Adadaki olaylara itafen!
yanan baruta körükle ateş etmek
Şef:
sputnick
/
Comments: (0)
Daha evvel çeşitli mevzularda dile getirdiğimiz karın ağrılarından biriydi: "Oryantalizmin, şarkiyatçılığın en fenası içe doğru patlayan (duhül eden diyelim) versiyonudur" lafı. Yani hali hazırda "şark"ta iken olduğu yere sanki garptaymış gibi bakmak, bir üst basamaktan oryantalizmin en ucuz turizmini yapmak idi kasıt. Bu duruş, birçok yerde olduğu gibi müzikte de birçok kişiyi ihya etti; etmeye devam ediyor.
Her neyse, konu o değil. Peki ya "yıkım"ın içe doğru patlayanına ne demeli? Kişisel tarihimizdeki belki de ilk dekonstrüksyonu yapan şey değil midir Nirvana? Sahi, wordpress köyünden bile kovulan şu naçiz günlükte neden Nirvana yok? Ha?
1980'lerin sonlarından, 90'ların ortalarına bile varamayan o kısa sürede Nirvana'nın basit bir teenage-angst vaziyetinden çok daha fazlası olduğu gerçeği, sadece o tarihlerin bizim teenage'liğimize denk gelmesiyle açıklanabilecek kadar basit midir? Yere batasıca rock tarihçileri ve eleştirmenlerinin dediği gibi Nirvana, Sex Pistols-Killing Joke hatta The Pixies'in uzantısı mıdır? Sahi rock tarihi ilahlaştırmaya (ilah endüstrisi de silah kadar öldürücü değil midir?) neden bu kadar meyyaldir? Nirvana sadece kulaklıklarla veya hoperlörlerle okunabilir mi? Son iki soru birbiriyle çelişir mi? Çelişse umrunuzda olur mu?
Her neyse, konu o da değil. Peki ya tüm araçları ile "endüstri" içine girmiş müzik ne derece derman olabilir? Halil Turhanlı'nın vaktiyle dediği gibi "herkesin bir şekilde kabul edip müzik marketlerdeki raflara koyduğu bir alt kültür ne boka yarar?"
Ağır bir çürüyüşün, seçilen birinin gözü önünde olmasıyla yüz binlerce kişinin gözü önünde olması arasında ne fark vardır? Kitabın aksine, artık "seçilmiş" olanlar o çürüyüşe tanık olmaları için mi seçilir hale geldi? Bu ilah endüstrisi yüzünden mi insanlar, geride bıraktıklarına kendilerinin hatırladığından daha fazla anı bırakmaya başladı?
Neyse, konu o değil.
Her neyse, konu o değil. Peki ya "yıkım"ın içe doğru patlayanına ne demeli? Kişisel tarihimizdeki belki de ilk dekonstrüksyonu yapan şey değil midir Nirvana? Sahi, wordpress köyünden bile kovulan şu naçiz günlükte neden Nirvana yok? Ha?
1980'lerin sonlarından, 90'ların ortalarına bile varamayan o kısa sürede Nirvana'nın basit bir teenage-angst vaziyetinden çok daha fazlası olduğu gerçeği, sadece o tarihlerin bizim teenage'liğimize denk gelmesiyle açıklanabilecek kadar basit midir? Yere batasıca rock tarihçileri ve eleştirmenlerinin dediği gibi Nirvana, Sex Pistols-Killing Joke hatta The Pixies'in uzantısı mıdır? Sahi rock tarihi ilahlaştırmaya (ilah endüstrisi de silah kadar öldürücü değil midir?) neden bu kadar meyyaldir? Nirvana sadece kulaklıklarla veya hoperlörlerle okunabilir mi? Son iki soru birbiriyle çelişir mi? Çelişse umrunuzda olur mu?
Her neyse, konu o da değil. Peki ya tüm araçları ile "endüstri" içine girmiş müzik ne derece derman olabilir? Halil Turhanlı'nın vaktiyle dediği gibi "herkesin bir şekilde kabul edip müzik marketlerdeki raflara koyduğu bir alt kültür ne boka yarar?"

Ağır bir çürüyüşün, seçilen birinin gözü önünde olmasıyla yüz binlerce kişinin gözü önünde olması arasında ne fark vardır? Kitabın aksine, artık "seçilmiş" olanlar o çürüyüşe tanık olmaları için mi seçilir hale geldi? Bu ilah endüstrisi yüzünden mi insanlar, geride bıraktıklarına kendilerinin hatırladığından daha fazla anı bırakmaya başladı?
Neyse, konu o değil.
büyü
Şef:
sismanos
on 8 Ağustos 2011
/
Comments: (0)

takibat:
bbc'den naklen
"Metropolitan Police Deputy Assistant Commissioner Stephen Kavanagh said: 'When we have large numbers of criminals intent on that type of violence, we can only do that, get lots of officers there quickly and try to protect local businesses and local people.'
He also admitted relations with the family of the man shot dead by police could have been handled better."
ve bbc'nin sorusu:
ada kaynıyor!
Şef:
sismanos
/
Comments: (0)

yalnız fransız banliyölerindeki magripli çocuklar ayaklanacak değil ya! ada'nın afrikalıları ve dahi karayiplileri, mahalleden arkadaşlarıyla beraber ta enfield'dan oxford circus'a, oradan da thames'i aşıp güneydeki rasta mahalleye, brixton'a kadar indiler. hayırlısı!
min.im.al
Şef:
sismanos
on 7 Ağustos 2011
/
Comments: (0)

buz demişken
Şef:
sismanos
/
Comments: (0)
alva noto ve ryuichi sakamoto, hayli gürültülü günlerimizde, 2000'lerin başlarında, hayli düzensiz hayatımıza vrioon albümüyle duhul etmişti. dinginliğin esamesinin okunmadığı o günlerde, tuhaf sarhoşlukların son dakikalarına, tuhaf sarhoşluklar sonrasında dalınan uykulardan önceki zihin çırpınmalarına, tuhaf sarhoşluklardan sonra dalınan uykularda görülen ve sonra nedense bir türlü hatırlanmasa da zihinde tuhaf bir tad bırakan rüyalara eşlik etti. pek de iyi oldu: zira ilk dinleyişte geniş bir boşluğa salınan piyano sedaının inşa ettiği uzay, elektronik çizikler marifetiyle öyle bölünüyor, parçalanıyordu ki herşeyimizi yerleştirebileceğimiz bir mekan şıpınişi önümüzde açılıveriyordu. dinginmiş gibi görünen bu karanlık, huzursuzluğumuzu kucaklıyor, dahası onu bir adım öteye taşımayı her dinleyişte vaadediyordu. özellikle de uoon I diye adlandırılmış hergele şarkı var ya, neler neler yaptı hepimize. tırnaklarımızla çizdiğimiz buzun, dirseğimizde ve burnumuzda bıraktığı sızlama.


aradan yıllar geçti, ikili bir kaç albüm daha yaptı, sonunda geçen yıl bir kez daha karşımızda bulduk ustaları. bunca zaman sonra kafa aynı kafa, sesler benzer sesler, hissiyatın karanlığı da baki. ne ki kimi rötuşlar mevcut: resim başka, buradan bakınca.
sabra sahip mamaperverlere, en karanlık hislerimizle: summvs.
bir şair dostumuzun kitabını açtığı dizeyle bitirelim, zaten çoktan bitmiş olan o faslı: "düzensiz hayatımı sevdim, neşelendim."
tesadüfi buz
Şef:
sputnick
on 4 Ağustos 2011
/
Comments: (0)
Hangi dehlizde kaybettiysek onu, dikkat mi gerekir nedir? Zira tünelin tabanı, buzun "henüz" olmamışlığını buzluğun hücrelerine parmak sokarak anladığımız andaki kıvamda.
2000'lerin başlarında Bill Laswell ile birlikte kotardıkları Hashisheen "The End Of Law" gibi derin işlerden sonra izini bir süreliğine kaybettiğimiz Sussan Deyhim, buzun üzerindekileri bu sefer Richard Horowitz ile birlikte tasarlanan The Logic Of The Birds albümü ile titretiyor. Zaten tüm tesadüfler aniden buzu olmamış, olamamış olanlarla olmuyor mu?

beni bağrına bas
Şef:
sputnick
/
Comments: (0)

““Şüpheci Thomas” Rönesans ve Barok dönemlerinde Avrupalı ressamlar için popüler bir temaydı. Hikaye, İsa’nın Yeni Ahit’inde yer alır ve havarilerden Thomas’ın İsa’nın yeniden dirildiğine inanmayarak yaralarına dokunduğunu ve ancak bundan sonra ona inandığını anlatır. İngilizcede “Şüpheci Thomas” deyimi günümüzde, gerçek herkes için belirgin ve açık olduğunda bile mutlak bir kanıt görmeden inanmayı reddeden şüpheci insanlar için kullanılıyor. Caravaggio’nun şüpheci havariyi İsa’nın göbeğindeki yaraya parmağını sokarken gösterdiği tablosu özellikle güzel bir Şüpheci Thomas örneği. Derin bir saygıyla şiddetin harika bir karışımını görürüz burada.
Ben buna baktığımda Thomas’ın şüpheciden ziyade meraklı olduğunu düşünmüşümdür. Sanki yaranın nasıl bir şey olduğunu hissetmek istermiş gibi – bunun için de onu suçlayamam. Öte yandan, şüphecilikle ilgili endişe duyuyorum. Dünyada dokunamadığım öyle çok şey var ki… İklim değişikliği ya da soyu tükenen canlılar mesela. Ama yine de gerçekler.”
Patricia Piccinini, Hold me Close to Your Heart
kuyu
Şef:
sputnick
on 3 Ağustos 2011
/
Comments: (1)
Işıksız bir odadayım. Odamda olduğunu söylediler. Yatağımdaydı, benimdi tümüyle, ışıksız! Çok heyecanlandım. Bir korkudur aldı beni. Yırtık pırtık giysiler içindeydim, ben. Kibarlar alemindendi o, kendini vermeyi bilen; gitmesi gerekiyormuş! Tarifsiz bir acı duydum: kucaklayıp yatağın dışına yuvarladım. Hemen hemen çıplaktı. Çok çelimsiz olduğumdan üstüne düştüm ve onunla birlikte sürüklendim halılar arasında, ışıksız!
Bizimkilerin lambaları art arda, kırmızı ışıklarla yanıyordu yandaki odalarda. Kadın gözden kayboldu o zaman. Tanrının istemediğinden de fazla çok gözyaşı döktüm.
Sonsuz kente çıktım. Ey yorgunluk! Sağır gecede ve mutluluktan firarda boğulmuş. Dünyayı kar altında soluksuz bırakmak isteyen o kış gecelerinden biriydi sanki. Haykırıp "nerelerde o kadın?" diye sorduğum dostlar doğruyu söylemiyordu. Onun geçtiği yere bakan pencerelerin önündeydim her akşam: kefenli bir bahçede koşuyordum. İttiler beni. Sonsuz gözyaşları döktüm bütün bunlara. Sonunda toz dolu bir yere indim ve çatılar üzerine oturdum. Ve bu geceyle tükenmeye bıraktım bütün gözyaşlarımı gövdemin. -Yine de yıkılmışlığım hiç terk etmedi beni.
Anladım ki günlük yaşamını sürdürüyordu o; ve iyiliğin aynı yere dönmesi bir yıldızın dönmesinden daha uzun zaman alıyor. Dönmedi ve dönmeyecek odama gelmiş olan o Tapılası Kadın, -hiç ummadığım bir şey. Gerçek, bu kez, dünyanın bütün çocuklarından daha fazla ağladım."
A. Rimbaud

"Müzik bir ömür için yeterli ancak, bir ömür müzik için yeterli gelmiyor"
Trajedi, felaketin olduğu andan ziyade onun silinemediği daha sükun anları tanımlayan bir hal ise Sergei Rachmaninov'un mirası da bize bunun ne menem bir ruh hali olduğuna dair ipuçları veriyor; kuşkusuz. Bir duruş olarak virtüöziteden mümkün mertebe kaçınmayı bellediğimizden olsa gerek, ismini zikreder zikretmez onun ne kusursuz parmaklı pir piyano üstadı olduğunu akla getirenlerden ziyade bahsini ettiğimiz o trajik vaziyete "takılmayı" tercih ediyoruz.
Öncelikle 2 numaralı senfoniyi açan ve adeta bize "neyi açtınız da kapatıyorsunuz?" diyiveren dehşetengiz "The Grave" (Allegro ma non troppo) karşılıyor kulaklarımızı. İsmi bir karşılamadan ziyade bir bitişi andırsa da, sözünü ettiğimiz o "sürdürülebilir trajedi" esnasında bu anlamların pek de bir anlamı kalmıyor. Kendi yaşamında da asıl felaketin, yani ikinci savaşın, kendisinden ziyade ona yol açan o sessiz gidişattan dem vurduğu hayli ortada.
İkinci plak ise görünürde uzak ama histe yakın bir başka mevziden top atışı halinde. Şaşırtıcı biçimde Sovyet Kültür Bakanlığı himayesinde sunulan kayıt, daha sessiz. Akla gelebilecek her anlamda.
göz
Şef:
sputnick
on 2 Ağustos 2011
/
Comments: (0)
"Bugün saat 21:30 sularında Hilton'da merkez üssü Adana olan baskında 10 hayat kadını düzenlenen hazırlık maçında transferleri için hazırlanan imza töreniyle balkanlardan gelen soğuk ve yağışlı havalar parçalanmış bulutlarla iyi akşamlar..."
Bu sitedeki bütün sesler, olaylar ve kişiler birer kurmacadan ibaret. Herhangi bir kurum, kuruluş ile ilgili benzerlik kurulması teklif dahi edilemezdi. Edilemedi. Bu bağlamda Hariçten Gazelciler'e selam eder, gözlerinden öpmeyi bir borç biliriz.
Bu sitedeki bütün sesler, olaylar ve kişiler birer kurmacadan ibaret. Herhangi bir kurum, kuruluş ile ilgili benzerlik kurulması teklif dahi edilemezdi. Edilemedi. Bu bağlamda Hariçten Gazelciler'e selam eder, gözlerinden öpmeyi bir borç biliriz.
suskun şahit
Şef:
sputnick
on 31 Temmuz 2011
/
Comments: (0)
Adorno, Minima Moralia'dan sesleniyor:
"On dokuzuncu yüzyılda Almanlar düşlerinin resmini yaptılar; sonuç her zaman sebzeydi. Fransızlarınsa bir sebze resmi yapmaları bile yetiyordu, ortaya çıkanın bir düş olması için."
Bazı müziklerin sadece var olmaları bile bir düş olmalarına yetiyor değil mi? Tıpkı bazı insanlar ve bazı sebzeler gibi.
"On dokuzuncu yüzyılda Almanlar düşlerinin resmini yaptılar; sonuç her zaman sebzeydi. Fransızlarınsa bir sebze resmi yapmaları bile yetiyordu, ortaya çıkanın bir düş olması için."
Bazı müziklerin sadece var olmaları bile bir düş olmalarına yetiyor değil mi? Tıpkı bazı insanlar ve bazı sebzeler gibi.
teknonun yaşlılığı
Şef:
sputnick
on 25 Temmuz 2011
/
Comments: (1)
Kulağına bu sayfalardan da aşina olduğunuz kadim dostun kotardığı bir belgesele müzik yapmakla şereflendirilmiş naçizane kulunuz, kısıtlı lakin kasvetli yapım sürecinde müziği "yapmanın" ne olduğuna dair kafa yorarken buluyor kendini. İster istemez.
Seneler evvelinden ne diyor üstad İlhan Mimaroğlu, "Sınırsızı Sınırlamak" adı verdiği monoloğunda :
"Birgünler, orta malı olmuş bir güldürü sözü vardı. "Bir çalgı çalar mısınız?" sorusu geçtiğinde kimi piyano derdi, kimi akordeon, kimi keman...Kimi de "gromofon çalarım ben!" diye karşılık verirdi.
Bugün, müzikle uğraştığını bildiğiniz, ağırbaşlı olduğuna güvendiğiniz, kimseyi güldürme çabasında olmayan kişilerden de bu yolda bir yanıt alabilirsiniz ne çaldığını sorduğunuzda."

Her ne kadar Edgard Varèse'lerden, John Cage'lerden bu yana bu "kaydedilmiş sesin reprodüksiyonunu yaratma" durumunun yirminci asırdaki elektronik müzik icracıları ve DJ'lere temel oluşturduğu savı biraz eskimiş de olsa, çok uzun yıllardır o sayfaları açmamış da olsak, bunun (mix hatta, remix diyelim mi?) etkileri türlü şekillerde sürüyor.
DJ'lerin son yıllarda işin gidişatına eskisi kadar etkisi yok; malum. Bu sitede neşredilen bir takım creme de la creme örneklere Detroit teknosunun içerisine dozunda iliştirdiği soul sosları ile Lee Curtiss'i de katmak mümkün. O kadar. Tekno yaşlanırken ne bir eksik, ne bir fazla.
Içimizden biri ya da diğeri
Şef:
sputnick
on 23 Temmuz 2011
/
Comments: (1)
2 sene evvel Loefah’ın yeni plak şirketi Swamp81’dan haberdar olduğumda ilk releaselerinin Kryptic Minds’dan olacağını da duymuştum. Loefah, yeni plak şirketinden bahseden röportajında, dubstepin içine düştüğü çamur yığınından ve bilindik isimler dışındakilerin sadece jump-uplarla haşır neşir olduklarından yakınıp, müziği iyicene sevimsiz, tekdüze hale getirdiklerinden bahsediyordu. Aynı röportajda, Kryptic Minds'ı bu çölde bir vaha gibi anlatıyordu. Pek değer vermemiştim bu övgülere, tamam dnb prodüksiyonları iyiydi, peki ya dubstep? Adamlar tüm kuşkularımı 2 releasele silip attı, Swamp81'dan çıkan 'One of Us' ve Skream’in Disfigured Dubz’ından çıkan Code 46. Arada çıkardıkları diğer 12”leri ve LPyi atlayıp yeni LPleri 'Can’t Sleep'e geçelim.
DnBden, technodan, trip-hoptan ve ambienttan aklınızda gelen güzel ne varsa, daha karanlık ve daha evil bir halde bu adamların yaptığı işlerde var. Beatler gecenin kör karanlığında şehrin arka sokaklarında gezinen bir araba gibi akıyor. Snareler, clapler her seferinde size nerede olduğunuzu hatırlatmak için oradalar. Dalgaya vakit yok, ciddi bir iş bu. Sub-bass, içinizde korkuyu sürdürmekle kalmıyor üstüne iyicene körüklüyor. 'Fade To Nothing’e geldiğinizde ferahlık tüm bedeninizi kaplıyor gibi gelebilir ama bu tamamen bir yanılsama, hala o sokaktasınız, hala aynı yoldasınız. 'Alone' ve 'No More No Less' kickle başat yürüyen subbassıyla zaman zaman Mala dublarını hatırlatıyor. Esas cezanız ise albümün sonunda 'The Fifth' ile kesiliyor; karşı durulamaz halfstep üstüne yedirilmiş sub-bas ve midrange oyunları. Son olarak şunu söyleyeyim, benim için son birkaç ayın en iyi albümlerinden.
Hepimiz elektriğiz, kimimiz biraz daha fazla
Şef:
sputnick
/
Comments: (0)

Hepimiz enerji pıtırcıkları değilmiyiz bu sonsuz boşlukta hızla seyrüsefer eden? Hani kimimizin ateşi biraz daha fazladır, kimimizin içten içe yanar. Bir nevi aura diyebilirmiyiz buna? Bu soyut kavramın çok başarılı bir şekilde somutlaştırılması ve bunu yaparken biraz da aklımızı alması, Amon Tobin'den geliyor ekranlara.
"Have you been affected by the unrest this weekend? Send us your comments using the form below."
bir angara havası eşliğinde. bir de UK.