?
Her neyse, konu o da değil. Peki ya tüm araçları ile "endüstri" içine girmiş müzik ne derece derman olabilir? Halil Turhanlı'nın vaktiyle dediği gibi "herkesin bir şekilde kabul edip müzik marketlerdeki raflara koyduğu bir alt kültür ne boka yarar?"

Ağır bir çürüyüşün, seçilen birinin gözü önünde olmasıyla yüz binlerce kişinin gözü önünde olması arasında ne fark vardır? Kitabın aksine, artık "seçilmiş" olanlar o çürüyüşe tanık olmaları için mi seçilir hale geldi? Bu ilah endüstrisi yüzünden mi insanlar, geride bıraktıklarına kendilerinin hatırladığından daha fazla anı bırakmaya başladı?
Neyse, konu o değil.
büyü
Şef:
sismanos
on 8 Ağustos 2011
/
Comments: (0)

takibat:
bbc'den naklen
"Metropolitan Police Deputy Assistant Commissioner Stephen Kavanagh said: 'When we have large numbers of criminals intent on that type of violence, we can only do that, get lots of officers there quickly and try to protect local businesses and local people.'
He also admitted relations with the family of the man shot dead by police could have been handled better."
ve bbc'nin sorusu:
ada kaynıyor!
Şef:
sismanos
/
Comments: (0)

yalnız fransız banliyölerindeki magripli çocuklar ayaklanacak değil ya! ada'nın afrikalıları ve dahi karayiplileri, mahalleden arkadaşlarıyla beraber ta enfield'dan oxford circus'a, oradan da thames'i aşıp güneydeki rasta mahalleye, brixton'a kadar indiler. hayırlısı!
min.im.al
Şef:
sismanos
on 7 Ağustos 2011
/
Comments: (0)

buz demişken
Şef:
sismanos
/
Comments: (0)
alva noto ve ryuichi sakamoto, hayli gürültülü günlerimizde, 2000'lerin başlarında, hayli düzensiz hayatımıza vrioon albümüyle duhul etmişti. dinginliğin esamesinin okunmadığı o günlerde, tuhaf sarhoşlukların son dakikalarına, tuhaf sarhoşluklar sonrasında dalınan uykulardan önceki zihin çırpınmalarına, tuhaf sarhoşluklardan sonra dalınan uykularda görülen ve sonra nedense bir türlü hatırlanmasa da zihinde tuhaf bir tad bırakan rüyalara eşlik etti. pek de iyi oldu: zira ilk dinleyişte geniş bir boşluğa salınan piyano sedaının inşa ettiği uzay, elektronik çizikler marifetiyle öyle bölünüyor, parçalanıyordu ki herşeyimizi yerleştirebileceğimiz bir mekan şıpınişi önümüzde açılıveriyordu. dinginmiş gibi görünen bu karanlık, huzursuzluğumuzu kucaklıyor, dahası onu bir adım öteye taşımayı her dinleyişte vaadediyordu. özellikle de uoon I diye adlandırılmış hergele şarkı var ya, neler neler yaptı hepimize. tırnaklarımızla çizdiğimiz buzun, dirseğimizde ve burnumuzda bıraktığı sızlama.


aradan yıllar geçti, ikili bir kaç albüm daha yaptı, sonunda geçen yıl bir kez daha karşımızda bulduk ustaları. bunca zaman sonra kafa aynı kafa, sesler benzer sesler, hissiyatın karanlığı da baki. ne ki kimi rötuşlar mevcut: resim başka, buradan bakınca.
sabra sahip mamaperverlere, en karanlık hislerimizle: summvs.
bir şair dostumuzun kitabını açtığı dizeyle bitirelim, zaten çoktan bitmiş olan o faslı: "düzensiz hayatımı sevdim, neşelendim."
tesadüfi buz
Şef:
sputnick
on 4 Ağustos 2011
/
Comments: (0)
Hangi dehlizde kaybettiysek onu, dikkat mi gerekir nedir? Zira tünelin tabanı, buzun "henüz" olmamışlığını buzluğun hücrelerine parmak sokarak anladığımız andaki kıvamda.
2000'lerin başlarında Bill Laswell ile birlikte kotardıkları Hashisheen "The End Of Law" gibi derin işlerden sonra izini bir süreliğine kaybettiğimiz Sussan Deyhim, buzun üzerindekileri bu sefer Richard Horowitz ile birlikte tasarlanan The Logic Of The Birds albümü ile titretiyor. Zaten tüm tesadüfler aniden buzu olmamış, olamamış olanlarla olmuyor mu?

beni bağrına bas
Şef:
sputnick
/
Comments: (0)

““Şüpheci Thomas” Rönesans ve Barok dönemlerinde Avrupalı ressamlar için popüler bir temaydı. Hikaye, İsa’nın Yeni Ahit’inde yer alır ve havarilerden Thomas’ın İsa’nın yeniden dirildiğine inanmayarak yaralarına dokunduğunu ve ancak bundan sonra ona inandığını anlatır. İngilizcede “Şüpheci Thomas” deyimi günümüzde, gerçek herkes için belirgin ve açık olduğunda bile mutlak bir kanıt görmeden inanmayı reddeden şüpheci insanlar için kullanılıyor. Caravaggio’nun şüpheci havariyi İsa’nın göbeğindeki yaraya parmağını sokarken gösterdiği tablosu özellikle güzel bir Şüpheci Thomas örneği. Derin bir saygıyla şiddetin harika bir karışımını görürüz burada.
Ben buna baktığımda Thomas’ın şüpheciden ziyade meraklı olduğunu düşünmüşümdür. Sanki yaranın nasıl bir şey olduğunu hissetmek istermiş gibi – bunun için de onu suçlayamam. Öte yandan, şüphecilikle ilgili endişe duyuyorum. Dünyada dokunamadığım öyle çok şey var ki… İklim değişikliği ya da soyu tükenen canlılar mesela. Ama yine de gerçekler.”
Patricia Piccinini, Hold me Close to Your Heart
"Have you been affected by the unrest this weekend? Send us your comments using the form below."
bir angara havası eşliğinde. bir de UK.