balina nasıl balina oldu?
aralık ya da ara'lık
Karenin sol alt köşesinde. Ona göre sağ üst. Aralık, köşeden diğerine üç metre, üç adım, üç saniye. Kendine verdiği sozleri yerine getirmeyen bir yirmibeş bu ara'lık. Sızı veren koku buralarda bi yerde, ama bulamıyor. Aklındakini konuşmuyor, konuştuğu aklından geçmiyor. Ölen akasya ağaçlarının kaçıncı mezar ziyaretindeki, kaçıncı kaçma teşebbüsünün veya uzun cümlelerin kafa karıştırıcılığının vazgeçilen hikayesi bu, hatırlamıyorum. Emniyet kemerini takınca, istemsiz dönüp bakan şoförün aklına gelen ilk şey neden güven? Peki ya kulağa fısıldanmış üç santimetre kalınlığındaki kitabın, altı çizili sessiz bir cümlesini, uykudan once kim seçip hatırlatıyor?
küflü göz
QR kodlarla ne yapacağınızı biliyorsunuz.
the myth
Salih Baysal tipik bir Ege köylüsüdür.Bodrum'da meyhanelerde orda burda,fasıllarda,sokaklarda çalar.Kafayı bulanlar çağırır o gecenin kaçı olursa olsun gider çalar.
Dinlediğimiz zaman Türk sanat müziği,folklor melodileri,makamlar çaldığını görürüz ama makamlar arasında şarkıların hemen her yerinde doğaçlamalar yapabilir.Aslında john Coltrane gibi Miles Davis gibi bebop gibi tınlar onun çalışı! Arşeyi kaldırmaz telden...Kendi tabiriyle 'Arkadaş ben kafayı buluyorum bu seslerle' der...
Sevda grubuyla birlikte İsveç'e giderler.Türkiye'de kemanın arşesini hiç kaldırmadan çaldığı için 'macuncu' diye alay eder müzisyenler ama Avrupa'da ayakta alkışlanır Baysal.Polonya ve Amerika'da ortak çıkan Jazz-Podium Dergisi --Down Beat gibi çok ciddi bir jazz dergisidir- Stephane Grapelli,Jean Luc Ponty,Sven Hasmusson'dan sonra Salih Baysal'ı dünyanın en iyi 4. kemancısı seçer.Karakter olarak da fizik olarak da ince,zayıf ve naif bir insandır.
a farewell to arms
malihulya
RA Real Scenes...
Real Scenes: Bristol from Resident Advisor on Vimeo.
Online elektronik müzik dergisi ve etkinlik rehberi Resident Advisor bir süre önce yayınlamaya başladığı "Real Scenes" kısa belgesel serisini severek takip ediyoruz. Her bölüm, elektronik müzik dünyasında ikonik bir yere sahip ayri bir şehri incelemekte ve ilgili şehrin mevcut müzik kültürünü ve bunu yaratan etkenleri kısa bir 'kapsül belgesel' tadında soframıza mama olarak sunmaktadır. Buyrun, ilk üç bölüm olan Bristol, Detroit ve Berlin. Dördüncüyü heyecanla bekliyoruz...
Real Scenes: Detroit from Resident Advisor on Vimeo.
Real Scenes: Berlin from Resident Advisor on Vimeo.
glossolalia
Dub to Jungle
kolektif coşku
Bu nedenle, toplu esrime olgusu, sömürgeci Avrupa aklına adım attığı zaman düşmanlık, aşağılama ve korku hisleri ile damgalandı. Grup halinde esrime “ötekilerin” –vahşilerin ya da alt-sınıftan Avrupalıların- deneyimlediği bir şeydi. Hatta kendini bırakma, grubun ritimleri ve duyguları içinde kendini yitirme kapasitesi, “vahşiliğin” ya da genel olarak ötekiliğin tanımlayıcı özelliği olarak, ölümcül bir akıl zayıflığına işaret ediyordu. Avrupalılar esrime ritüelini dehşet içinde izlediklerinden, ziyaret ettikleri (ve süreç içinde çoğu kez yok ettikleri) halklara dair, onların tanrıları ve geleneklerine, kültürleri ve dünya görüşlerine dair çok az şey öğrenmiş olmalılar. Ama kendilerine dair son derece önemli bir şey öğrendiler ya da hayal güçleri yardımıyla inşa ettiler: Batı aklının, özellikle de Batılı eril, üst-sınıf aklın özü, davulların bulaşıcı ritmine direnmesinde, dünyanın baştan çıkarıcı vahşiliğine karşı, kendini bir ego ve rasyonellik kalesinin duvarları ardına kapatabilmesinde saklıydı.
...
Britanyalı antropolog Robin Dunbar, haklı bir üne sahip kitabı Grooming, Gossip, and the Evolution of Language’ta (Tımar, Dedikodu ve Dilin Evrimi) optimal bir paleolitik grubunun 150 kişiden oluştuğunu ileri sürer. Yazar, konuşmanın –kitabın başlığındaki dedikodunun- insanları bu büyüklükte gruplar içinde bir araya getirmeye yardımcı olabileceği tahmininde bulunur. Diğer primatlar örneğindeyse karşılıklı tımarın –bir diğerinin tüylerinin arasındaki böcekleri ya da kir parçacıklarını toplamanın- aynı şeyi yaptığını öne sürer. Fakat her ne kadar kitabın başlığında görülmese de, yazar bu ilk insan gruplarını bir arada tutan şeyin dans olduğunu ileri sürer. Dunbar’a göre konuşmadaki sorun, “onun duygusal düzeyde tamamen yetersiz olmasıdır.”
Tartışma ve rasyonelleştirme yeteneği kazanmamızla birlikte, büyük grubumuzu bir arada tutacak daha primitif bir duygusal mekanizmaya ihtiyaç duyduk. Sözlü tartışmaların soğuk mantığını zararsız hale getirmek için daha derin ve duyusal bir şeye ihtiyaç vardı. Görünüşe bakılırsa, bunun için müziğe ve fiziksel dokunuşa ihtiyaç duyuyorduk.
Gerçekte, yazar dilin danslı ritüelin hizmetinde olduğunu, “onların kendiliğindenliğini biçimlendirmenin” ve onlara “metafizik ya da dinsel bir anlam” vermenin bir yolu olduğunu düşünür. Tarihöncesi resimlerde dans eden yüzlerce figürün bulunduğunu, ama hiçbir kaya çiziminde açıkça konuşma ile meşgul olan çubuk figürlerin resmedilmediğini de unutmamalı.
Dunbar, grup dansının –özellikle sıra ve halka oluşturarak yapılan grup dansının- katılımcılarını Turner’in yirminci yüzyıldaki yerli ritüellerinde karşılaştığı türden communitas’lar içinde birleştirdiğini, insan topluluklarını eşitlediğini ve birbirine bağladığını öne süren tek kişi değil. İlginçtir, Yunancada “yasa” anlamına gelen nomos sözcüğü müzik bağlamında “melodi” anlamına gelir. Dans vasıtasıyla müziğe bedensel olarak teslim olmak, toplulukla, paylaşılan mitin ya da ortak geleneğin başarabileceğinden daha derin bir şekilde birleşmek demektir. Müziğe ya da şarkı söyleyen seslere göre eşzamanlı hareket ederken, bir grubu bölebilecek ufak tefek çekişmeler ve farklılıklar, kişinin bir dansçı olarak becerisinin değerlendirildiği zararsız bir rekabete dönüştürülür ya da unutulur. “Dans”, bir nörobilimcinin ifade ettiği gibi, “grup teşekkülünün biyoteknolojisidir.”
Dolayısıyla, dans boyunca bir arada kalabilen gruplar-ve bu grupların içindeki bireyler-, daha zayıf bağlarla bir arada duran gruplar ve bireyler üzerinde evrimsel bir avantaja sahip olacaklardı: topraklarına sokulan ya da başka şekillerde kendilerini tehdit eden hayvanlar ya da düşmanlık güden insanlar karşısında daha iyi bir toplu savunma oluşturabilme avantajı. Diğer hiçbir tür bunu yapmak için kafa yormamıştı. Kuşlar öterek işaret verir; ateşböcekleri eşzamanlı olarak yanıp sönebilirler; şempanzeler bazen ortalıkta birlikte tepinir ve etolojistlerin “karnaval” diye tanımladığı şekilde kollarını sallarlar. Eğer müziği yaratıp onunla eşzamanlı hareket edebilen başka hayvanlar varsa, bu yeteneklerini insanlardan saklamakta çok başarılılar demektir. Freud’un hayal etmeyi başaramadığı türden bir sevgiye, ya da en azından, insanları iki kişiden daha büyük gruplar halinde bir arada tutan yakınlığa yatkınlığı olanlar yalnızca bizleriz.
...
Gerçekte, ritmik müzikten keyif almaya eğilimliyiz ve başkalarını dans ederken izlerken, kendimizi dansın içine atacak kadar uyarılabiliriz. Yerli ya da tutsak halkların ritüellerini gözlemleyen bazı Batılıların söylediği gibi, dans etmek bulaşıcıdır; insanlar kendi beden hareketlerini başkalarınınkilerle eşzamanlı kılmak için güçlü bir istek duyarlar. İşitsel ya da görsel olarak duyulabilen ya da kasların ritme verdiği yanıtla ilişkili içsel bir duygudan kaynaklanabilen bu uyarıcı, bir psikiyatristin araştırma özetinde söylemiş olduğu gibi, “insanlarda beynin korkteks bölgesinin kontrolündeki ritimleri çalıştırabilir ve sonunda, son derece haz verici, tarifsiz bir deneyim yaşatabilir.” "
kaldırıma düşen suret
Ve artık hükmü kalmayacak ölümün.
Ölüler çırılçıplak birleşecek tek bir gövdede
Yeldeki ve batı ayındaki adamla;
Kemikleri ayıklanınca ve yitince arı kemikler
Yıldızlar olacak dirseklerinde ve ayaklarında;
Delirseler de uslu olacaklardır her zaman
Batsalar da denize doğacaklardır yeni baştan;
Sevenleri kaybolsa da sonrasız yaşayacaktır sevgi;
Ve artık hükmü kalmayacak ölümün
Ve artık hükmü kalmayacak ölümün.
Kıvrımları altında denizin
Yatacaklar upuzun ölmeksizin yelcene;
Kıvranıp işkence aletleri üstünde
Adaleleri çözülünceye dek
Kayışla bağlasalar tekerleğe ezilmeyecekler
Avuçlarında ikiye bölünecek inanç,
Tek boynuzlu canavarlar yönetecek onları
Yıpratamayacakları her şeyi o paramparça kıracak;
Ve artık hükmü kalmayacak ölümün.
Ve artık hükmü kalmayacak ölümün.
Martılar ağlamayacak artık kulaklarına
Dalgalar kırılmayacak gürültülerle deniz kıyılarında;
Bir mayıs çiçeği soldu mu hiçbir çiçek
Başkaldırmayacak vuruşlarına yağmurun;
Çılgın ve ölü olsalar da çiviler gibi,
Başları çekiç gibi vuracak papatyalara,
Güneş batıncaya dek güneşte kırılacaklar,
Ve artık hükmü kalmayacak ölümün.
Dylan Thomas.
hissi kablel vuku
halbuki doğanın kadına kendini derhal koruması için verdiği o önsezi yeteneği, ne olur iki kere iki dört etmesin!'e de amin dedirtmişti.
git gel, git.
güz
git gide, daha da...
no point louder/the sound of my power/sink in deeper/further each hour/my god
when our flower's fading/when our stem begins to fold/I will take off quietly/like a bird that flees the cold
no point louder/the sound of my power/sink in deeper/further each hour/my god
bir nefeslik rüzgar
Imam Baildi live in Athens - Flybeeyond Festival... FlyBEEyond
Conatus
düalité'ye "çifte" gidiyoruz
kusur - eksiklik, sınırlama - yok etme
Klinikte beş ya da on yıl geçirenler, mutfak ya da bahçede çalışmaya hak kazanıyorlar.
Geldim. Doğru bahçeye koştum. Ağzıma üç yaprak verildi, zehirlendiğimi sandım. Akşamın yaklaştığının farkına varamadım. Sayısız parçalara bölünüşümü, benimle birlikte dünyanın da parçalanışını anımsıyorum. Her şey koyu kahverengi. Benim sayısız parçam, dünyanın ve evrenin sayısız parçası, dönen hareketlerle yeniden bütünleşti. Birinin, bir insanın böyle bir şeyi ancak bir kez yaşayabileceğini söylediğini anımsıyorum. Çok acı vericiymiş. Ben, kendimi parçalarımla birlikte bir ocağın içinde yeniden buldum. Geçmişti. Hangi zamandaydım? Kaç yaşındaydım? Yaşanmış yıllara geri mi dönmüştüm?
Ben bendim. Zaman yaşanmış zamandı. Birkaç yaşanmış gün de eklenmişti bu zamana. Kemerle bağlanmıştım. Acılarım vardı, kendi kendimi kemere bağlı olarak iyileştirmek zorundaydım. Yanıma yaklaşan herkesi düşmanım olarak görüyordum..."
iki olsun!
Düalite, Türkçe’de “ikilik”, “ikilem”, “ikileme”, “ikili denge” gibi çeşitli biçimlerde kullanılmakta olup, doğadaki, evrendeki karşıtlık ve birbirini tamamlayıcılık ilkesini ifade eden genel bir terimdir.
Okultizm ve ezoterizm literatüründe esas olarak, sayısal sembollerden iki rakamının içerdiği anlamlarla ilgili olarak kullanılır. Genellikle, birlik-çokluk, ruh-madde, bilinçli-bilinçsiz, tesir eden-tesir edilen, şekil veren-şekil alan, aktiflik-pasiflik, Gök-Yer, spiritüel alem-fiziksel alem, ışık-karanlık, ak-kara, hayır-şer, iyi-kötü, vicdan-nefsaniyet, özgecilik-bencillik, müsbet-menfi, saflık-kirlilik, iç-dış, yüksek olan-alçak olan, pozitif güçler-negatif güçler, soğuk-sıcak, eril-dişil, doğum-ölüm, yükseliş-iniş, mikrokozmos-makrokozmos vb. gibi bir tür karşıtlık ve birbirini bütünleyicilik gösteren iki şeyi, iki gücü, iki varlığı, iki unsuru ifade etmede kullanılır.
Düalite sembolünün tradisyonlarda genellikle, hayır ile şer, iyi ile kötü, vicdan ile nefsaniyet, özgecilik ile bencillik, olumlu ile olumsuz unsurlarının bulunduğu fiziksel ortamı, yani varlığın ruhsal gelişim göstermek üzere bulunduğu tezahür ortamlarını (üç boyutlu alemi) ifade etmek üzere kullanıldığı görülmektedir.
Ezoterizme göre düalitenin olmadığı hal tradisyonlarda çoğunlukla androjenlik (erkek veya dişi olmayış), cennet veya hakikat ağacı’nın meyvesinin henüz yenilmemiş olması sembolizmiyle ifade edilir. Düalitenin henüz mevcut olmadığı hal, varlığın erkek veya dişi bedenine sahip olmadığı ve iyilik ile kötülük gibi ikili denge unsurlarının bulunduğu fiziksel ortamda henüz doğmamış olduğunu, düalitenin aşılmış olması sembolüyle ise varlığın artık ıstırabın sözkonusu olduğu, ikili denge unsurunun bulunduğu dünyalarda doğmasına gerek kalmamış olduğu hali ifade eder ki, “büyük kurtuluş” denilen bu hedef nirvana ve mokşaterimleriyle ifade edilen “küçük kurtuluş” hedefinden daha ileri bir hedefi ifade eder.
Bu hedef,Okültizm’de rebis sembolüyle, kimi tradisyonlarda androjen hale gelme veya “ilahlarla özdeş olma” vs. gibi sembolizmlerle ifade edilir. Eski Mısır bilgeliğinde bu konu şöyle ifade edilir: “İlahlar ikiliği bir etmiş insanlardır. İnsanlar ise birliği bilmek için ikiliği yaşayan henüz çocuk ilahlardır.”
The Roots, Kanye West, Jay Z, Outkast, Lupe Fiasco, Lauryn Hill, Alicia Keys gibi mühim isimlerle işbirliği yapmış multi-enstrümantalist R&B ve neo soul müzisyeni John Legend'ın şaheseri Stereo şarkısının klibine kadar geçen o karanlık asırlar kadar uzun girizgahı okuma sabrı gösteren mamaperverlere, söz konusu şaheserin de için de olduğu 2006 tarihli uzunçalar "Once Again" (albümün adı bile düalite!) armağan olsun.
Düalite meselesini yukarıdaki gotik paragraflardan sonra, bir de bir kavram olarak stereo ile özdeş düşünmek gerek öyle değil mi? E madem insanlar birliği bilmek için evvela ikiliği yaşayan küçük ilahlar (ve iki kulakları var), naçizane yazarınızın aklına bu "ikiliğe" stereo'dan başlamaktan daha iyi bir yol gelmiyor. Düalitenin de tıpkı stereo gibi bir simetri hissinden çok, ayrı kollardan yürüyen vefakat sadece bir diğerinin de yürüdüğü bilindiği sürece o yolun anlamlı olduğu varoluşlar olarak görmek (duymak) en iyisi...Simetri değil, düalite. anı ve değer.
sadede gel sadede
atatürk'ün sevmediği şarkılar
'bugün, işte, şu üç müziğin karşısındayız. doğu müziği, batı müziği, halk müziği. acaba, bunlardan hangisi bizim için millidir? doğu müziğinin hem hasta, hem de milli olmadığını gördük, halk müziği milli kültürümüzün, batı müziği de yeni medeniyetimizin müzikleri olduğu için her ikisi de bize yabancı değildir. o halde, milli müziğimiz, memleketimizdeki halk müziğiyle batı müziğinin kaynaşmasından doğacaktır. halk müziğimiz bize birçok melodiler vermiştir. bunları toplar ve batı müziği formlarına göre “armonize” edersek hem milli, hem de avrupalı bir müziğe sahip oluruz. işte türkçülüğün müzik alanındaki programı esas itibarıyla bundan ibaret olup bundan ötesi milli müzikçilerimize aittir.'
ziya gökalp, 'milli müzik', türkçülüğün esasları içinde, 1923
gazi mustafa kemal atatürk, 1 kasım 1934, meclis açılış konuşması
'dahiliye vekaleti bugün büyük millet meclisi'nde gazi hazretlerinin alaturka musiki hakkındaki irşadlarından ilham alarak bu akşamdan itibaren radyo programlarından alaturka musikinin tamamen kaldırılmasını ve yalnızca garp tekniğine vakıf sanatkarlar tarafından çalınmasını alakadarlara bildirmiştir.'
2 kasım 1934, anadolu ajansı
aktaran: tolga tüzün, 'atatürk'ün sevmediği şarkılar', altüst dergisi, sayı 3, eylül 2011
Charlene Soraia
Charlene Soraia - 'When We Were Five' from Tactful Cactus on Vimeo.
The Making of When We Were Five from Charlene Soraia on Vimeo.
yaz geçer
ada'da göçmen 11 kaplan gücündedir!
Detour London
Londra'daki mamaseverlere duyrulur!
The Questionmark nam mekanda bu cuma kulaklarınıza mama, dertlerinize deva dağıtılacaktır.
kundaklanacağız demiştik
vodka evi
her şeyden biraz mı?
french do it better (?)
evet!
dün yağmur yağacak
aldırma kuşum
Active Child, arp ile mütemadi bir harp içinde olan beat'leri avucunun içinde bir ettiği albümü "You Are All I See" ile gördüğümüzü sandığımız şeyin aslında bir gece yolculuğu mahmurluğu mamülü olduğunu müjdeliyor. Arp, hatırlattığı tüm o sükunet ile nasıl bir beat ile harp halinde olabilir ki zaten? Herkesle iyi geçinir kuşlar.
sufle veren kadın
yüzesin var mı?
yıldızlarla haşır neşir
Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin
Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin
Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin
yer çekimi
You and I both know who you're spending yours on
You were the one, you cried for infinity
But you can't have it all, no, you can't have it all
Do I chose to be weighed down by gravity
To these thoughts that I own?
Oh, I don't like this feeling of jealousy
Yeah, it's not what I want
I love a girl who loves synchronicity
Stimulated by nothing more than the meaning of life
She's all around, she's like electricity
And I can't have her all, no, no, I can't have her all
Do I choose to be weighed down by gravity
To these thoughts that I own?
Oh, I don't like this feeling of jealousy
Yeah, it's not what I want
She refused to be weighed down by gravity
And now she's soldiering on
She confided that love, it is an energy
She's passing it on
babylon, your throne shall fall
Babil yikilana kadar, tahti sallamaya devam mamaseverler.