one step beyond

tamam işte geldim! ihtiyacım olan buydu.

güneş daha ortalıkta yokken, kendimi hep bodur şarap ağaçlarının, c vitamini depolarının, salata kaselerinin, konsantre meyve sularının, reçel kavanozlarının ve dondurmanın en güzel yerinin yetiştiği, bu yunan frekanslı evimde hayal etmiştim. şerbetli zakkum kokusu midemi bulandırana kadar yanlarından yürüdüm.

güneş daha ortalıkta yokken, o zakkum yaprakları beni öldürsün bile istemiştim. aa! o sırada aklıma geldi. saksıya razı ya da rağmen yaşamaya çalışan ama kokmayı unutmuş, beceriksiz, kırılgan, -tam da benim gibi- bir zakkum, sakinliğiyle çok korkutan bir kediyi, salındığı rüzgarda tokatlamaya çalışmıştı. o kedinin tüyleri de hala üzerimdeydi. çıkardım giysilerimi, kan lekeleri, zımbalanmış ve zımbalanırken daha da acımış yaralarımla, bavul taşırken oldu sakarlıklarımla, kestiğim saçlarımla, öfkem ve korkum ve sararmış ve ısırılmış yapraklarımla karşılaştım son kez. tedirgin, heyecanlı yürüdüm sıcak tahtaların üzerinde. güneşe hellim peyniri gibi beni pişir diye bağırırken, 18 derecelik ritüelim karşımdaydı artık ve anahtar kelimelerim su, arınma, vaftiz,  abdest ve mikveydi. çok bekledim bu sefer o gökyüzüne bakarak. çok dua vardı belki de.

en son, ekmeğimi banarken güvensiz bir florasan ışığının çarptığı sıcak duvarda, boktan bir çerçeve içinde görmüştüm kendimi. “bak, bu lilyum”, “bak ben buyum” dediğim çerçevenin içine girmeliydim artık. yetti bu "soğuk korkusu"yla attım kendimi 18 dereceye. bütün seslerden kurtuldum o anda. işte şimdi özgürdüm. ciğerimden üflediğim baloncuklar bitip tekrar nefes aldığımda, üşüdüğümden mi, sevincimden mi böyle tepindim bilmiyorum. ama ben artık, yineyineyeniyeniyineyeniyeniden -belki bir süreliğine- “ben” oluverdim.


lilo

g

teşhis ve tedavi - cümle tıbbiyeci içün taksim

hastane koridorlarında dolaşılarak geçirilen vakitlerde yanımda olan bir kitaptan alıntılar:

"risalesinin ilk varaklarında, musıkinin nasıl ve ne zaman neşet ettiği konusunda kaynaklarda çok şeyin yazılıp rivayet edildiğini belirten gevrekzade hafız hasan efendi, asıl olanın 'musıkinin kendiliğinden ortaya çıkan bir şey' olduğunu bilmek gerektiğini ifade eder; sonra da konuyla ilgili rivayetleri zikreder. tarih kitaplarında yer alan bu rivayetlere göre hz.nuh'un babası lamek, ud sazını icat eden ilk kimsedir. bununla birlikte, alimlerin ortak kanaatine göre musıki ilminin nazariyatını ilk defa kuran kimse hz.davud'dur. hatta o bir ud icat etmiş, bu ud beyt-i makdis'teki odasında asılı kalmış; daha sonra buhtunnasr'ın kudüs'ü yakıp yıkmasından iskender'in zamanına kadar gözden kaybolmuştur. iskender zamanında ilk ve özel şekliyle ortaya çıkarılan bu udu, aynı zamanda aristo'nun öğrencisi olan iskender de icra eylemiştir."

...
"bu rivayette enteresan olan bir diğer bilgi de, ud için farsça olan 'barbat' isminin kullanılmasıdır. icat ettiği uda dört tel takan pitagoras, her bir teli dört unsurdan biriyle tavsif etmiş ve ondan sonra gelenler de bu adeti devam ettirmişlerdir."

...
" 'ud ta'bir olunan alat-ı gına el-yevm kefere yedlerinde müsta'mel olan lavta dedikleri alat olub lavtanın perdeleri olmayub anın perdeleri mevcude olduğu içün güya tanburun kısa kollusu misillü bir alat-ı gınadır ki el-yevm ba'zılarında mevcuddur.' "

...
"gevrekzade, müziğin işleviyle ilgili olarak eflatun'dan şu sözleri nakletmektedir: 'eflatun -allah ona rahmet eylesin- dedi ki: biliniz ki filozoflar -hikmet sahipleri- müziği oyun ve eğlence için değil, kişiye faide vermek, ruhi lezzetler sağlamak, insanın psikolojisini rahatlatmak, kuru mizaçları nemlendirmek -sıkıntıyı gidermek-, fizyolojiyi dengelemek ve kanın akışını düzenlemek için ortaya koymuşlardır. bu ilmi inkar edenlerse müziği sadece meyhanelerde ve sokaklarda dinleyip ilkelerini, anlamlarını ve ortaya konuş sebebini kavramadan, bu ilmin sadece oyun ve eğlence için olduğunu düşünüp dnen yasaklamışlardır."

...
"gevrekzade, musıki ilminin tıp ve astronomiyle yakın münasebeti olduğunu ve bu konuda tusi, farabi, urmevi gibi üstadların eserler telif ettiğini belirttikten sonra, insan nabzının belirli makamlar üzere olduğunu açıklamaktadır. usta hekimlerin ve düşünürlerin kabul ettiği gerçek, nabzın ölçülü her bir hareketinin bir makama uygun olduğu ve bir nağmeyle uyum sağladığıdır. nabız atışları usule aykırı ve bozuk olduğunda bu durum vücut sağlığı için hiç de iç açıcı olmaz. zira nabız atışlarının usulden çıkması, daha önce sözü edilen üç ruhun -hayvani, nefsani ve tabii- doğal usulden çıktığına delalet eder."

...
"bimarhane -akıl hastanelerinde- kadrolu sazendeler ve özel görevliler bulunduğunu, kilerlerin ve duvarların ihtiyaç duyulabilecek her türlü enstrümanla dolu olduğunu anlatmaktadır."

ahmet hakkı turabi, gevrekzade hafız hasan efendi ve musıki risalesi, rağbet yayınları, 2005

beşiğinde uyuyan

Makineli tüfeğin kırmızı tükürükleri
Her gün sonsuz ve mavi gökte ıslık çalarken;
Onlarla alay eden bir Kralın yanında
Kızıl, yeşil taburlar tutuşup yok olurken;

Ve korkunç bir çılgınlık şu yüzlerce insanı
Toz edip çevirirken bir alev yığınına
Yaz ayların, otların, kıvancın ölü dolu
Sen ey insanları sağ esen yaratan Doğa!...

Bir Tanrı var sunakların çiçekli örtüsüne,
Buhurdanlara, büyük altın kadehlere gülen;
Bir Tanrı var duaların beşiğinde uyuyan

Ve ancak karalar giymiş acılı anneler
Mendillerine bağlanmış gümüş liraları
Ona armağan ettikleri zaman uyanan!


haydi yine dans et.

ben de gizlice izleyeyim

05:45'e dikkat

lilo

kapatma gözlerini


Nedir bu dehşet?
Sadece sabaha karşı vakitler, O'na iyiden iyiye yaklaşılır; bir evvelki gün neler olduğunun muhasebesi iyice çökmeye başladığından mıdır? Yatak göğüs kafesine sadece sabaha karşı vakitler batar; O'na iyiden iyiye yaklaşıldığından mıdır? Nefes durur; O'na iyiden iyiye yaklaşıldığından mıdır? Yine de bin sabaha karşı, bir laf edilemez; O'nun yüzünden midir? Sadece sabaha karşı, lanet olur! Söylenecek her bir şey söylenir.

kökle malül


İnsan, karardıkça ve köklere dönüşün ne menem bir garabet olduğunu fark ettikçe, yatağın altından bir soru daha çıkıyor aslında: "İyi, peki ama hangi kök? Hangi katman, kaçıncı kabuk?"

Alttaki güncesinde de belli olduğu üzere ergen Johnny'nin kapatıldığı odadaki yatağının altından da çıktığı belli olan bu hangi kök meselesi, belli ki daha uzun müddet tırmalayacak. Örneğin şahsi köklerin 1997 tarihli Chiastic Slide'da mı, yoksa 1917 tarihli Slavery And Suffering'de mi olduğuna nasıl karar vereceğiz? Bu iki katman arasında ve sonuncusundan sonrasında daha ne kadar katman var? Peki biz kendimizi nereye koyacağız? Evet, hepsine. De... nasıl?

"Sizler bir zamanlar, içinde yaşadığınız suç ve günahlarınızdan ötürü ölüydünüz. Bu dünyanın gidişine ve havadaki hükümranlığın egemenine, yani söz dinlemeyen insanlarda şimdi etkin olan ruha uymaktaydınız. Bir zamanlar hepimiz böyle insanların arasında, doğal benliğin ve aklın isteklerini yerine getirerek benliğimizin tutkularına göre yaşıyorduk. Ötekiler gibi doğal olarak gazap çocuklarıydık..."
Pavlus'un Efeslilere mektubu


Belli ki, Johnny'nin vaziyeti bir malüllük taşımıyor. Veya mallülük bizi taşımıyor. Bulamadıkça, kayboldukça, karardıkça kök-lemeye devam. Kaybedecek neyimiz kaldı?

Rubber Johnny from Johnny Tab on Vimeo.

bu dünyada ölüm var!

ölüme karşı da bin tane tavır var.





şimdi sana hayat verdim işte



Antik Yunan'da genç bir kadın bir adama aşık olur. Lakin adam başka bir ülkeden gelmiş ve oraya geri dönmek zorundadır. "Elbet bir sonu var her şeyin; unut varlığımı." der adam.

Son kez buluşacakları gece kadın yanında koca bir mum getirir ve mumu öyle bir yere koyar ki, aşığının gölgesi büyük bir kayanın üzerine düşüverir. Kadın sevgilisinin gölgesini kayaya çizmeye başlar. Böylece aşığının nasıl göründüğünün kaydını, o anın bir kanıtını, birlikte oldukları son dakikayı saklayabileceğine inanır.

Derler ki insanoğlu resmi böyle bulmuş... Hatta bazıları daha da ileri gidip der ki, kızın üzüntüsüne daha fazla dayanamayan babası kayanın üzerindeki resmi kullanarak delikanlının çamurdan bir modelini yapmış ve heykeli icat etmiş.

Kadın o geceden sonra sevgilisini bir daha hiç görmemiş. Hikakeyi her anlatan da bir resmin, bir heykelin veya bir öykünün sevilen birinin yerini alabileceğini sanacak kadar lanetlenmiş.

ikircikli durumlar!

http://www.zeki-muren.com/zeki-muren-meyhanede-kaldik-bu-gece-nikriz/



bir şeyle mukayyetiz serbest değiliz efendim

şaştım, senin hançerin bu kadar mıydı
varmadı yüreğime
için suçlu bir deniz gibi
dokunma yüreğime
tabansızım,aklım başımda, ellerim
uyanık bir atmaca gülüşünde
ellerin boyalı da olsa kentten de gelsen
dağdan değilsin
dokunma yüreğime
şu ölenler kimdi, şu şarkı nerden sana
dokunma yüreğime
sondur bu akşamlar, geceler diriltir beni
bir kuşun sesinde
sen nerdesin hepimiz nerdeyiz
güneş oyalıyor ikindiyi
bir kuş sesinde
kuşla mukayyet değiliz.

turgut uyar

iyi ki doğdun les paul!


google les paul'ün 96.doğumgünü hınzırca kutluyor. sanatçının mucit kişiliğine göz kırpan google'dan kendin pişir kendin yeci mamaperverler için geliyor: nikah masası!
klavyede google, vokalde ümit besen, iyi ki doğdun les paul!
http://www.google.com.tr/
denemek isteyenler için:
d k j k j k j h j j h j j j h j h j h g h h g h h h g h g h g f g g f g f f f f f f d j j g f d

yum o badem gözlerini!



"...hiç doyamadığımız bir şey varsa o da aşktır. Ve yeterince veremediğimiz tek şey de odur. ...."aşk ne yalvarmalı ne de istemelidir"h.hesse. bu elleri ayakları bağlı birine ip merdivenine tırmanmasını söylemeye benziyor..." der henry miller uykusuzluk'ta.
insanın başucunda duracak bir kitap varsa o da uykusuzluk olmalıdır. zira ne zaman nereden ne geleceği belli olmaz. bir kitap için-insanın kendini sevebildiği o ender an için ve kaygan denizanaları için geliyor bilinmeyen sanatçı bilinmeyen albüm track bilmem kaç! hadi artık siz de yumun o badem gözlerinizi sevgili mamacılar geç oldu geç!
http://www.youtube.com/watch?v=18GTVeXNWfg

karardık, daha da kararırız!

'devirmek hep kazımakla maruf. köklere dek kazıyıp sökmek mümkün olmadığından, dahası devrimden sonraki gün kurulacak olanın dans da edebilmesi için zeminin hazır malzemeye, göreneğe muhtaç olmasından olacak, mimari bir gereksinim, giderek jeolojik bir koşul haline geliyor köklerin bir yerlerde saklanması' mı? hayır! bu kadar basit, bu kadar köktenci olamaz. daha karmaşık olmalı.












köklere dair izler ve sanılar bilinebilir, hissedilebilir ancak, köklerin kendileri değil. gerçi bu da az şey değil, değil mi, kendini yeniden kurmak için? köklere gidelim derken derine, daha derine gitmenin ölçüsü nereden biçilecek? nerede duracağımıza, nereden itibaren 'fact'lerden ayağımızı kesip muhayyilemize sığınacağımıza nasıl karar vereceğiz?

müzikal referanslar dediğimiz şey bu mevzuu anımsatıyor aslında. 'the next big thing' diye taltif ettiklerimizi dinlerken köklerini tespite çalışmıyor mu hep kulak, kafa? peki net resimler elde edebiliyor muyuz? gerek var mı?

her kişi ve şarkı o kadar karmaşık bir katmanlaşmanın yekunü ki soya soya varacağımız yer bir boşluk olabilir ancak, eğer tümünü soymayı becerebilirsek alttaki kalabalığın. kökler var mı? var. ama access denied.

karardık evet. daha da kararırız. son lux de bize eşlik eder. özellikle flicker ile.

sonra a sunday smile ve nude üzerinde icra ettiği dokunuşlar gelir.

biz de tutar son lux'u james blake'le beirut arasında bir yere yerleştiririz, köksel kafalarla. ne hata!

değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez...


"Çocukken görüşümü biledi kimi gökler; her ıradan izler kaldı yüzümde. Görülmemiş şeyler oldu. Şimdi de, kaçınılmaz değişimi zamanın, sonsuzluğu matematiğin sürgün ediyor beni, acayip bir çocukluğa, akıl almaz şefkatlere katlanıp iyi yurttaş olduğum şu dünyadan.

İster hakka, ister güce, ister mantığa dayansın...Hiç hesapta olmayan bir savaş düşlüyorum!

Müzikli bir tümce kadar açık bu."
Arthur Rimbaud

Nefret, misantropik estetiği ile tarihin en devrimci yumruğu ise eğer, köklere olan aşk da bu özel estetiğin içinde değerlendirilmeli. Zira şu ana kadar olan biten tüm "devirmelerin" kökü, bir şeylerin köklerine konulan dinamitler değil miydi? Dinamit konmadan, soğuk bıçağı boğazdan geçirmeden ne devrilir ki? Geri girmeye inat etmedikçe kovulmanın ne anlamı var?

ya her gün, bir öncekinin devamı ise?

- en iyi duyan hayvan hangisi?
- baykuş galiba!
- en büyük hayvan hangisi?
- balina...
- peki en hızlı koşan hangisi?
- çita. ama hızlandıkça öyle ısınıyor ki vücudu, azami süratini çok kısa bir süre koruyabiliyor.
- .....


"göğe baktım yerli yerinde"

madem kapatmamışız, hep beraber istediğimiz gibi söylüyoruz lilililerle...
http://www.youtube.com/watch?v=wmEt-X1OuBk&feature=related

Nazım Hikmet Ran





lilo

vay!

sputnik birikmişleri aldı, kapattı ya, yine onun işaret ettiği bir şarkıyla devam edelim, yüz metre koşucularının biraz daha koşması gibi.









ablamıza dair bir önceki girimizdeki kehanet, elbet kehanetten sayılmaz: ada empirisistlerine inat, binbirinci kuğu da beyaz.

işte, -biraz muallakta gibi olsa da- yaz geldi, abla geldi, söyledi, gitti. bir kış şarkısı bu, gerçi. zulada yakut var mı?